Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
reklam
reklam
rabia yavuz logo
Rabia Yavuz

Gibi’nin Ergen Karakteri Çağrı Üzerine Bir Akşam Yemeği Tadında Düşünceler – Rabia Yavuz

Rabia YAVUZ – 22 Mayıs 2025

 

Bazen bir gencin davranışları, bir toplumun çelişkilerle dolu yetişkinliğine ayna tutar. “Gibi” dizisinin altıncı sezonunda tanıştığımız Çağrı karakteri de bu aynalardan biridir. Ebeveynleri ve yetişkin çevresi tarafından sabırsızlıkla şekillendirilmeye çalışılan bu genç, aslında sadece kendini anlamaya çalışan, kararsız ama samimi bir bireydir.

Babasının şikâyetle başladığı bir akşam yemeği, sıradan bir sofra sohbetinden çok daha fazlasına dönüşür. Müzik zevkinden arkadaş seçimine kadar hayatının her ayrıntısı didiklenen Çağrı, aslında yalnızca bir sınavdan kötü not almış biri değil, modern toplumun empati yoksunu beklentilerine maruz kalmış bir ergendir. Yetişkinlerin gözünde, gençliğin sorunları “psikolojik” bir etiketle geçiştirilirken, bu tanı konforlu bir mesafe yaratır. Bu mesafe anlamaya değil, hükmetmeye hizmet eder.

Çağrı’yı düzeltme görevini üstlenen arkadaş grubu, “bu yaşlar kendini arama dönemidir” gibi hoş ama içi boş cümlelerle işe başlar. Ancak kısa süre sonra, bu romantik anlayış yerini gözetleme ve müdahale arzusuna bırakır. Modern yetişkinliğin çelişkisi burada yatar: Sevmek isteriz ama şekillendirerek; anlamak isteriz ama sabırsızca.

Bazen bir gençle yapılan sıradan bir akşam yemeği sohbeti, ergenliğin ne kadar karmaşık ve değerli olduğunu hatırlatır. Çağrı, birçoğumuzun hayatında tanıdığı, hatta bir zamanlar kendisinin de içinde olduğu gençleri temsil ediyor: Görülmek isteyen ama sürekli düzeltilen, duyulmak isteyen ama yalnızca nasihat dinleyen gençleri.

Çağrı ve babasının hikâyesi, sadece bir baba-oğul çatışması değil. Bu, samimiyetin kaybolduğu, sevginin koşullara bağlandığı, iletişimin kontrol ve düzeltme üzerine kurulu olduğu bir ilişkiyi gözler önüne seriyor. Babası onu anlamaya değil, “düzeltmeye” çalışıyor. Ve çevredeki yetişkinler de bu girişime destek vererek genç bir insanın hayatının her anına hatta uykusuna bile müdahale etmeye başlıyor.

Gençlerin Yaşadığı Sorunlara Karşı Sabırsızız

Peki biz bu hikâyeyi neden bu kadar tanıdık buluyoruz? Çünkü çoğumuz bir şekilde bu döngünün içindeyiz. Ebeveyn, öğretmen, mentor ya da sadece “iyi niyetli” bir yetişkin olarak. Gençlerin yaşadığı sorunlara karşı sabırsızız. Hemen düzeltmek, yol göstermek, onarmak istiyoruz. Ama bu aceleyle yaptığımız her müdahale, aslında onları dinlemememiz anlamına geliyor. Ve dinlenmeyen çocuklar, zamanla kendi seslerini de duyamamaya başlıyor ve çevrelerindeki gündemlerin işgali altında kalıyor.

Gerçek şu ki, çocuklarımızı yalnızca kriz anlarında görüyorsak, onlarla yalnızca düzeltmek için konuşuyorsak, ilişki sandığımız şey aslında bir denetim mekanizmasıdır. Sevgi, sadece sorun çıktığında değil, sıradan anlarda da orada olmaktır. Kaliteli zaman geçirme söylemi bile bu eksikliğin bir ürünüdür. Birlikte olmayı da bir yeni çağ performansına dönüştürür.

Dizinin karakterleri de Çağrıyla kaliteli zaman geçirmek için Çağrı’nın en sevdiği şey olan dans konusuna eğilir. Çağrı’ya sormadan bir plan yapılır ve mahalledeki bütün yetişkinleri eve toplayarak gençten bir dans gösterisi yapmasını istenir. Talebi reddeden Çağrı, “kendini tutamayan” babasından şiddetli bir tokat yer. Kendisinin fikri alınmadan zorlanarak çok sevdiği bir şeyi istemediği bir şekilde yapmak zorunda kalan Çağrı’nın içinde bir yerler kırılır.

Çağrı’nın hikâyesinde asıl eksik olan şey, bu kırılganlığa alan açacak güvenli ilişkiler. Onun hakkında konuşan çok kişi var ama onu gerçekten dinleyen kimse yok. Tıpkı birçok gencin yaşadığı gibi. Yalnızca sorun çıktığında hatırlanan, ama sıradan bir günde sohbet edilmesi gereksiz bulunan ilişkiler ne yakınlık ne de bağ kurar. Bu sadece kontrol üzerine kurulu bir tahakküm biçimidir.

Birçok ebeveyn için çocuklarının hata yapması, başarısız olması ya da duygusal olarak savunmasız hâle gelmesi korkutucudur. Bu korku anlaşılırdır. Hepimiz sevdiklerimizin acı çekmesini istemeyiz. Ama unutmamalıyız ki kırılganlık, insan olmanın en temel parçasıdır.

Bizi insan yapan şey, acıdan kaçmak değil, acının içinden geçebilme cesaretini gösterebilmektir. Oysa çocuklarda tıpkı yetişkinler gibi, koşulsuz kabul görmeye ihtiyaç duyar. Sevildiklerini hissetmeye, hata yapabileceklerini bilmeleri gerektiğine ihtiyaçları vardır. Bunu onlara verebilmek, yalnızca bilgiyle değil, cesaretle olur.

Bağ Kurmanın Gücü: Akşam Yemekleri ve Duygusal Güvenlik

Amerika’da yaptığım klinik çalışmalar gösterdi ki, aileleriyle düzenli olarak akşam yemeği yiyen gençlerin, riskli davranışlara yönelme ihtimalleri daha düşüktür. Aileleriyle düzenli akşam yemeğinde buluşamayan gençlerin ise hem kendilerine hem de başkalarına zarar veren eylemler içinde yer almaları daha olası.

Ancak mesele sadece birlikte yemek yemek değil. Beraberce oturulan bu sofralarda kullanılan dil, yani kurulan duygusal temasın niteliğidir asıl belirleyici olan. Önemli olan bu yemeklerde nelerin, nasıl konuşulduğu. Sofrada kurulan dil tüm hikâyeyi şekillendiren. Muhabbet mi var, yoksa yargı mı, işte bütün mesele bu.

Çocuklarımıza yalnızca kriz anlarında yöneliyorsak, onlara şunu söylüyoruz: “Ancak bir sorun olduğunda seninle ilgilenebilirim.” Oysa bağ kurmak, yalnızca kriz anlarında değil, sıradan anlarda da birlikte olabilmeyi gerektirir. Gülmek, saçma sapan bir hikâyeye kahkaha atmak, birlikte sessizce oturmak. Bunlar, çocuklarımızın duygusal olarak güvende hissetmesini sağlayan anlardır. Çatışma diliyle geçen sofralarda, gençler kendilerini ifade edemez; sadece yargılanırlar.

Oysa sevgi, en çok da yargılamayan bir kulakla kendini hissettirir. Yargılanmayan kişinin söyleyecek sözleri vardır. Dile gelen düşünceleri ilk söyleyen kişi duyar. Sonra yanındakiler. İşitilen düşünceler, görülen duygular değişimin kapısını arayandır. Terapinin bu kadar iyileştirici ve dönüştürücü olmasının altında yatan temel neden de budur. Güvenli bir ortamda kendini ifade edebilme özgürlüğü eylem dünyasının da özgürleşmesini sağlar.

Ebeveynlik, öğretmenlik ya da rehberlik gibi roller çoğu zaman “yanıt veren kişi” olmayı gerektirir. Ama bazen en cesur şey, yanıt vermek değil, soruyu birlikte taşımaktır. Çocuğunuz size “Ben kimim?” diye dolaylı olarak sorduğunda, “Sen böyle olmalısın” demek kolaydır. Ama asıl cesaret, o soruyla birlikte oturup, birlikte düşünmektir.

Çağrı’nın başına gelen şey, birçok çocuğun yaşadığı duygusal terk ediliştir. Fiziksel olarak yakınında olan insanlar, duygusal olarak onunla temasta değildir. Onu görmezler, çünkü kendi korkularıyla meşguldürler. Bu, birçok ebeveynin yaptığı bir hata değil, içinde yaşadığımız kültürün öğrettiği bir kalıptır: Sorun varsa çöz, çözüm yoksa sustur.

Çağrı Hepimizin İçinde

Ama artık yeni bir dil öğrenmenin zamanı geldi: Dinlemenin, duygulara alan açmanın, hatayı gelişim fırsatı olarak görmenin dili. Bu, yalnızca çocuklarımız için değil, bizim kendi içimizdeki çocuk için de gerekli bir dönüşümdür. Ev, güvenli bir liman olmalı. Orada yargılanmadan, acele etmeden ve ettirilmeden, tam da olduğumuz kişi olarak kabul edilmeliyiz.

Belki de evlatlarımızla konuşmadan önce, onlarla birlikte sadece susmayı öğrenmeliyiz. Konuşmak, vaaz vermek, nutuk çekmek ya da nasihat etmek yerine onları dinlemeliyiz. Aynı odada, aynı ruhsal anda var olarak beraber olabilmek için.

Çağrı yalnızca bir dizi karakteri değil. O, ergenliğin, anlaşılmamanın, koşullu sevginin sembolü. Ama aynı zamanda bağ kurmanın ne kadar değerli olduğunu bize hatırlatan bir işaret.

Onun hikâyesi, kırılganlığın utanç değil, cesaret gerektiren bir yolculuk olduğunu gösteriyor. Birlikte yemek yemek, birlikte ağlamak ya da yalnızca birlikte susmak. Bunların her biri, gerçek bağların kurulabildiği alanlar. Çocuklarımızla ilişki kurmak, onları düzeltmekten değil, onlarla birlikte insan olmaya razı olmaktan geçiyor.

Uzman Klinik Psikolog Rabia Yavuz İletişim: rabia.yavuz@gmail.com

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER