Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya

İran’ın Nükleer Krizi: 3.67 Sınırı, Savaş ve Masadaki Ateşkes Hesabı

İran’ın nükleer programı, uranyum zenginleştirme seviyesi ve İsrail-ABD saldırıları sonrası barış mı, teslimiyet mi sorusu gündemde. 3.67 eşiğinin anlamı ve yeni müzakere başlıkları haberimizde.

İran’ın nükleer programı, uranyum zenginleştirme seviyesi ve İsrail-ABD saldırıları sonrası

İran’ın nükleer programı kriz çıkarırken uranyum zenginleştirme seviyesi, İsrail’in güvenlik kaygıları ve ABD’nin askeri müdahalesi yeni bir diplomasi başlığı olarak masaya taşınıyor.

13 Günlük Savaş ve ABD Müdahalesi: Masaya Oturmaya Zorlayan Kriz

İran’ın uranyum zenginleştirme faaliyetleri yıllardır Batı’nın, özellikle de İsrail’in kırmızı çizgilerinden biri oldu. 2025 Haziran ayının ortasında başlayan 13 günlük savaş, bu kaygıların askeri boyuta taşınmasının bir sonucu olarak görüldü.

Her gün yeni füze saldırılarıyla tırmanan gerilimde dönüm noktası ABD’nin doğrudan devreye girdiği an oldu. ABD Hava Kuvvetleri’ne ait B-2 bombardıman uçaklarının İran’daki 3 nükleer tesisi sığınak delici bombalarla vurması, bölgesel savaş riskini büyüttü.

Zeynep Dilara Akyürek’in Milliyet’e aktardığı analizde bu saldırının ardından şu sorular öne çıktı: “İşler kızışacak mıydı yoksa bir ateşkes kapıda mıydı?” Yanıt çok geçmeden geldi: Savaşta ateşkes kararı alındı.

Ateşkes Sonrası Yeni Perde: İran’ın Akıbeti Masada

İsrail’in 13 Haziran’da başlattığı saldırılarla açılan cephe, ABD’nin müdahalesiyle yepyeni bir diplomasi başlığını gündeme taşıdı.

Saldırıların gerekçesi olarak İsrail’in öne sürdüğü konu ise İran’ın nükleer silaha ulaşma riskiydi. İsrail’in güvenlik kaygılarının merkezinde İran’ın uranyum zenginleştirme oranı vardı. İşte bu tartışma, nükleer anlaşmaların en kritik teknik detaylarından birine, yani yüzde 3.67 sınırına odaklanıyor.

Her Şeyin Başladığı Kritik Eşik: 3.67

Hacettepe Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Şebnem Udum’un Milliyet’e yaptığı değerlendirmeye göre bu eşik, İran’ın uranyum zenginleştirme programının diplomasiyle sınırlanmasını hedefleyen 2015’teki JCPOA anlaşmasında ortaya çıkmıştı.

“2015’te imzalanan İran nükleer anlaşması (JCPOA) İran’ın nükleer programının diplomasi yoluyla ve uluslararası hukuk altında barışçıl tutulmasını sağlamaya yönelik doğru bir adımdı. Aynı zamanda, Tahran’ın uluslararası ticaret ve siyasette endişe yaratmayan bir ülke olarak algılanmasına aracı oluyordu.”

Doç. Dr. Udum, anlaşmanın özellikle kapsamlı güvence denetimlerinin ek protokolünde öngörülen genişletilmiş denetimleri hayata geçirdiğini ve uranyum zenginleştirme seviyesini yüzde 4 civarında sabitlediğini hatırlatıyor.

İsrail’in Güvenlik Kaygıları: Neden Bu Kadar Hassas?

İsrail, İran’ın nükleer teknolojisinin “çift kullanımlı” (sivil ve askeri) doğası nedeniyle büyük bir tehdit olarak görüyor.

Doç. Dr. Udum’a göre:
“İran, Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Anlaşması’na ‘nükleer silaha sahip olmayan devlet’ olarak taraftır. NPT’ye göre anlaşmanın tarafları iki kategoriye ayrılır. İlki, ‘nükleer silaha sahip olan devletler’ -ki anlaşmaya göre kriter, 1 Ocak 1967’den önce bir nükleer cihazı test etmiş olmasıdır- ikincisi ‘nükleer silaha sahip olmayan devletler’ -anlaşmanın diğer tarafları- olarak tanımlanır.”

Bu kapsamda uranyum zenginleştirme tesisleri, ağır su reaktörleri ve plütonyum yeniden işleme tesisleri askeri amaçlara yönlendirilme riski taşıyan kritik teknolojiler.

Uranyum Zenginleştirme Seviyesi Neden Kritik?

Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) raporlarına göre İran’ın zenginleştirme oranının yüzde 60’a kadar çıkması İsrail ve Batı’da “bomba yapmaya doğru yol alıyor” endişesini artırdı.

Doç. Dr. Udum bu durumu şöyle açıklıyor:
“NPT’nin III. Maddesi gereği UAEA ile kapsamlı güvence denetimi anlaşmaları imzalamak durumundadır. IV. Madde’ye göre de tüm taraf devletler nükleer teknolojiyi barışçıl amaçlarla kullanma hakkına sahiptir. Anlaşma, açıkça herhangi bir uranyum zenginleştirme sınırı koymamakla birlikte, barışçıl amaçlarla uranyum zenginleştirme eşiği yüzde 20’dir. Çünkü bu seviyenin üzerindeki oranın sivil amaçlarla kullanıma yönelik belirgin bir nedeni bulunmuyor.”

Bu teknik sınır, nükleer silahlanma şüphesi doğuran kırmızı çizgi olarak öne çıkıyor.

JCPOA Anlaşmasının Çöküşü ve Trump Faktörü

2015’te İran ve P5+1 ülkeleri arasında imzalanan JCPOA anlaşması, İran’ın zenginleştirme seviyesini 3.67-4 bandında tutmayı, santrifüj sayısını sınırlamayı ve denetimleri genişletmeyi öngörüyordu.

Ancak 2018’de Trump yönetimi anlaşmadan tek taraflı çekildi. ABD’nin çekilmesi, İran’ın anlaşmadaki kısıtlamaları aşmasına ve uranyum zenginleştirmeyi yüzde 60 seviyesine çıkarmasına zemin hazırladı.

Doç. Dr. Udum’un ifadesiyle:
“Anlaşma, özellikle kapsamlı güvence anlaşmalarının ek protokolünde öngörülen denetimlerin uygulanmasına fırsat tanıyor, zenginleştirmede kullanılan santrifüjlerin sayısını azaltıyor ve zenginleştirme seviyesini yüzde 4 civarında sabitliyordu. İran’ın nükleer faaliyetlerinin denetlenmesi ve eğer silaha doğru gidilen bir yola girildiyse bunun erken tespitini sağlaması hususunda da etkili bir anlaşma idi.”

İsrail-İran Savaşı: 12 Günlük Yıkım ve Ateşkes

Haziran 2025’te İsrail’in saldırısıyla başlayan savaş 12 gün sürdü ve İran’ın nükleer altyapısına ağır darbe vuruldu. ABD’nin de devreye girmesi, savaşın bölgesel bir felakete dönüşmesini önlemek yerine daha karmaşık bir diplomasi sürecini tetikledi.

ABD’nin sığınak delici bombalarla İran’daki üç nükleer tesisi vurması, Tahran yönetimini hem askeri hem de diplomatik anlamda köşeye sıkıştırdı. Sonunda ateşkes ilan edilse de masaya taşınan sorunlar çözülmedi.

Masada Yeni Başlıklar: Barış mı Teslimiyet mi?

Ateşkes sonrası diplomasi trafiği hızlandı. İsrail’in güvenlik garantileri, İran’ın nükleer programının sınırlandırılması ve ABD’nin yaptırım kartı masadaki başlıklar arasında.

İran’ın bu süreçte teslimiyet olarak göreceği koşulları kabul edip etmeyeceği, yoksa uluslararası toplumu ikna edecek yeni bir anlaşma zemini mi oluşacağı sorusu kritik önem taşıyor.