
Ferhat ÜNLÜ – 15 Nisan 2025
Bundan elli yıl önce Adana’nın güneyindeki yoksul ve kriminal mahallelerin en meşhuru Hürriyet’te doğup büyüdüğümü ve hayatımın ilk 15 yılının burada, 18 yılının Adana’da geçtiğini bu köşenin düzenli okurları bilirler. Yazıya bilmeyenler için bu girizgâhla başladım, çünkü okuduğunuz metni kendi öz geçmişimden bağımsız yazmam çok zor olurdu; üstelik emeğime de değmez, ortaya ruhsuz bir metin çıkardı. Ama öyle olmayacak.
Geçtiğimiz hafta içinin tamamını Adana’da geçirdim. Hem bu sene 13’üncüsü (bu sayı üzerine de Adana’da sayfalarca anım var, ama şimdi yerimiz yetmez:) düzenlenen Adana Portakal Çiçeği Karnavalı’nı izlemek, hem de samimi akraba ve dostlarla buluşmak üzere memlekete gittim. Kentte karnaval havası var mı, var; ama unutmayın bizim Adana ağzıyla söylersek bu -Lezzet Festivali kadar- olmasa da bir ‘lokma’ karnavalı. Dolayısıyla kimse öyle Brezilya Rio de Jenario modeli bir karnavalı umut ve hayal etmemeli. Böyle ‘barzo konseptlerle’ festival alanlarına dalanlar köteği sağlam yer. Orası Adana.
1723’ten beri, yani tamı tamına 322 (Aboo, bu da Adana’nın telefon kodu çıktı, iyi mi:) senedir yapılan Rio de Jenario Karnavalı’na bakmayın siz, ‘soyadıyla’ müsemma dejenere yönleri de vardır o karnavalın. Ve fakat yine Rio Karnavalı’na da ekonomik ve sosyolojik zaviyeden bakmak gerekir. Zira Rio; tıpkı Adana gibi sosyo-ekonomik eşitsizliklerin uçuruma dönüştüğü ve halkın yüzde 40’nın yoksulluk çektiği bir kent. E yoksulluk olur da suç olmaz mı! Maalesef bir paraya bin tane bulursunuz. Çünkü enflasyonla; yani ‘ekonomik enfeksiyon’la suç arasında doğrudan illiyet bağı vardır. Bununla birlikte suçun tek sebebi elbette yalnızca ekonomik enfeksiyon değildir. Sebepleri bütün yönleriyle ortaya koymadan sonucu değiştirmeye yeltenmek de çoğu zaman işe yaramaz.
Nitekim Rio’da devlet, birtakım konut projeleriyle yoksul bölge halkının yaşam koşullarını düzeltmeyi, buradaki yaşamı şehrin diğer kesimleriyle birleştirmeyi hedefliyor. Ne var ki bunu başarmakta zorlanıyor.
ADANA KRİMİNOLOJİSİ VE ULUSAL GÜVENLİK
2016 senesinden bu yana Adana’daki kriminal vakalar konusunda SABAH Gazetesi’nde epey yazı yazdım. Bunlardan en hatırda kalan ikisi, 31 Ocak 2016’da yazdığım ‘Türkiye’nin kriminal haritası’ ve 25 Ağustos 2019’da yazdığım ‘Adana kriminolojisi ve ulusal güvenlik’ başlıklı yazılardır. Bu yazılar; yoksullukla suç arasındaki diyalektik ilişkinin sayısı örneğinin bulunduğu bilinciyle enflasyon-kriminoloji denkleminin çözümüne mütevazı bir katkı sağlama amacına matuftu.
Adana’da özellikle 2010’dan itibaren devlet ‘dezavantajlı bölgeler’ olarak görülen 18 mahalleden başlayarak tüm yoksul mahalleleri suçtan arındırmak için projeler üretiliyor. Rahmetli Hüseyin Avni Coş’tan Mahmut Demirtaş’a, Süleyman Elban’dan günümüze, Yavuz Selim Köşger’e kadar bütün Adana valileri bu projeleri ısrarla sürdürmüş, devam ettirmiş. Henüz istenen sonuç alınmış değil, ama zamana yayılmış sistematik niyet ve ısrar bu sorunu çözer.
BAKAN YERLİKAYA İLK HÜRRİYET’E GİTMEK İSTEDİ
Adana Valisi Sayın Yavuz Selim Köşger’le sohbetimiz sırasında bu meseleyi de ayrıntılı biçimde konuştuk. Köşger, “İçişleri Bakanımız Adana’ya geldiğinde ilk ziyaret etmek istediği mahalle, meşhur Hürriyet oldu” dedi. 15 Mart’ta Adana’yı ziyaret ettiğinde İçişleri Bakan Ali Yerlikaya, ‘sakin’ olmamalarıyla nam salmış Hürriyet ve Barbaros mahallesinin ‘sakin’leriyle bir araya gelmiş. Kiremithane’ye falan da gitmiş.
“ABD nasıl ki bir kasaba ise, Türkiye de bir mahalledir” tezini ısrarla savunan bir yazar olarak devletin, mahallede sokakta görünmesinin gerekli ve önemli olduğunun altını çizmem yeterli.
İmdi… Amerika Birleşik Devletleri demişken… ABD merkezli PNAS (Proceedings of the National Academy of Sciences of the US) adlı bilimsel yayın kuruluşunun bir araştırmasıyla devam edeceğim. Derken ufak ufak finale doğru gideceğiz.
Bu yayın kuruluşu, bizim TÜBİTAK’ın Bilim ve Teknik Dergisi gibi, ama ondan farklı olarak 1915’ten beri yayınlanıyor. Bunların son araştırmaları ezcümle der ki; “Çocukluk yıllarında maruz kaldığımız aile içi çatışmalar, ekonomik yoksunluklar ve kötü mahalle koşulları beynimizin nörobiyolojik gelişimini olumsuz etkiliyor. Aile ve yüksek hane halkı geliri ise beyin gelişimi için en güçlü koruyucu faktörler.”
Gene imdi diyerek bu teze itiraz etmek zorundayım. Çünkü bunun yaşayan canlı tekziplerinden biri olduğumu düşünüyorum. Ve istisna da değilim.
Hürriyet’te yoksullukla ve gerilim içinde büyüdüm, ama Allah’a şükür zekâ açısından kendimde hiçbir eksik görmüyorum. Zekâyı nasıl kullanacağınız da iradeyle alakalı, ayrı bir meseledir.
Bu tezin doğru olma ihtimali varsa bile, illa bir oran vermek gerekirse yüzde 25 bile değildir. Çünkü eğer bu doğru olsaydı dünyanın gelmiş geçmiş bütün filozof, romancı, bilim insanı ve siyasetçilerinin en az yüzde 75’inin daima yüksek gelirli insanlar arasından çıkması gerekirdi. Ancak entelektüel faaliyetin bu dört temel alanında belirleyici olan; yoksulluktan gelenler, hatta yoksullukla hâlâ mücadele edenler olmuşlardır.
Filozoflar (parası bol olan azdır), rahat yaşamaya yetecek paradan fazlasını ‘hâkir görür’. Romancıların kâhir ekseriyeti rızık kazanmada en zor yolu seçtikleri için yoksul yaşamış, hatta yoksul ölmüşlerdir. Çoğu ancak ek iş yaparak geçinebilmiştir.
MUSK DEĞİL, TESLA BİLİM ADAMI
Bilim insanlarının çoğu da zenginlikten gelmez ve istisnalar dışında halen zengin değillerdir. Bu konuda bilim adamı olmayan Elon Musk değil, eşsiz bir bilim adamı olan Tesla en iyi örnektir.
Siyasetçilere gelince… Elli yıllık hayatımda Ecevit, Evren, Özal, Demirel ve Erdoğan dönemlerini ayrıntılarıyla gördüm. Hepsi yoksulluktan gelmiştir. Siyasetin ana amacı zaten ‘sınıfsal devrim yapmak’ veya bana göre daha iyisi ‘siyasal evrimin önünü açmak’tır. Burjuvazi siyasete doğrudan giremeyecek kadar ürkektir, ancak şimdiden sonra doğuştan zengin olanlar siyasette daha fazla yer almaya başlayacaktır. Velhasıl yüzeysel, lokal klinik araştırmalar; tarihin temel dinamikleriyle çelişirse elbette ölçümüz tarih olmalıdır.
Ayrıca PNAS araştırmasından bağımsız olarak yoksulluk ile suç arasındaki bağı; yalnızca ekonomik, sosyolojik, psikolojik ve hatta siyasal faktörlerle tek başına değil; aynı anda hepsiyle ve tercihen başka disiplinlerle de destekleyerek analiz etmek elzemdir. Çocukluk ve gençlikte yoksulluk; evet kötü bir şeydir ama eğer ‘iyi, doğru, güzel’ idealleriniz varsa sizi acayip eğitecek bir hayat öğretmenidir.
ADANA NİTELİKLİ GÖÇ VERİP NİTELİKSİZ GÖÇ ALIYOR
Adana Valisi Yavuz Selim Köşger’in Adana kriminolojisi bağlamında önemli bir analizi vardı, onu da paylaşmam elzem. Köşger; Adana’nın ağırlıklı olarak nitelikli göç verip, niteliksiz göçü alan bir şehir olduğunu söylüyor ki, elhak haklı.
Köşger; buradan önce Sinop, Bingöl, Aydın ve İzmir Valilikleri yapmış. “Görev yaptığım hiçbir yerde böylesi suç oranını görmedim” dediğini de malumun ilanı olduğu için paylaşmakta bir beis görmüyorum.
Yarım asır önce doğduğum Hürriyet, Yenibey’de veya civar mahallelerde insanlar hariç 50 senede hiçbir şey değişmedi. Bir X Kuşağı mensubu olarak hastanede değil, evde doğdum ve doğduğum ev olduğu gibi duruyor.
Toplam 500 bin nüfusa sahip Güney Adana’daki 56 mahallenin her biri, elbette 18 öncelikli mahalleden başlayarak öncelikle kentsel dönüşüme girmeli. Bunun yanı sıra kentte suçla mücadelenin sosyo-ekonomik kriterler ışığında yapılması gerekiyor. Adana’daki adli şiddet vakalarının psikotik problemlerden kaynaklandığını ve dolayısıyla çözümün ‘psikiyatrik’ olduğunu savunanlar da var. Ne var ki meseleyi sosyolojik boyutundan yalıtarak ele almanın hiçbir faydası olmaz. Üstelik soruna sadece psikiyatrik açıdan yaklaşmak; kente ‘açık hava tımarhanesi’ muamelesi yapmak olur; ki bundan her Adanalı rahatsızlık duyar.
SANAT, SUÇUN PANZEHRİDİR
Adana; nihayetinde Orhan Kemal, Yaşar Kemal, Yılmaz Güney, Müslüm Gürses, Ferdi Tayfur ve Şener Şen gibi büyük sanatçılar yetiştirmiş bir memleket. (Güney’in 1974’te Yumurtalık’ta bir hâkimi öldürdüğünü hatırlatmam da elzem.)
Siyasetçi üretemiyor olabiliriz. Ama memleketim, kültürün başkentlerinden biri, yerine göre birincisidir.
Portakal Çiçeği Karnavalı bu açıdan önemli. Bu sene iki milyon insan ağırlandı, 5 milyar TL’nin üzerinde bir ekonomik değer üretildi. Biraz Adana aksanına döneyim de yazıyı öyle bitirelim artık: Garnavalı gittik, yerinde gördük. Gendi öz memleketimizin lezzetlerini dattık. Kebaplar, şırdanlar, şalgamlar, bilumum lezzetlerimiz keleş!
Adana Karnavalı, ekonomik, kültürel kalkınma ve dolayısıyla kriminolojiyle savaş açısından son derece yararlı bir silahtır ve randımanlı biçimde kullanılmalıdır. Theodor Adorno’nun önemli bir aforizmasından ilhamla kapatalım. “Her sanat yapıtı işlenmemiş bir suçtur” der Adorno. Adana’nın doğası, sanata eğilimli bireyler de ürettiğine göre kentin kriminal şöhretini minimize etmenin bir yolu da sanata yatırımdan geçiyor. Değil mi ki sanat, suçun panzehridir.