celalettin yavuz 800-563 yeni

Prof. Dr. Celalettin Yavuz, Güvenlik Politikaları Uzmanı – 4 Nisan 2025

 

Türkiye, 19 Mart’tan itibaren bir “İmamoğlu türbülansı” yaşarken, 29 Mart 2025’te Suriye Geçici Cumhurbaşkanı Ahmed el-Şara yeni kabinesini açıkladı. Bu kabinede Türkmen (Türk) bakan olmadığı görüldükten iki gün sonra Suriye’de Palmiera’da Türkiye’nin askeri üs kuracağı haberleri duyuldu. Hemen arkasından da İsrail uçakları Türk askeri üslerinin kurulacağı ileri sürülen mevcut iki üs (T4 ve Palmira) ile Hama ve Şam’da bazı yerleri vurdu.

Bu çok ciddi gelişmeler üzerine yurt içindeki “çok çekici” İmamoğlu olayı ile hemhal olmaktan vaz geçerek güvenlik politikaları açısından çok önemli olan Suriye’deki gelişmeler ele alındı.

Ahmed el-Şara’nın Kabinesi

Şara, Esad rejiminin çöküşünün ardından dört ay geçmeden 23 kişilik kabinesini açıkladı. Cumhurbaşkanı ve başbakan olarak görev yapacak olan Şara’nın “Devletin kurumlarını yeniden inşa edecek, ekonomik ve sosyal sorunlarla mücadele edeceğiz. Adalet ve hesap verebilirlik, yönetim anlayışımızın temel ilkeleri olacak!” sözleriyle açıkladığı kabinede ağırlıklı olarak HTŞ (el-Nusra) kökenli Sünni Araplar mevcut iken ayrıca Hıristiyan, Alevi, Dürzi ve Kürt asıllı bakanlar da bulunmakta, ancak bir Türk (Suriye Türkmeni) bakan ise yoktur.

23 kişilk Kabinede Savunma Bakanı Ebu Kasra ve Dışişleri Bakanı Şeybani yerlerini korudular. Eğitim Bakanı, Afrin bölgesindeki Kürtlerden Mumammed Terko; Tarım Bakanı, Dürzilerin yoğun olduğu Suveyda bölgesinden Alevi Bedr iken, Sosyal İşler ve Çalışma Bakanlığı’na atanan Hind Kabawat ise kabinedeki tek kadın olmanın yanı sıra bir Hıristiyan.

Kabinede Esad döneminden de iki bakan yer alıyor. 2006-2011 döneminde Ulaştırma Bakanı olan Alevi Yarub Bedir gene Ulaştırma Bakanı oldu. Enerji Bakanlığına da Esad sonrası geçici başbakanlık görevini yürüten Muhammed el-Beşir atandı.

Hükûmetin Genel Sekreterlik görevine İçişleri eski Bakanı Ali Keda getirilirken, İçişleri Bakanlığına da İstihbarat Başkanlığı görevindeki Enes Hattab atandı.

Kabine içerisinde en çok eleştirilenlerden biri de Adalet Bakanlığı’na atanan Mahzar el-Veys olup, Şara’nın HTŞ (el-Nusra) ekibinden olan el-Veys, şeriat odaklı ve katı biri olarak tanınıyor.

Ahmed el-Şara’nın Kabinesi Tatmin Edici ve Tüm Kesimleri Kapsayıcı mı?

Öte yandan mevcut Hıristiyan bakanın Katolik olduğu, buna karşılık Ortodoks Antakya Episkoposluğu’na bağlı ve nüfusun %8’ine yakın olduğu ileri sürülen Ortodoksları temsil etmediği, hatta Kanada vatandaşı olduğu için yeri geldiğinde “Batılılar yanında yer alacağı” bile  ileri sürülüyor. Keza Ermeniler ve Süryaniler de “temsil dışı” kalmış olarak görülüyor. Bunlara ilaveten seküler görüşteki diğer kitleler de şikayetçiler.

Ancak en büyük itiraz PKK terör örgütünün Suriye uzantısı YPG/SDG’nin sözde komutanı Mazlum Abdi’den geldi. Abdi, Suriye’nin kuzeydoğu ve doğusunda mevcut “Rojova” özerk bölgesinin bu merkezi yönetim tarafından görmezlikten gelindiğini, aslında Esad dönemine göre yeni bir değişiklik görülmediğini, esas olan merkezi değil, “ademi merkeziyet” (yerinden yönetim) olması gerektiğini, bu yönetimle bir yere varamayacaklarını açıkça ifade etti.

Yeni kabine Arap Birliği ve AB ülkeleri tarafından temkinli de olsa “tatminkar” bulundu. ABD ise “yabancı savaşçılardan bakan atanmaması, tüm kesimleri kapsayıcı olması ve İran etkisinden uzak olması gerekliliği” üzerinde durarak, bunların gerçekleşmesine göre mevcut yaptırımların kaldırılabileceğini belirtti.

Kabinenin özellikle Batı ülkelerinin yaptırımları kaldırması ve Arap Birliği ülkelerinden olası yardımlar düşünülerek hazırlanmış olduğu dikkat çekti. Anlaşılan o ki, kabine ile ilgili yurt dışından ciddi bir direnç görülmese ve hatta destek mesajları verilse de, uygulamanın nasıl olacağına bakılarak karar verileceği de aşikar.

İlginizi çekebilir!  ABD Başkanlık Seçimleri - Fatih Ünlü

Bu arada tek kadın bakan olan Kabawat, aslında kabinede uluslararası tanınırlığı en yüksek olan bir kişilik. Akademisyen, Kanada vatandaşı, birçok üniversitede görev almış, BM’nin Suriye ile ilgili Cenevre Sürecinde Suriye’nin sözcü yardımcılığını yapmış, adeta barış gönüllüsü gibi çalışan ve feminist bir aktivist. Bu noktada “Acaba Kabawat Dışişleri Bakanı olamaz mıydı?” diye düşünmemek mümkün değil. Zira ikna edici özellikleri de var ve Batı ülkelerinin tercihi olabilirdi. Ancak Arap Birliği ülkelerinin “kadın” bakana karşı negatif yaklaşabileceği, dış politikanın yönetiminde Şara’nın en yakınındaki birine olan ihtiyaç ve muhtemelen “Türkiye” etkisi de Şeybani’nin bu göreve devamında rol oynamış olması kuvvetle muhtemeldir.

Şara’nın kabinesi, sırtını dayadığı HTŞ dışında pek de her kesimi memnun etmiş gibi görünmüyor. Aslında bu haliyle bile “kırk yamalı bohça” gibi olan kabine, normal bir seçim sonucunda iktidara gelen birinin kabinesi olamayacak kadar homojenlikten uzaktır. Yurt içindeki her kesimi memnun etme isteği yanında, yaptırımları kaldırmak isteyen ülkeler, yardım beklenen Arap Birliği ülkeleri ve komşu ülkelerin istekleri arasında çok da sağlıklı bir hükümet kurabilmek Şara için değil, herhangi bir cumhurbaşkanı için de mümkün olamazdı.

Kabine’de Türk (Türkmen) Bakanın Eksikliği

Şara’nın kabinesinde Suriyeli bir Türkmen’in olmayışı, Türkiye’de beklentisi olan kesimler tarafından şaşkınlıkla, muhalefet tarafından da eleştiriyle karşılandı.

Şara’nın kabineyi kurmaktaki sıkıntıları üst ara başlık altında yeterince açıklanmışsa da, kabinesinde bir Türk bakanın olmayışında, Türkiye’de 19 Mart 2025’te patlayan “İmamoğlu türbülansı”nın katkısının olabileceği kuvvetle muhtemeldir. Zira bu olayla birlikte Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yurt içerisindeki kamuoyu desteğindeki azalmalar, aynı zamanda Türkiye’nin yurt dışındaki siyasi etkinliğine de hasar vermiş olabilir.

2003 ABD işgalinden sonra Irak hükümetlerinde ve Lübnan’daki yönetimlerde çeşitli kesimler düşünülerek yapılan anayasal paylaşımlarında görüldüğü üzere, Suriye’deki rejim değişikliği sonrası kurulan ilk hükümetlerde muhtelif kesimlere göre paylaşım yapılmıştır. Bu ilk kabinede görülen dağılım büyük ölçüde devam edecek, büyük bir olasılıkla yeni anayasada da yer alacaktır. İşte bu gerekçelerle, Esad rejiminin devrilmesinde en büyük rolün yüklendiği Türkiye’nin, en azından etkili bir bakanlığa Suriyeli bir Türk’ün atanmasını sağlaması beklenirdi.

Belki de ilk meclisle birlikte meclis başkanının Türk olması hesaplanmış olabilir. Ancak yeni meclis seçilinceye kadar “geçici mecliste” bir Türk başkan olursa bu eksiklik giderilmiş olabilir.

Türkiye’nin İsrail’de Askeri Üsler Kuracağına İlişkin Haberler

1 Nisan 2025’te çeşitli kaynaklar tarafından Türkiye’nin Suriye’nin merkezi bölgesindeki stratejik Tiyas (T4) ve ilaveten Palmira üslerinde konuşlanacağı ve bu üsleri hava savunma sistemleri, gelişmiş gözetleme ve vuruş yeteneğine sahip İHA/SİHA’larla destekleyebileceği bilgisi verildi.

Özellikle Middle East Eye (MEE)’ın verdiği bilgilere göre Türkiye, T4 hava üssüne Hisar tipi hava savunma sistemleri ile muhtemelen Rusya’dan alınan ve bu ülkenin onayı halinde ABD’nin CAATSA yaptırımları sebebiyle Türkiye’de kullanmadığı S-400 füzesavar sistemlerini konuşlandıracakmış. Gerekçesi ise DEAŞ (IŞİD)’le mücadele…

Konu hemen aynı gün ve ertesi gün özellikle iktidara yakın Tv kanallarında gündeme otururken, konu Türkiye-İsrail gerginliğine, hatta olası bir çatışma senaryosuna kadar işlendi.

Henüz daha Türkiye bu icraata başlamamışken İsrailli güvenlik yetkilileri, Türkiye ile yeni Şara yönetimi arasındaki yakın iş birliğinden duyulan rahatsızlığı dile getirdiler. İsrailli güvenlik politikası otoritelerine göre bu gelişme İsrail için potansiyel bir tehlike olarak görüldü. Zira bu üssün gerçekleşmesi halinde İsrail uçaklarının 21-22 Mart 2025’te T+ ve Palmira üslerindeki uçuşa müsait tesisleri vurduğu gibi, kafalarına estiği zaman Suriye hava sahasında uçarak istediği bölgeyi vurması güçleşecekti.

İlginizi çekebilir!  ABD Seçim Sonuçları Ortadoğu'nun Geleceğini Nasıl Etkileyecek? – Adem Kılıç

İsrail’den T4 ve Palmira Hava Üslerine Hava Saldırısı: Türkiye’ye Gözdağı mı?

Türkiye’de iktidara yakın medyada hemen her gün boy gösteren her konuda “otorite” uzmanlar, 2 Nisan akşamı Türkiye’nin Suriye’de kuracağı üslerle İsrail’in kıpırdayamayacağını hamasetle yorumlarken, aynı saatlerde İsrail, Suriye semalarında adeta cirit atıyordu.

Akşam saatlerinde başkent Şam’ın bazı bölgeleri, Hama, Humus ve T4 ile Palmira üslerine İsrail tarafından hava saldırısı düzenlendi. Rejimin çöktüğü 8 Aralık 2024’te Golan Tepelerinin de ötesine geçerek Suriye’nin güneyindeki bazı bölgeleri işgal eden ve zamanla Şam’ın 20 km yakınına kadar sokulan İsrail, u son saldırıları sırasında havan ve top atışlarıyla Dera ilinin Tel Cumu ve Tel Cabiye bölgelerini hedef aldı.

Bu son gelişme, Türkiye’de “İsrail’in gözdağı verdiği” şeklinde yorumlanırken, İsrail basınında Türkiye’nin olası hava üslerine karşı İsrail tarafından verilen bir “mesaj” olarak yer aldı.

Sonuç

Suriye’deki Şara’nın yeni kabinesi, özellikle ülkeye Batı dünyasının yaptırımlarını kaldırtma özellikleri ile tatminkar olduğu söylenebilir. Kabinenin, “İmamoğlu türbülansı” sebebiyle, Türkiye ile koordine edilmemiş olduğu görülebilmektedir.

Yurt içindeki bir çok kesim tarafından “kapsayıcı olmadığı”, Hıristiyan-Alevi/Nusayri-Kürt kesimlerini tam anlamıyla temsil etmediği yönündeki eleştiriler olsa da, aslında şu anda bile “yamalı bohça”ya benzeyen kabinenin başarılı olmasını beklemekten başka çare yok gibidir.

Kabinede PYD/YPG tarafından bir bakanın bulunmayışı “iyi bir gelişme” gibi görünürken, Tük bakanın bulunmayışı Türkiye’nin Suriye diplomasisindeki etkisizliği gibi algılanmaktadır.

Türk Silahlı Kuvvetlerinin T4 ve Palmira hava üslerinde hava savunma sistemleri ve İHA/SİHA’larla konuşlandırılacağının gündeme gelmesinin ertesi günü İsrail uçaklarının Şam, Hama, Humus ve bu üsleri de vurması çok manidardır. Anlaşılan o ki, Türkiye’nin bu konuşlanmayı DEAŞ’a karşı yapacağına ilişkin bilgiler İsrail’ce inandırıcı bulunmamıştır.

Türkiye adı geçen üslerde konuşlanmaya başladıktan sonra İsrail benzer saldırıları yaparsa ortalık çok ciddi bir şekilde karışabilecektir. Kuşkusuz ki bu gelişmeden en çok memnuniyet duyanlar da adeta bir İsrail-Türkiye savaşı çıksa diye bekleyen bazı bölge ülkeleri olacaktır. İşin ilginç yanı Türkiye’de bazı Tv kanallarında bu savaşın çıkmasını isteyen heveslileri de görmek mümkün!

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk, vatan savunması dışındaki savaşların mecburiyet olmadığı üzerinde durmuştur. İsrail, Gazze Şeridi’ne saldırınca Türkiye’nin İsrail’e karşı “cihad”a kalkışmasını isteyenler, Türkiye’nin sonu acılarla bitebilecek bir maceraya sürüklenebileceğini göremeyen bedbahtlardır.

Türkiye, ABD’nin CAATSA yaptırımları F-35 programından çıkarıldıktan sonra eksikliğini büyük ölçüde hissettiği 5. nesil muharip uçakların yerini F-16’larla veya Eurofighter ile doldurabilmek için 4 yıldır uğraşıyor. Bu iki girişim için de ABD ve Avrupa’ya yapıldı. Henüz sonuç yok.

İsrail’de ise F-35 te var, Gazze Şeridi’ne saldırısında olduğu gibi destekleyecek ABD ile Avrupa da… Bu tür bir savaşta ise Türkiye’ye bırakın yardımı, aynı ülkelerin yaptırımları Rusya’yı aratmayacak şekilde uygulanabilir. Savaş çığırtkanlığı yapanların bu durumu da dikkate almaları, Türkiye’yi çok ciddi ekonomik sıkıntılara sevk edecek öngörüsüzlüğü bırakmaları gereklidir.

Bir Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.