Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya

Caydırıcılık Konseptinin İşe Yaramadığı Dünyada Yeni Düzen Arayışları – Doç. Dr. Kemal Olçar

Doç. Dr. Kemal OLÇAR – 21 Ekim 2025   Latince

Doç. Dr. Kemal OLÇAR – 21 Ekim 2025

 

Latince “deterrere” kelimesinden türeyen “caydırmak” ifadesi aslında tehdit yoluyla “korkutmak ve vazgeçirmek” anlamında kullanılmaktadır. Yani rakibi askeri bir faaliyet icra etmeden önce ortaya çıkacak risk ve maliyetinin kazanç beklentisinden daha fazla olacağına dair ikna etmek demektir. Bazı düşünürler (Jeremy Bentham) caydırma eylemini suç ve ceza ilişkisi ile de açıklamaya çalışmaktadır. Suçlu kimseler alacakları maksimim cezayı ve suçtan elde edecekleri kazancı hesaplamakta, eşitlik ve/veya suçtan kar daha baskın olduğunda eyleme geçmektedirler.

Dolayısıyla bu anlamda ceza kavramı içinde yer alan caydırıcılık uluslararası ilişkilerde de geçerli hale gelmiştir. Soğuk Savaş döneminde caydırıcılık, Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler Birliği arasında baskın bir stratejik araç olarak kullanılmıştır. Günümüzde de orduların temel misyonu savaşı gerektiğinde kazanmak olduğu gibi aynı zamanda karşı tarafı caydırabilme yeteneğini haiz olmaktır. Sun Tzu’ye göre “gerçek zafer, savaşmadan kazanılan zaferdir, gerçek önder savaşmadan kazanan önderdir”. Dolayısıyla “düşmanın iradesini kırmak” her zaman öncelikli olmalıdır.

Örneğin İsrail’in tüm motivasyonuna ve katil yöneticilerinin soykırımcı karakterlerine rağmen Gazze topraklarına saldırmasını savaşmadan engellemek, ya da Rusya Federasyonu’nun Gürcistan, Ukrayna ve başka diğer ülkelerin toprak bütünlüklerini bozacak saldırılar yapmasına mâni olmak, FETÖ, PKK veya DAEŞ gibi terör örgütlerini Türkiye başta olmak üzere bölge ülkelerinde korku, tedhiş iklimini oluşturma çabalarından daha kuruluş aşamalarında vazgeçirmek, en geniş anlamda BM Şartı’nda yer alan savaş yasağı konusundaki maddelere tam riayet etmek/ettirmek mümkün müdür?

Nükleer Caydırıcılık ve Gerçeklik

Teorik anlamda nükleer kapasiteye sahip olmak ülkelere başlı başına caydırıcılık yeteneği sağlamaktadır. Ancak uygulamalara bakıldığında son on yıl içinde nükleer kapasitesi olan Hindistan Pakistan’a, İsrail Gazze, Yemen, Suriye, Lübnan ve İran’a, Rusya Federasyonu, Gürcistan ve Ukrayna’ya doğrudan saldırı düzenlemişler ve bazıları toprak elde etmişlerdir. İlginç olan bu saldırılar karşısında savunan taraflar da konvansiyonel kapasiteleri ile karşılık verebilmişlerdir. Fikri anlamda nükleer silahlar “tarafların saldırmayı düşünmemesine” neden olamamıştır.

Diğer taraftan “garantörlük” kavramı da yayılmacılara karşı önemli bir blokaj oluşturmakla beraber saldırmazlık niyetlerini tamamen ortadan kaldıramamıştır. Zorlayıcı diplomatik çabalar (ambargo, boykot, abluka, gümrük artışları, ticaretin sıfırlanması vs.) ise agresif ülkeleri yavaşlatamamış ve yüksek politikalarını değiştirememiştir. Yine terör üreten devletlere karşı oluşturulan özel koalisyonların müdahaleleri teknik olarak ülkelerin saldırgan niyetlerini ortadan kaldırması beklenirken, bakıldığında ABD’nin öncülüğünde kurulan koalisyon güçleri Irak’a iki defa, Afganistan’a, Suriye’ye, Somali’ye ve diğer birçok bölgeye müdahale etmiş, ancak bu tür çökmüş devletler terör örgütleri için güvenli alan olmaktan çıkmamıştır.

Savunma Yatırımları ve Teknoloji

Başka bir caydırıcılık yöntemi güçlü bir savunma hattı veya taarruz yeteneği tesis etmektir. Bunun için ülkeler savunma ve saldırı kapasitelerini arttırmaya ve teknolojik imkanlarını savunma sanayi ürünlerine aktarmaya çalışırlar. Son derece üstün harp silah ve araçları üreten bazı ülkeler incelendiğinde yapay destekli yüksek teknoloji üretimi gerçekleştirmelerine rağmen hala risk ve tehdit algılarının devam ettiği görülmektedir. Almanya, İsveç, İngiltere, Fransa gibi ülkeler Rusya Federasyonu karşısında hala tam güvende olmadıklarını açıkça ortaya koymakta ve her yıl milyarlarca Avroyu savunma bütçesi olarak ayırmaktadırlar.

Bu tür durumlarda ise geliştirilen en önemli caydırma tekniği “ittifaklık” sistemi olarak görülen güç dengesi yaklaşımı ve kolektif savunma konseptidir. Tarihte “Kutsal İttifak”, Batı İttifakı (NATO), Doğu Bloğu (Varşova Paktı), geçici/daimi ittifaklar, ortak düşmana karşı birleşme (Mihver Devletler, Müttefikler, Merkezi Devletler vs.) şeklinde birçok örnek görülmüştür. Ancak bu düşünce de özellikle gevşek ittifaklıkta dağılmayla sonuçlanmış, hatta bir dönem müttefik olanların ezeli düşman (İngiltere-ABD-Fransa ve SSCB) haline geldiği görülmüştür. Bugün bu anlamda kurulan ve daimî olan sadece NATO kalmıştır. NATO’nun da her bölgeye müdahale etmeye yönelik önemli kısıtlamaları bulunmaktadır.

Bunun dışında belki tam olarak caydırıcılık kavramı ile açıklanmasa da bazı uzmanlar (Robert O. Keohane ve Joseph Nye) karşılıklı karmaşık bağımlılık ilkesini ortaya atmışlar ve iki ülkenin karşılıklı iktisaden bağımlılıkları varsa aralarında savaşın çıkma olasılığının çok düşük olduğunu iddia etmişlerdir. “Demokratik barış” (Bruce Russett) yaklaşımına göre de demokratik devletlerin birbirleriyle savaşmadıkları görüşü ön plana çıkmış ve dünya çapında oldukça taraftar kazanmıştır. Ancak görüldüğü üzere otoriter rejimler ile demokratik rejimler, demokratik olanlarla demokratik olanlar karşılıklı düşük veya orta ölçekte çok sayıda savaş yaşamışlardır.

BM’nin Rolü ve Uygulamadaki Eksiklikler

Aslında en önemli caydırıcılık mekanizması BM tarafından kurulmuştur. BM Anlaşması silah kullanmanın yasaklanması dışında VII. Bölüm: “Barışın Tehdidi, Bozulması ve Saldırı Eylemi Durumunda Alınacak Önlemler” Madde 39, 40, 41 ve 42 gereği Güvenlik Konseyi, tehdidi saptar, tavsiyelerde bulunur, önlemleri kararlaştırır, silah dışı tedbirleri (diplomasi, zorlayıcı baskı araçları, ilişkileri askıya alma, ekonomik yaptırımlar vs.) ilan eder ve nihayet barışın yeniden tesisi için askeri güç teşkil eder ve barışı koruma operasyonları kapsamında müdahaleyi gerçekleştirir. Bu yöntemler uluslararası hukuka en uygun yaklaşımdır, ancak başta Bosna, Ukrayna ve Gazze olmak üzere dünyanın birçok yerinde caydırıcılık görevini tam olarak yerine getirememiştir.

Bu durumda yeni konseptler bulmak zorunluluğu ortaya çıkmıştır. Konseptin merkezinde de belki de diğer yöntemlerin yanında “HALKLAR” olmak mecburiyetindendir. Çünkü bütün ifade edilen caydırma metotlarının hiçbirinde gerçek anlamda halk kitleleri yoktur. En başından toplumlar tarafından seçilecek liderlerin barışı ve diplomasiyi önceliklendiren ideolojisi olmalı ve sadece ulusal/bölgesel değil küresel barış vizyonuna sahip hükümetlerin iş başında tutulması gerekmektedir. Aksi halde gelecekte sıradan insanların da “suç” ortağı olma ihtimali yüksektir.