Bercan TUTAR – 12 Mayıs 2025
Yeni dünya için yeni küresel düzen
Dünya hızlı bir değişim sürecinden geçiyor. Gazze dışındaki Ukrayna, İran, Keşmir, Suriye, Yemen ve Tayvan gibi krizlerde büyük ilerlemeler yaşanıyor veya yaşanacak. Kuşku yok ki Gazze konusunda da er veya geç beklenen barış ve istikrar sağlanacaktır. Gidişat bunu gösteriyor.
Çünkü 21. yüzyıl bir öncekinin aksine ne büyük güçler ne de ardından gelen Soğuk Savaş dönemindeki Kore ve Vietnam gibi vekil güçler arasındaki savaşlara sahne olmaktan uzak görünüyor. Başını ABD, Rusya, Çin ve Türkiye’nin çektiği büyük güçler arasındaki rekabet geri dönüyor. Büyük güç rekabeti genellikle ya I. II. Dünya Savaşı gibi küresel çatışmalara yol açar ya da 1648 Vestfalya Barışı, 1814 Viyana Kongresi veya 1945 Yalta Konferansı gibi küresel uzlaşılarla son bulur.
Gelişmeler ve alınan pozisyonlar bize dünyanın topyekun bir global savaştan çok bölgesel ve bölünmüş düzeyde de olsa parçalı ve çok kutuplu global bir uzlaşıya doğru ilerlediğini gösteriyor.
Kritik Bölgelerde Barış ve Dönüşüm Rüzgarları
Ukrayna’da ateşkesin sağlanmasından Keşmir’deki Çin ve Türkiye destekli Pakistan ile Rusya ve ABD destekli Hindistan arasındaki çatışmanın büyümeden önlenmesine, Soğuk Savaş şartlarında oluşturulan PKK’nın Türkiye’nin Batı ile mücadelede elde ettiği başarılar nedeniyle yeni dönemde artık etkisini ve meşruiyetini kaybettiği için kendini tasfiye edip silah bırakma kararı almasına, İran ile ABD’nin nükleer müzakerelere yeniden başlamasından Afrika’daki Sudan başta olmak üzere birçok çatışmanın çözüm yoluna girmesine ve hatta Katolik dünyasının merkezi Vatikan’a ilk kez Amerikalı bir Papa’nın seçilmesine kadar farklı kıtalarda ve ülkelerde küresel ve bölgesel çapta ve tarihin akışını değiştirecek düzeyde birbiriyle bağlantılı birçok kritik gelişme yaşanıyor.
Bunlar birer tesadüf değil. Bütün bu hadiseler şu ana kadar devrede olan küresel sistemin normlarının bölgesel ve ulusal düzeyde de değişmeye başladığının, kırıldığının, dönüştüğünün ve bu dönüşümün daha da derinleşerek devam edeceğinin işaretleri.
Artık tek veya iki hegemon gücün dünyaya kendi sistemlerini etraflarındaki uydu yapılanmalarla ve kurumlarla dayattığı, bir veya iki süper devlete bağlı serfler konumundaki uydu siyasal yapılara dayalı kapitalist veya sosyalist ‘üniter devletler’ dönemi kapanıyor.
Yeniden ‘milli devletler’ çağına geri dönüyoruz. Yeni küresel aktörlerin ulus ve sınır ötesi ile deniz aşırı coğrafyaları da kapsayan ve devletten medeniyete doğru ilerleyen yeni bir emepryal çağa adım atıyoruz.
Yeni Paradigma: Çok Uluslu, Çok Kültürlü ve Çok Kutuplu Dünya
Artık imparatorluklar dönemine giriyoruz. Bu dönemin en önemli özelliği çok uluslu, çok kültürlü ve çok kutuplu bir küresel paradigmaya dayanmasıdır. Bu nedenle dinler arası çatışma yerine dinler ve mezhepler arası barış daha fazla öne çıkacak. Etnik yapılar veya lobilere endeksli mutlu azınlıkların ve neo-liberal kesimlerin süfli çıkarlarından çok dinin, medeniyetin ve jeo-kültürel reflekslerin daha fazla ağırlıkta olduğu azami paydaların ağırlık kazandığı yeni bir siyaset anlayışı devrede olacak.
Hemen herkes köklerine geri dönüyor. Bu yeni trendin sembol ülkesi Türkiye’ydi. Ardından Rusya ve Çin geldi. Şimdi bu revizyonist güçlere ABD de katıldı. Sosyalist Rusya hızla tarihsel kültürü olan Ortodoksluğu benimseye ve bunu yaparken hem kendi işçindeki hem de hinterlandındaki bütün kültürleri ve dinleri -İslamiyet dâhil- kucaklıyor. 1200’lerden itibaren 1700’lere Moğol ve Müslüman Tatarların egemenliğinde kalan Rusya 1700’lerden sonra tam bağımsız hale geldi. Ortodoks Rusya yeniden yükselirken İspanya gibi intikamcı olmadı. Kendisini yüzyıllarca yöneten Müslüman ve Türk kültürünü imha etmedi.
Bu kültürle barıştı ve bu kültürü kendi jeo-politik hamlelerinin manivelası haline getirdi. Ancak 9 asır Müslüman Arapların egemenliği altında kalan İspanya, egemenliğini kazanır kazanmaz Rusya’nın aksine farklı bir yol izledi. 1492 yılında son Endülüs devletinin yıkılmasından sonra Katolik ispanya, İber Yarımadası’ndaki Müslümanlara karşı imha ve yok etme savaşı açtı. Bu hamleyi yani Müslümanlar yanında Yahudileri de İspanya’dan tamamen sürme ve yok etme projesine İspanyolcada ‘Yeniden fetih’ anlamına gelen ‘Reconquista’ terimiyle ifade ettiler.
Ne var ki içindeki çoğulculuğu ve farklılığı kucaklayan Rusya hızla yükselirken tam tersi bir strateji izleyen İspanya İmparatorluğu ise kısa sürede zayıfladı ve Avrupa’nın sıradan bir gücü haline geldi. Rusya ise küresel bir aktöre dönüştü.
Türkiye’nin Jeo-Kültürel Atılımı
Türkiye de artık hapsedildiği Anadolu parantezini aşıyor. Kendisine dayatılan sömürgeci kültürel ve ideolojik tanımları ve elbiseyi yırtıyor. Kendini ve geleceğini yeniden dizayn edip tarif ediyor. Kuzey Afrika’dan Balkanlar’a, Ortadoğu’dan Kafkasya’ya, Adriyatik’ten Orta Asya’ya, Fas’tan Endonezya’ya ve Pakistan’dan Somali’ye kadar uzanan tarihsel ve jeo-kültürel coğrafyasına yeniden dönüyor.
Çin de sosyalist sistemini Konfüçyüs anlayışı ile harmanlayarak jeo-kültürel nüfuz alanını artırmaya çalışıyor. Neo-liberal ve Protestan ABD’de de benzer bir köklerine dönüş süreci görüyoruz. Küreselci neo-liberal kültüre savaş açan ABD Başkanı Donald Trump etki alanını Vatikan’a kadar genişletti. Beyaz Saray basın sözcüsü Karoline Claire Leavitt, günlük medya brifinglerine artık dua ile başlıyor. Trump Katolik yardımcısı JD Vance’i ölüm döşeğindeki Papa Francis’e boşuna göndermedi.
ABD’nin jeopolitik gücü göz önüne alındığında bir Amerikalının Papa olarak seçilmesi hem Vatikan’daki köklü değişiminin hem de hegemonyası zayıflayan ABD’nin yeni güç takviyesiyle ortaya çıkan çok kutuplu dünyaya yönelik hazırlığının ve elini daha da güçlendirmek isteğinin bir göstergesi olarak okunmalı.
Zira küresel siyasete yön verecek konumdaki ABD, Rusya, Çin ve Türkiye gibi aktörler dar bir ideolojinin tellalı olmaktan çok artık birer medeniyetin temsilcileri gibi hareket etmek zorunda. Bu reel-politik determinizm bu aktörleri yeni bir imparatorluk paradigmasıyla hareket etmeye, sadece fiziki değil siyasi ve jeo-kültürel coğrafyalarını da yeniden tanımlayıp kucaklamaya zorluyor.
YORUMLAR