Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya

Dünyanın “Yalnızlık” Profili ve Türkiye – Prof. Dr. Faruk Taşçı

Prof. Dr. Faruk TAŞÇI – 18 Kasım 2025   “OECD

Prof. Dr. Faruk TAŞÇI – 18 Kasım 2025

 

“OECD Ülkelerinde Sosyal Bağlantılar ve Yalnızlık” (Social Connections and Loneliness in OECD Countries) başlıklı Rapor sosyal bağlantıların nicelik ve nitelik yönlerini ele alıyor.

Sosyal Bağlantılar ve Yalnızlık ile İlgili Zamanla Görülen Değişimler

OECD ülkelerinde insanlar geçmişe göre yüz yüze daha az sıklıkta görüşmekte; telefon, mesaj, sosyal medya gibi uzaktan iletişim ise artışta. 2006’dan 2022’ye kadar, arkadaşlarla yüz yüze günlük buluşma oranı düşmüş durumda.

Türkiye’de de benzer bir eğilim gözlenmekte. TÜİK verilerine göre özellikle gençlerde yüz yüze görüşme sıklığı azalırken mesajlaşma, sosyal medya gibi dijital iletişim öne çıkmakta.

OECD ortalamasında, arkadaş ya da aile ile geçen hafta içinde “en az bir etkileşim” (yüz yüze ya da uzaktan) bildirenlerin oranı yaklaşık % 95, “en az her gün” etkileşime girenlerin oranı ise yaklaşık % 67.

Ancak ülkeler arasında fark büyük. Haftalık hiç etkileşimi olmadığını bildirenlerin oranı % 1’den % 16’ya kadar değişiyor. Avrupa-OECD ülkelerinde (23 ülke için) “yüz yüze” arkadaş ya da aileyle buluşma oranı ise oldukça düşük. Sadece % 11 oranında bu tür günlük görüşme söz konusu. Aynı ülkelerde uzaktan (telefon/metin/sosyal medya) günlük iletişim ise % 29 civarında. Dolayısıyla, yüz yüze etkileşimler uzun vadede azalmakta, uzaktan etkileşimler ise artmakta.

Öte yandan, Avrupa’daki 22 OECD ülkesinde, ortalama olarak insanlar yaklaşık 4-5 yakın arkadaş, uzakta yaşayan arkadaşa sahip, % 8’lik kesimin ise “hiç yakın arkadaşı yok”.

Türkiye’de ortalama yakın arkadaş sayısı biraz daha düşük, ancak aile bağları görece güçlü kalmaya devam ediyor; şehirli gençlerde ise yalnızlık hissi yükselme eğiliminde. Türkiye Genel Sosyal Saha Araştırması (TGSS) verilerine göre hayatında kişisel ve özel konuları konuşabileceği 2 arkadaşı olanlar yaklaşık % 25, 1 arkadaşı olanlar yaklaşık % 21, 3 arkadaşı olanlar yaklaşık % 21, 4-6 arkadaşı olanlarsa yaklaşık % 15 ve hiç kimseyle konuşamayanlarsa % 12.5.

Arkadaş ağının çeşitliliği bakımından ise OECD’de 3 ülke için (ABD, Fransa, Meksika) yapılan analizde örneğin Meksika’da % 21, Fransa’da % 14 oranında kişi “farklı dinsel geçmişe sahip bir arkadaşım yok” diyor.

Birleşik Krallık için elde edilen verilerde, arkadaş grubundaki kişilerin büyük bir kısmı benzer yaş/etnik/eğitim düzeyine sahip kişilerden oluşuyor; % 69’u arkadaşlarının yarısından fazlasının aynı yaşta olduğunu söylüyor.

Yalnızlık hissi açısından OECD bünyesindeki 25 ülkede, “son dört hafta içinde çoğu zaman ya da her zaman yalnız hissettim” diyenlerin oranı % 3 ile % 11 arasında değişiyor; ortalama ise yaklaşık % 6. Türkiye’de bu oran yaklaşık % 8 olup, OECD ortalamasının (yaklaşık % 6) bir miktar üzerinde. Gençler ve kadınlar arasında bu oran daha yüksek.

Yalnızlığın yansımalarından biri olması noktasında; bazı OECD ülkelerinde “yardım isteyebileceğim kimse yok” diyenlerin oranı % 2’den % 20’ye kadar değişiyor. Türkiye’de ise çoğu kişi acil durumda destek alabileceğini belirtiyor, ancak yalnız yaşayan yaşlılarda bu oran OECD ortalamasının altında.

TGSS verilerindeki “yakınlarından/arkadaşlarından borç alma” sonuçlarına göre, yaklaşık % 46’lık bir kesim borcun kolayca alınabileceğini düşünürken, yaklaşık % 36’lık bir kesim bunun zor olacağını öngörüyor. Nötr (ne zor ne kolay) diyen kesim ise yaklaşık % 18 seviyesinde. Bu durum, Türkiye’de kişilerin borç alma konusunda büyük ölçüde sosyal çevreye güvendiğini ve kişisel ağların bu konudaki esnekliği önemli ölçüde belirlediğini gösteriyor.

OECD Raporu’na dönülecek olursa, 27 ülke için elde edilen veride, kişisel destek hissi azalma, ilişki tatmini düşme gibi eğilimler gözlenmiş. Bu özellikle Covid-19 dönemi ile bağlantılı olabilir. Zira kişilerin kendi bildirimlerine göre sosyal bağlantı hissinde kötüleşme belirtileri, ancak Covid-19 bağlamında ortaya çıkmış durumda.

İşin bir de eğitim boyutu var. Eğitim düzeyi yükseldikçe, sosyal bağlantı göstergelerinde (yakın arkadaş sayısı, destek algısı, yalnızlık hissi) genellikle daha iyi sonuçlar görülüyor.

Örneğin, “orta ya da üstü lise düzeyinin altında” eğitimli kişiler ile “üniversite düzeyi ya da üstü” eğitimli kişiler karşılaştırıldığında, düşük eğitimli grupta yalnız hissetme oranı yaklaşık % 10 iken, yüksek eğitimli grupta yaklaşık % 4 civarında. Ayrıca düşük eğitimli kişiler “hiç arkadaşım yok” ya da “yakın aile üyesi yok” gibi olumsuz göstergelerde daha kötü konumda.

İlginç nokta ise şu: Günlük yüz yüze görüşme açısından düşük eğitimli kişilerin oranı bazen yüksek eğitimlilere göre daha yüksek çıkabiliyor; ancak bu nicelik-nitelik ayrımını yansıtıyor, zira sık görüşme mutlaka kaliteli ve destekleyici ilişki anlamına gelmiyor.

Türkiye’de de benzer bir tablo görülmektedir: Düşük eğitimli bireyler daha sık yüz yüze görüşse de sosyal destek kalitesi ve ilişki memnuniyeti açısından yüksek eğitimlilerin gerisinde kalmakta.

Dolayısıyla, “çok sık görüşme” imkânı verebilen uzaktan iletişim artışı olumlu bir adaptasyon gibi görünse de “aynı kalite”yi verip vermediği belirsiz. Yani nicelik olarak artmış olabilir ama nitelik/derinlik açısından riskler var.

Risk Altındaki Gruplar

Geleneksel olarak “yüksek risk” grupları yaşlılar, yalnız yaşayanlar ya da düşük gelirli olanlar olarak görülürken, OECD Raporu’nda gençler ve erkeklerin de bu riskin altına girme eğiliminde oldukları belirtiliyor.

Yani daha önce düşük riskli kabul edilen gruplar arasında yer alan erkekler ve gençler, sosyal bağlantı açısından en büyük kötüleşmeyi yaşayan kesimler olmuş durumda. Gençler hem yüz yüze buluşmalarında ciddi düşüş yaşamış hem de uzaktan iletişim artışından yeterince yararlanamamış.

OECD genelinde olduğu gibi Türkiye’de de gençler ve erkekler sosyal bağlantı ve yalnızlık açısından “artan risk” altında; özellikle şehirli genç erkeklerde sosyal destek arama davranışı düşük.

Örneğin, İstanbul Planlama Ajansı’nın 2023 Gençlik Araştırması’na göre gençlerin % 48’i “bazen”, % 18’i “sık sık” yalnız hissettiğini söylüyor. TÜİK Yaşam Memnuniyeti Araştırması (2023) sonuçları da gençlerde sosyal memnuniyetin diğer yaş gruplarına göre daha düşük olduğunu gösteriyor.

Ayrıca, OECD Raporu’na göre, sosyal bağlantıdaki yoksunluklar genellikle sosyo-ekonomik dezavantaj, yalnız yaşama ve ilerlemiş yaş gibi faktörlerle örtüşmekte.

Örneğin, işsizler yüksek risk altında. İşsiz olanların yalnız hissetme oranı yaklaşık % 12 iken, istihdamda olanlarda bu oran yaklaşık % 4. Sosyal destek eksikliği ve ilişki memnuniyetsizliği açısından da benzer farklar var.

Bu da gösteriyor ki ekonomik kaynak eksikliği sosyal bağlantıyı olumsuz etkileyen önemli bir faktör. Zira finansal kısıtlar sosyal etkinliklere katılımı sınırlandırabiliyor, bu da sosyal ağları zayıflatabiliyor.

Türkiye’de düşük gelirli ve işsiz kişilerde sosyal etkinliklere katılım kısıtlı. Bu da sosyal ağların daralmasına yol açıyor. Örneğin, Türkiye’deki genç işsizlerin yalnızlık hissi ve sosyal izolasyon OECD ortalamasının üzerinde. Ayrıca düşük gelir grubundaki kişilerde “sosyal aktivitelere katılamama” oranı görece yüksek.

OECD Raporu’na göre, yalnız yaşayanların sosyal bağlantıları, birlikte yaşayanlara göre belirgin şekilde daha olumsuz. Örneğin yalnız yaşayanlarda “son dört hafta içinde çoğu zaman ya da her zaman yalnız hissettim” oranı yaklaşık % 14 iken, birlikte yaşayanlarda bu oran yaklaşık % 4.

Bekar/ayrı/boşanmış/kimsesiz kişiler ile evli olanlar arasında da fark var. Bekar/yalnız kişiler, evli olanlara göre yalnız hissetme açısından yaklaşık 4 kat daha yüksek risk altında (% 11-% 3).

Türkiye’de yalnız yaşayan hane oranı hızla artmakta; yalnız yaşayanların oranı % 15’lere dayanmış durumda. Bu grup özellikle büyük şehirlerde yoğunlaşıyor ve yalnızlık riski artıyor. Covid-19 sonrası dönemde yalnız yaşama daha da belirginleşmiş.

OECD Raporu’na göre, göçmen kökenli ya da azınlık gruplarına mensup olan kişilerin sosyal destek, yalnızlık gibi göstergelerde dezavantajlı olduğu görülüyor. Türkiye’de de göçmen topluluklarda sosyal izolasyon belirgin; özellikle dil engeli ve güvencesiz/kayıtdışı istihdam nedeniyle göçmenlerle etkileşim sınırlı kalıyor.

 Sosyal Bağlantıları Güçlendirmek ve Yalnızlıkla Mücadele

“Sosyal bağlantılar” sosyal ilişkilerin, sağlık, istihdam ve eğitim gibi alanlar üzerinde etkilere sahip. Hal böyle olunca sosyal bağlantıları güçlendirmek hem siyasi hem de toplumsal bir öncelik hâline geliyor.

Birçok OECD ülkesi (Avusturya, Danimarka, Finlandiya, Almanya, Japonya, Kore, Litvanya, Hollanda, İsveç, Birleşik Krallık) yalnızlıkla mücadele için ulusal stratejiler ve özel programlar geliştirmiş.

Çözüm yaklaşımları arasında, i) sosyal altyapının iyileştirilmesi; ii) dijital teknolojilerin olumlu yönde kullanılması ile iii) toplum düzeyinde ve bireysel düzeyde müdahalelerin geliştirilmesi öneriliyor.

Sosyal altyapı denince topluluk içinde insanların karşılaşabileceği, etkileşime girebileceği fiziksel mekânlar ve kurumlar söz konusu; yani insanların günlük yaşamlarında karşılaşabileceği ve etkileşime girebileceği yarı‐kamusal ya da kamusal alanlar sosyal altyapı anlamına geliyor.

Burada parklar, kütüphaneler, kafe‐mekânlar, topluluk merkezleri önemli araçlar. Bu tür mekânların varlığı ve erişilebilirliği, farklı sosyo‐demografik gruplardan kişilerin “köprü” ve “bağlantı” türü sosyal bağlar oluşturmasına katkı sağlıyor. Bu da toplumsal bütünleşme ve sosyal sermaye açısından önemli.

Ancak sosyal altyapıya erişimde eşitsizlikler var. Alt gelirli bölgelerde, OECD ülkelerindeki azınlık nüfusun yoğun olduğu mahallelerde ve göçmenlerin yaşadıkları yerlerdeki sosyal altyapı eksikliği veya kalitesizliği gözlenmiş. Dolayısıyla sosyal altyapının fiziksel planlama, mekânsal erişim, kültürel uygunluk gibi açılardan tasarlanması; farklı grupların ihtiyaçlarına uygun olması elzem.

Dijitalleşme denilince dijital iletişim teknolojilerinin, sosyal medya platformlarının, çevrimiçi etkileşimlerin yaygınlaşması ve bunun sosyal bağlantı üzerindeki etkileri söz konusu oluyor.

Dijital teknolojiler ve sosyal medya, arkadaş ile iletişimi kolaylaştırma açısından büyük potansiyel taşıyor, özellikle coğrafi uzaklık olduğunda. Ancak bazı araştırmalar dijitalleşmenin yüz yüze etkileşimi ikame ederek veya azaltarak sosyal bağlantı kalitesini düşürebileceği yönünde bulgular veriyor. Bu konuda “yerine koyma” teorisi söz konusu. Örneğin, Rapor’da, bazı ülkelerde ankete katılanların önemli bir kısmı “sosyal medyanın insanları daha bağlı değil, daha yalnız hissettirdiğini” söylüyor.

Ancak dijitalleşmenin etkisi tek yönlü değil: Kullanım biçimi, amaç, aktif mi pasif mi olduğu gibi değişkenler sonuçları etkiliyor. Örneğin aktif iletişim yapan kullanıcılar ile sadece izleyen kullanıcılar arasında farklılıklar oluyor.

Bu gerçekliği dikkate alarak; dijital araçların sosyal bağlantı için destekleyici biçimde kullanılabilmesi adına kullanım alışkanlıklarının, çevrimiçi-çevrimdışı etkileşimin dengelerinin izlenmesi, gençlerin dijital risklere karşı korunması vb. gereklilikler üzerinden politikalar geliştirilmeli.

Yine de bu iki unsurun (sosyal altyapı ve dijitalleşme) hem fırsatları hem riskleri içerdiği; aynı zamanda ölçüm ve politika tasarımı açısından hâlâ önemli bilgi boşlukları olduğu vurgulanıyor.

Bu çerçevede Rapor şunlara işaret ediyor:

  • Sosyal altyapı sadece “mekân sayısı” meselesi değil; erişilebilirlik, davranışa uygunluk, dahil edicilik önemli.
  • Dijitalleşme ile ilgili olarak; çevrimiçi bağlantılar yüz yüze bağlantıların yerini tam olarak alamayabilir; nicelik artışı kalite artışı anlamına gelmeyebilir. Bu yüzden politika yapıcıların “dijital=iyi” demekten kaçınması, konunun “bağlamı”nı görmesi gerekiyor.
  • Sosyal bağlantı sorunları yalnızca bireysel düzeyde değil, yapısal ve mekânsal düzeyde de değerlendirilebilmeli. Yani “kim yalnız kaldı?” sorusundan öte “toplumda hangi yapısal koşullar sosyal bağlantıyı zorlaştırıyor ve yalnızlığı tetikliyor” sorusu da önemli.
  • Ayrıca Covid-19’un da dijitalleşme ve sosyal altyapı kullanımı üzerinde önemli etkileri oldu. Mekân kullanımı, dış mekâna çıkma, dijital etkileşim gibi alışkanlıklarda değişimler görüldü. Bu bağlamda uzun vadeli eğilimleri izlemek önemli.