Reşit Kemal AS – 19 Aralık 2025
Akdeniz bugün sadece bir deniz değil, haritaların, ittifakların ve güç iddialarının üst üste bindirildiği jeopolitik bir satranç tahtasıdır. Son yıllarda imzalanan deniz yetki alanı anlaşmaları da hukuki metinlerden çok daha fazlasını ifade ediyor. Türkiye’yi merkeze aldığımızda bu anlaşmaların ortak bir yönü olduğu görülüyor: Ankara’yı denizden çevreleme ve oyun alanını daraltma çabası.
Deniz yetki alanları teoride uluslararası hukuk konusudur, pratikte ise güç dengelerinin denize yansımasıdır. Doğu Akdeniz’de keşfedilen enerji kaynakları, bu alanları bir anda teknik bir hukuk tartışmasından çıkarıp sert bir jeopolitik rekabete dönüştürdü.
Türkiye’nin uzun kıyı şeridine rağmen Doğu Akdeniz’de “dar bir alana sıkıştırılmak” istenmesi, meselenin hukuktan ziyade siyasi ve stratejik olduğunu açıkça gösteriyor.
📌İsrail: Enerjiyi Güvence Altına Alma Arayışı
İsrail açısından deniz sınırı anlaşmaları, güvenlikten önce enerji ihracatının sigortasıdır. Doğalgaz sahalarını Avrupa pazarına ulaştırmak isteyen Tel Aviv, bunun için siyasi olarak uyumlu, askeri olarak güçlü ortaklara ihtiyaç duyuyor.
Türkiye ile doğrudan bir çatışma arayışı yok, ancak Ankara’nın Doğu Akdeniz’de kilit aktör olmasını da istemiyor. Bu nedenle İsrail, Yunanistan ve Güney Kıbrıs üzerinden şekillenen denklemde yer alarak Türkiye’yi alternatif dışı bırakmaya çalışan bir enerji jeopolitiği izliyor.
📌Mısır: Bölgesel Liderlik ve Rejim Güvencesi
Mısır’ın pozisyonu ise daha ideolojik ve rejim merkezlidir. Kahire, deniz sınırı anlaşmalarını sadece enerji değil, bölgesel liderlik iddiasının bir parçası olarak görüyor. Türkiye ile yaşanan siyasi gerilim, deniz yetki alanları üzerinden somut bir cepheye dönüşmüş durumda.
Mısır’ın Yunanistan’la yaptığı anlaşmalar, kendi çıkarlarını azamiye taşımaktan çok Türkiye’nin alanını daraltmayı hedefleyen bir siyasi tercih niteliği taşıyor. Bu tercihin bedeli, Mısır’ın aslında daha geniş deniz alanlarından feragat etmesi oldu. Ancak Kahire için mesele, coğrafyadan çok siyasetti.
📌Libya: Kilit Taş mı, Kırılgan Halka mı?
Libya, Doğu Akdeniz denkleminde oyunun seyrini değiştiren aktör oldu. Türkiye–Libya Deniz Yetki Alanları Anlaşması, sadece iki ülke arasında imzalanmış bir belge değil, Akdeniz’de kurulan denkleme açık bir itirazdı.
Ancak Libya aynı zamanda kırılgan bir ülke. İç siyasi bölünmeler, dış müdahaleler ve istikrarsızlık, bu anlaşmayı sürekli tartışmalı hale getiriyor. Türkiye açısından Libya, hem stratejik bir kazanım hem de sürekli korunması gereken bir jeopolitik cephe anlamına geliyor.
📍Türkiye Açısından Güvenlik Riskleri
📌Denizden Kuşatma Riski
Anlaşmalar zinciriyle Türkiye’nin Akdeniz’e çıkışının daraltılması, uzun vadede deniz gücünü ve enerji erişimini sınırlandırmayı hedefliyor.
📌Askeri Gerilim ve Kaza İhtimali
Sondaj gemileri, donanma unsurları ve hava devriyeleri arttıkça, istenmeyen bir çatışma riski de büyüyor. Doğu Akdeniz, düşük yoğunluklu ama sürekli bir gerilim hattına dönüşmüş durumda.
📌Diplomatik Yalnızlaştırma Çabası
Türkiye’yi “istisna” ve “problemli aktör” gibi gösterme stratejisi, hukuki değil siyasi bir yalnızlaştırma hedefliyor. Bu da uzun vadede Türkiye’nin manevra alanını daraltmayı amaçlıyor.
📍Harita Değil, İrade Meselesi
Doğu Akdeniz’de mesele çizilen deniz sınırlarından ibaret değil, kimin sözünün geçeceği meselesidir. Türkiye için bu süreç, sadece enerji ya da hukuk tartışması değil, doğrudan egemenlik, güvenlik ve caydırıcılık konusudur.
Bugün Akdeniz’de çizilen her hat, aslında yarının güç dengesine dair bir iddia taşır. Türkiye’nin bu tabloda geri çekilmesi, denizden vazgeçmesi değil, stratejik iradesinden vazgeçmesi anlamına gelir.
NOT: ”Haritalar masada çizilir ama denizde tutunamayanın haritası da uzun ömürlü olmaz.”



YORUMLAR