Prof. Dr. Faruk TAŞÇI – 14 Ekim 2025
ILO’nun “Sosyal Adaletin Durumu” (Eylül 2025) raporu, 1995 Kopenhag Zirvesi’nden itibaren günümüze kadar sosyal adaleti değerlendiriyor. Temel haklar, eşit fırsatlar, adil dağılım ve geçişler üzerine kurulu rapor, göstergelerle mevcut durumu analiz edip politika önerileri sunuyor.
Sosyal Adaletin Seyri ve Temel Haklara Erişim
Sosyal adaletin temelini, insan hakları, çalışma hakları ve bireylerin yetkinliklerinin geliştirilmesi oluşturur. Temel haklar; 1948 İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, 1966 tarihli Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi, Kopenhag Sosyal Kalkınma Bildirgesi (1995) ve ILO Philadelphia Bildirgesi (1944) gibi belgelerle güvence altına alınmıştır.
Kopenhag Bildirgesi, sosyal kalkınma, insan hakları ve uluslararası barışın birbirine bağlı olduğunu vurgulamış; nitelikli istihdamın, işçi haklarının korunmasının ve ILO sözleşmelerinin desteklenmesini taahhüt etmiştir.
Bu çerçevede Rapor, 1995’ten bu yana çocuk işçiliğinin ve ölümcül iş kazalarının önemli ölçüde azalmış olduğunu ortaya koyuyor.
Ancak, örgütlenme özgürlüğü ve toplu pazarlık haklarına uyum 2015’ten bu yana ilerleme göstermemiş, ayrıca zorla çalıştırma oranı dünyada hâlâ %3,5 seviyesinde.
Fırsatlara Eşit Erişim: İstihdamda Zorluklar ve Eğitimde Gelişmeler
İş piyasasında “resmi/formal çalışma” hâlâ erişilmesi güç: 2025’te iş gücünün % 58’i informal (kayıtdışı) istihdamda. Ekonomik büyüme, tek başına formal iş yaratmak için yeterli değil: 2000’lerin başında % 1’lik büyüme % 0,50 formal iş artışı getirirken, son on yılda bu oran % 0,38’e düşmüş durumda.
Kadınlar ile erkekler arasında işgücüne katılım farkı devam ediyor. Kadınlar dünya genelinde ücretsiz bakım işlerinin % 76’sını yaparak ücretli işe erişimde dezavantaj yaşıyor ve işgücüne katılım oranları arasında 27 puanlık fark bulunuyor.
Gençler arasında ne eğitimde ne işte (NEET) olanların oranı hâlâ yüksek: 2024’te bu oran % 28. Ayrıca engelliler ve düşük gelirli ülkelerdeki kişiler de yapısal eşitsizliklerden etkileniyor.
Eğitimde özellikle ortaöğretim tamamlama oranlarında artış var; kız çocukları ve genç kadınlarda önemli ilerlemeler sağlanmış halde. 2000-2023 arasında, ortaokul tamamlama oranı erkeklerde % 14, kızlarda % 21 artmış. Ancak öğrenme kalitesi ve mesleki beceri ile iş uyumu konusunda hâlâ ciddi sorunlar sürüyor.
Adil Dağılım: Gelir Eşitsizliği ve Koruma Politikaları
Gelir eşitsizliği dünya genelinde yüksek seyretmekte. En zengin % 1’lik kesim toplam gelirin % 20’sini kontrol ederken, en zengin % 10’un payı 1995–2024 arasında % 56’dan % 53’e gerilemiş. Azalma, orta gelirli ülkelerin yüksek gelirli ülkelere yaklaşmasından kaynaklanırken, düşük gelirli ülkeler geride kalmakta. Kadınlar ve engelliler bu eşitsizlikten en çok etkilenmekte; kadınlar yüksek gelirli ülkelerde erkeklerin % 75’i, düşük gelirli ülkelerde ise % 46’sı kadar kazanmakta.
Asgari ücret ve toplu pazarlık, eşitsizliği azaltmada kritik araçlar. Son 30 yılda asgari ücretler genel olarak artarken, düşük gelirli ülkelerde reel değeri % 44 azalmış. Bu nedenle “yaşanabilir ücret” kavramı ön planda. Sendikalar ve toplu pazarlık ücret eşitsizliğini azaltmakla birlikte, küresel kapsama sadece çalışanların üçte biri kadardır ve sendikalaşma oranları düşmekte.
Sosyal güvenlik sistemleri ve yeniden dağıtım politikaları gelişmekte olup, 2023’te dünya nüfusunun yarısından fazlası en az bir sosyal güvenlik programına dahil. Ancak yaklaşık yarısı kapsam dışı kalmakta, özellikle düşük gelirli ülkelerde sosyal koruma sınırlı. Bu sistemlerin etkinliği, ülkelerin vergi toplama kapasitesine bağlı.
Adil Geçişler: Çevresel, Dijital ve Demografik Değişimlerin Sosyal Etkileri
Dünyada çevresel, dijital ve demografik dönüşümler eş zamanlı olarak yaşanmakta ve bu değişimlerin adil yönetimi önemli bir sınav.
Çevresel dönüşüm bağlamında iklim değişikliği şiddetleniyor; 2024’te işçilerin % 71’i ısı stresi yaşamış, verimlilik düşmüş. En çok zarar gören düşük gelirli kesimler, küresel emisyonların % 12’sinden sorumlu olmalarına rağmen, gelir kayıplarının % 75’ini üstleniyor. Fosil yakıt sektöründe 6 milyon iş kaybı beklenirken, yenilenebilir enerji ve yeşil sektörlerde 24 milyon yeni iş yaratılacak; bu süreçte 70 milyon çalışan yeniden beceri kazanmak durumunda.
Dijital dönüşüm ise iş ve ekonomiyi kökten değiştiriyor; yeni sektörler ortaya çıkıyor, uzaktan çalışma yaygınlaşıyor. Yapay zekâ, her dört işten birini dönüştürüyor, otomasyon riski kadınların yoğun olduğu büro işlerinde yüksek. Dijitalleşmenin faydaları eşit dağılmıyor, dijital uçurum ülkeler ve işletmeler arasında büyüyor. Algoritmaların iş süreçlerini yönetmesi ise adalet ve çalışma koşulları açısından endişe yaratıyor.
Demografik dönüşüm de iş gücü ve sosyal politikaları etkiliyor. Doğurganlık düşerken yüksek gelirli ülkelerde iş gücü daralıyor, düşük gelirli ülkelerde nüfus artıyor. Bu durum dengeli politikalar gerektiriyor. Yaşlanan nüfus emeklilik ve sosyal güvenlik üzerinde baskı oluşturuyor, bakım ekonomisi zorluklarla karşı karşıya. 2050’ye kadar uzun süreli bakım talebi artacak.
Riskler ve Öneriler
Bu çerçevede; küresel sosyal adalet çeşitli yapısal zorluklarla karşı karşıya. Artan güven açığı, kurumlara olan inancı azaltırken, çalışma, çevre, sanayi ve finans alanlarının kopuk planlanması etkili çözümler için zorluk demek. Ekonomik olarak gelişmekte olan ülkelerde sınırlı mali kapasite ve yetersiz sosyal koruma eşitsizlikleri derinleştiriyor. Teknolojik dönüşümler dijital uçurum, iş kayıpları ve adaletsiz düzenlemelerle yeni riskler yaratmakta. Demografik baskılar ve yaşlanan nüfusun bakım yükü sosyal sistemlerin sürdürülebilirliğini tehdit ediyor.
Bu tehditler/riskler karşısında Rapor, sosyal adalet ve sürdürülebilir kalkınma için kapsamlı politika öneriyor. Buna göre, işçi hakları, istihdam ve sosyal koruma güçlendirilmeli, dijitalleşme ve iklim krizine uyum sağlanmalı. Entegre bir yaklaşım benimsenip sağlık, çevre ve sanayi alanları da dahil edilmeli. Sosyal diyalog ve paydaş katılımı merkezde olmalı, hükümet, işveren ve işçiler eşit söz hakkına sahip olmalı. Küresel işbirlikleri ve kurumlar arası koordinasyon artırılmalı.
Türkiye Özelinde Durum
Temel haklar mesesine çalışma hakları odaklı bakıldığında, Türkiye’de işçi haklarının uygulanmasında zorlukların sürdüğü söylenebilir. Örneğin, sendikalaşma oranı, düşük seyrediyor. Türkiye’de sendikalaşma oranı genel işçi nüfusu içinde yaklaşık % 14,022’dir. Yaklaşık 17,3 milyon işçiden sadece 2,4 milyon kişi sendika üyesi. Kamu görevlilerinde sendikalaşma oranı ise oldukça yüksek; memurlar arasında bu oran % 76,88.
Ayrıca Türkiye’nin “insana yakışır iş” (üretken ve güvenli istihdam, çalışan haklarının korunması, sosyal koruma ve sosyal diyalog) hedefinde ilerlemede yeterli olmadığı alanlar söz konusu. Çünkü kayıtdışı istihdam yüksek (% 30’lar), ücretler ve sendikalaşma oranı düşük, iş kazaları ve işçi ölümlerinde yüksek ve göçmen işçilerin güvence sorunları büyük.
Fırsatlara eşit erişim meselesi söz konusu olduğunda; Türkiye’de kadınların iş gücüne katılım oranı düşük: 15 yaş ve üzeri nüfusta bu oran kadınlarda % 36,9, ancak artış eğiliminde. Zira kadınların eğitime katılımı artmaya devam ediyor ve eğitim düzeyi yükseldikçe kadınların iş gücüne katılımı da artmakta. Örneğin, yükseköğretim mezunlarında kadın katılım oranı daha yüksek.
TÜİK 2025 verilerine göre, Türkiye’de 15-24 yaş aralığındaki NEET (ne eğitimde ne istihdamda olan) gençlerin oranı % 22,9. Bu oran erkeklerde % 16,2, kadınlarda ise % 30,1. 18-29 yaş aralığında ise gençlerin % 30’u NEET statüsünde. Bu yaş grubunda erkeklerin % 17’si, kadınların ise % 43’ü NEET.
Fırsat eşitliği, yalnızca hakların tanınmasıyla değil, bu haklara gerçek ve etkin erişim imkânının sağlanmasıyla mümkün olabiliyor. Bu nedenle politika tasarımında sistemik engellerin kaldırılması, hedefli destek mekanizmalarının kurulması ve veriye dayalı izleme sistemlerinin geliştirilmesi hayati önemde.
Adil dağılım meselesi söz konusu olduğunda; Türkiye’deki gini katsayısında son yıllarda küçük dalgalanmalar olsa da genel olarak gelir dağılımındaki eşitsizlik yüksek seviyelerde seyretmekte. Zengin ile yoksul arasındaki uçurum halen ciddi. Gelirin büyük bölümü üst gelir gruplarında yoğunlaşmış; üst gelirdekiler servet ve gelir bakımından daha hızlı büyürken, düşük gelirdekilerin payı nispeten azalmakta.
Ayrıca, Türkiye’de işçilerin toplam gelir içindeki payı azalmakta; özellikle düşük gelirli çalışanlarda gelirler yeterince artmamakta. Asgari ücret artışları genellikle enflasyonun gerisinde kalmakta; bu da düşük gelirli çalışanların alım gücünü olumsuz etkiliyor.
Devletin sosyal yardım programları, yoksulluğu azaltmada etkili olmakla birlikte kapsamı sınırlı ve özellikle kırsal alanlarda erişim sorunları yaşanmakta.
Türkiye’de dolaylı vergilerin (KDV, ÖTV gibi) oranı yüksek ve bu durum düşük gelirli kesim üzerinde orantısız bir yük oluşturuyor. Gelir vergisi yapısı ise adil dağılımı sağlamakta yetersiz kalabiliyor. Servet üzerinden alınan vergiler çok sınırlı, bu da servetin toplum içinde daha eşit dağılmasını engelliyor.
Türkiye’de gelir dağılımı sadece bireyler arasında değil, bölgeler arasında da büyük farklılıklar gösteriyor. Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgeleri, gelir açısından geride kalıyor.
Dolayısıyla, adil dağılım, sadece gelir paylaşımı değil; ücretler, sosyal koruma, vergi politikaları ve bölgesel kalkınma gibi çok boyutlu politikalarla desteklenmeli. Türkiye’de bu alanda yapılacak reformlar, hem yoksulluğu azaltmak hem de sosyal adaleti sağlamak açısından kritik öneme sahip.
Adil geçişler meselesi söz konusu olduğunda; Türkiye, yenilenebilir enerji (güneş, rüzgar) alanında büyüyen bir potansiyele sahip. Ancak bu dönüşümde işçilerin yeniden eğitimi, sosyal desteklerin artırılması gibi adımlar adil geçişin önemli parçaları. Bununla birlikte, kayıt dışı çalışanların çoğunlukta olduğu sektörlerde çevresel düzenlemelerin uygulanması zorlaşıyor, bu da hem işçi sağlığı hem de çevresel sürdürülebilirlik açısından sorun yaratıyor
Dijital erişimde ise bölgeler ve sosyoekonomik gruplar arasında uçurumlar var. Türkiye’de özellikle kırsal ve düşük gelirli bölgelerde internet erişimi ve dijital beceriler sınırlı. Bu durum, iş ve eğitim fırsatlarına erişimi kısıtlıyor.
Demografik baskılar da Türkiye için açıkça görünüyor. Türkiye henüz Avrupa ülkeleri kadar yaşlanmış olmasa da yaşlanan nüfusun artmasıyla uzun vadede bakım hizmetlerine ihtiyaç artacak; bu alanda hazırlık yapılması gerekiyor.
Özetle, Türkiye sosyal adalet açısından güçlü yönler olsa da önemli açıklar da söz konusu:
- Mevzuat düzeyinde çalışma hakları, sendikalaşma hakkı ve temel iş hakları geniş bir şekilde tanınmış olmakla birlikte pratik uygulamada bunlara erişim sınırlı.
- Kadın-erkek eşitsizlikleri, özellikle iş gücüne katılım, ücret farkı, bakım yükü açısından önemli bir engel.
- Gelir dağılımında eşitsizlikler halen yüksek ve yeniden dağıtım yolları etkinliğini tam olarak gösteremiyor.
- Dijital geçişler ile demografik dönüşüm sosyal adaletin yeni cephelerini oluşturuyor.
- Sosyal koruma mekanizmalarının kapsayıcılığı, kayıt dışı ekonomi ve yoksullukla mücadele programları önemli rol oynuyor; ancak bunların güçlendirilmesine ihtiyaç var.