Bercan TUTAR – 16 Eylül 2025
İsrail’in can damarları Türkiye’nin elinde…
ABD’deki Yahudi lobisinin finanse ettiği ve bedava dağıtılan psikolojik harp gazetesi Israel Hayom’da son zamanlarda Türkiye’yi hedef alan yoğun haber analizler yayımlanıyor. Haaretz, Maariv, Yediot Ahronoth ve Israel Times gibi diğer Siyonist medya organlarında da benzer bir trend söz konusu. Ancak liderliği açık ara Israel Hayom sürdürüyor. Bu gazeteden son olarak Abraham Ben-Zvi, fiyasko ile sonuçlanan Doha saldırısıyla ilgili yazısında “Netanyahu’nun ABD ile ilişkilere zarar verdiğini, stratejik bağları tehlikeye attığını” söylüyor. Oysa böyle bir şey yok. Bu yazılar tamamen ABD’nin de içinde yer aldığı Doha fiyaskosunu perdeleme çabaları.
Doha Zirvesi ve Bölgesel Kırılma İşareti
Bunu İslam ülkeleri ve Arap dünyasının dün Doha’daki zirvesi sırasında ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio’nun alel acele Tel Aviv’e gidişinden de gördük. Türkiye’nin fiili lideri olduğu Doha’daki zirve bir bakıma İslam dünyası ile ABD ve taşeronu İsrail arasında derin kırılmalara yol açacak. ABD’nin güvenlik şemsiyesi altındaki Körfez ve Ortadoğu ülkeleri bundan sonra Türkiye’nin güvenlik şemsiyesine yönelecektir. Zaten Katar’ın hedef seçilmesi de tesadüf değil. Türkiye’nin resmi patronajı altındaki Katar’da askeri üssümüz var. Katar saldırısı zaten bu bağlamda genel olarak Körfez ve İslam dünyasına özel olarak da Katar ile çok özel ilişkiler geliştirerek bölgedeki siyonist dengeyi sarsan Türkiye’ye verilmiş bir mesajdı.
Nitekim Doha saldırısından sonra İsrail Savunma Bakanı Israel Katz’ın “Gazze’yi birkaç gün içinde yaşanmaz hâle getireceğiz, Hizbullah’a nefes aldırmayacağız, Husiler sırada, Katar’ı şaşırttığımız gibi yeni sürprizler hazırlıyoruz” sözleri zaten niyetlerini açıklıyor. Bakanları ağızlarına Türkiye’nin adını alamıyor ancak akademisyen, analist ve askeri stratejistleri sabah akşam asıl hedefin Türkiye olduğunu saklamıyor. İsrail medyası da hemen her gün yayımladığı analiz haberlerde açık açık Türkiye’yi de işaret ediyor. Yediot Ahronot’un, “Doha’daki Hamas liderlerine yönelik saldırılar Ankara üzerinde de ağır bir gölge bırakıyor” haberi bunun en somut örneklerinden biri.
Sadece kurşun asker görevine koşulan medya değil İsrail kabinesindeki bakanlar dahi birer militan gibi saldırıyor. Örneğin Göçmenlik ve Kudüs Mirası Bakanı olan Zeev Elkin, “Hamas liderlerine Türkiye’de de saldırı düzenlenmesi ihtimalini reddetmiyoruz” derken Enerji Bakanı Eli Cohen, “Hamas’la bağlantılı hiç kimse dünyanın hiçbir yerinde rahat uyuyamaz” sözleriyle Türkiye’ye aba altından sopa gösterme küstahlığında bulunabiliyor.
Psikolojik Harp ve Kuyruğu Dik Tutma Taktiği
İsrail’in Türkiye’yi hedefe koyan küstahlığı bir psikolojik harp taktiği. Kuyruğu dik tutma gayreti. Çünkü Türkiye’nin artık harekete geçtiğini görüyorlar. Stratejik sabırla davranan Türkiye, İsrail ve destekçisi ABD’yi bölgede felç edecek jeo-politik hamleleri içeren ağını bir örümcek titizliğiyle örüyor.
Dolayısıyla İsrail’in de ABD’nin de etekleri tutuşmuş halde. Rubio’nun Doha zirvesi yapılırken İsrail’e gitmesi aslında İslam dünyasına bir gözdağıydı. Doha saldırısını ABD ve İsrail birlikte planladı. Ama operasyon fiyaskoyla sonuçlandığı için ABD sorumluluğu İsrail’in omuzlarına yıkarak bu hezimetten sıyrılmaya çalışıyor. Zaten Abraham Ben-Zvi de bu misyonla kaleme almış yazısını… Doha saldırısıyla “Netanyahu’nun ABD ile ilişkilere zarar verdiğini ” söylüyor. ABD’nin hala arabulucu olduğunu ve İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu’nun ABD Başkanı Donald Trump’ın bölge ülkeleriyle İsrail’in normalleşme stratejisini baltaladığını söylüyor.
Oysa İsrail medyasındaki Ben-Zvi gibilerin yazdığı patolojik analizler de ABD’li Bakan Rubio’nun ziyareti de tamamen bir PR çalışması. İsrail ve ABD’nin hem de BM’de soykırımcı siyonistlerin uluslararası oksijenin en aza indiği bir dönemde böylesi bir barbarlığa girişmesi; saklanmayan ve resmi görüşmelerde bulunan Doha’daki Hamas’ın müzakere heyetine saldırması zaten kendi içinde skandallarla dolu.
Doha saldırısı, ABD ve saldırı köpeği İsrail’in aslında barış değil topyekûn savaş istediğini ve buna göre davrandıklarını gözler önüne seriyor. Filistin’i ve Filistinlileri hafızlardan da haritalardan silmek dışında asıl gayeleri bölgeyi tamamen teslim alarak kendi sömürgeci çıkarlarına göre yeniden dizayn etmek.
Türkiye’nin Yükselen Oyun Kuruculuğu
İsrail ve ABD’de alarm zilleri çalmasının nedeni aslında Türkiye’nin Doha’dan sonra Arap ve İslam dünyasında öne çıkan ve bundan sonra yeni dönemde daha da öne çıkacak olan ‘oyun kurucu’ varlığıdır, etkinliğidir. Yukarıda da bahsettiğim gibi Arap ülkeleri artık ABD’nin savunma teknolojisine güvenemez. ABD’nin en sadık müttefiklerini bile sattığı gerçeğini Doha saldırısıyla Körfez ülkeleri de gördü.
Bu bağlamda Türkiye önderliğinde yeni bir jeo-politik hat oluşacaktır bölgemizde. Burada özellikle Yunan ve İsrail medyasındaki farklı konumlanma ve telaş göze çarpıyor. Rum ve Yahudi lobileri analiz ve haberlerinde Türkiye’nin yükselen askeri ve jeo-politik gücünün sadece İsrail ve Yunanistan için değil Batı için de en büyük tehdit kaynağı olacağının propagandasını yapıyor.
Fakat şu ana kadar başarılı olamadılar. Aksine Avrupa ve ABD daha reel politik saiklerle hareket edip Türkiye ile uzlaşı noktalarını daha da artırma gayreti içinde. Türkiye’nin Batı’daki ve İslam dünyasındaki özgül değeri arttıkça siyonist kalemşorların fanatik hezeyanları daha da derinleşiyor.
Özellikle Gazze’deki soykırım ile birlikte son örneğini Doha’da gördüğümüz üzere bölge ülkelerine yönelik saldırıları artan İsrail’e karşı ayakta durabilen tek aktörün Türkiye olduğu ve olacağı gerçeği bölgemizdeki jeo-politik dengelerde tsunamilere yol açacak. Bunun örneğini Suriye ve Libya’da gösterdik. Doğu Akdeniz’de attığımız hamleler de Rum ve Yahudi lobilerine hafakanlar yaşatıyor.
İsrail şimdiye kadar sadece muharebeleri kazandı. Fakat Türkiye faktöründen dolayı savaşı kaybedeceğini görüyor. Türkiye’yi karşısına almanın faturası siyonist rejim için de Batı içinde çok ağır olacak. Siyonazistler için bu sefer ki başarısızlığın sonuçları ‘çok daha ciddi, yıkıcı ve sistemik’ olacak. ABD ile İsrail arasındaki özel bağlar bütün gayretlere rağmen çözülecek. Türkiye’nin göstereceği tepkiyi küçümseyen İsrail yönetimi, kurulduğundan bu yana belki de en büyük darbeyi yiyecek.
İsrail Yetkililerinden Gelen İtiraflar
Türkiye’nin sessiz ve derinden İsrail’i nasıl kuşattığının en büyük kanıtlarından biri de İsrail’in Bilim ve Teknoloji Bakanlığının bir parçası olan İsrail Uzay Ajansı’nın yardımcılığını da yapmış olan Shay Gal’in itiraf ve hezeyanlarıdır. Temmuz ayı sonunda Israel Hayom gazetesinde yayımladığı “KKTC sadece Rumların değil bizim de sorunumuzdur” diyen Shay Gal şimdi de “Erdoğan Akdeniz’den Babül Mendeb’e kadar kesintisiz bir kontrol istiyor. Nakliye rotalarına ve bölgesel stratejiye tamamen hâkim olacak adımlar atıyor” diyerek yaklaşan Türkiye tsunamisini önceden haber vermeye çalışıyor.
Eylül ayının hemen başında Israel Hayom’da yayımladığı diğer makalesinde de Gal, Türkiye’nin sadece Akdeniz’in üstünde değil altında da hâkimiyet sağladığını söylüyor. İsrail’in deniz yollarının Türkiye’ye bağlı olduğunu hatırlatan Gal, İsrail’in ticaretinin yüzde 98’ini Akdeniz üzerinden yapıldığının ve deniz altındaki fiber optik kabloların da İsrail’i Avrupa’ya bağladığının altını çiziyor.
Türkiye’nin Suriye, Kıbrıs ve Libya ekseninde Akdeniz’in üstünde ve altında giriştiği hamlelerin Gal ve siyonist zihniyette derin bir sarsıntıya yol açtığını görüyoruz.
Türkiye’nin sondaj ve sismik araştırma gemileriyle Akdeniz’de dokuz ay boyunca 10 bin kilometrelik deniz tabanı araştırması yaptığını vurgulayan Gal, “İsrail de Avustralya benzeri paralel bir tehditle karşı karşıya. Avustralya’nın küresel bağlantısının yüzde 95’inden fazlası, ‘kazaların’ sabotajları gizlediği gri bir bölge olan deniz altı kablolarına bağlı. Çin gemileri, bilimsellik kisvesi altında kablo rotalarını haritalandırdı. Biçimsel olarak yasal, etki olarak stratejik bir şekilde Ankara’nın Akdeniz’de uyguladığı modelin aynısı. Canberra’nın Güney Okyanusu’nun altındaki ‘kırılgan ağırlık merkezi’ olarak adlandırdığı şey Akdeniz’de de Türkiye’nin kontrol etmeye çalıştığı alanla aynı mahiyette” diyerek çaresizliklerini itiraf ediyor.
Dolayısıyla Türkiye’nin adeta İsrail’in MR’ını çektiğini anlıyoruz. Paniklemeleri bu yüzden. Böylece muhalefetimizin “Füze denemeleri balıkları ürkütüyor. Sondaj ve araştırma gemilerimiz dokuz ay araştırma yaptı da ne oldu? Akdeniz’de petrol ve gaz yok? Hani nerede? Akdeniz’de o kadar aradığımız gaz Karadeniz’de çıktı!” diyerek siyonist reflekslerle kendini neden paraladığını da öğrenmiş olduk. Siyonist sofralara meze olanların trajik çöküşüdür bu hezeyanlar.
Artık İsrail’in can damarları Türkiye’nin elinde. Türkiye istese İsrail nefes bile alamaz. Gal, “İsrail’in elektrik şebekesini Kıbrıs üzerinden Girit ve Yunanistan’a bağlayan Avrasya Bağlantı Hattı, bölgedeki istikrara bağlı. Blue-Raman gibi kıtalararası kablolar da aynı sulardan geçiyor” diyerek kendileri için tehlikenin mahiyetini gözler önüne seriyor.
Hedef Çemberinin Kapsamı ve Sonuç Beklentisi
Görüldüğü üzere İsrail’in ve bölgenin güvenlik ve ekonomisinin dayandığı kritik altyapının kontrolü Türkiye’de. Türkiye, KKTC’deki üslerde konuşlandırdığı siha ve füzelerle, SIGINT istihbarat teknolojisiyle zaten İsrail’in gaz sondaj kulelerini, deniz varlıklarını, askeri donanımını, ulaşım altyapısı ve iletişim olanaklarını hızla hedef alabiliyor. Akdeniz’in üstünde ve altında yaptığı araştırmalarla da İsrail’in küresel bağlantısını sağlayan denizaltı kablolarını, elektrik ve diğer kritik önemdeki şebekelerini çökertebilecek kapasiteye sahip olduğunu ispatlıyor. Çünkü İsrail’in Avrupa ile bağlantılı denizaltı kablo rotalarını sismik araştırma gemilerimiz çoktan haritalandırmış durumda. Bir bakıma Türkiye, Akdeniz’in üstünde ve altında İsrail’in şahdamarı konumundaki ‘kırılgan ağırlık merkezi’ni tespit ederek daire içine almış halde. Hedef çemberimizdeki İsrail her açıdan karadan, denizden, havadan ve deniz altından kuşatılmış durumda. Ve bu çemberi Türkiye istediği gibi daraltma imkânlarına sahip. İsrail ve Yunan siyasetiyle medyasında Kıbrıs, Akdeniz ve Suriye’deki hamlelerimize yönelik hezeyanların temel nedeni işte bu sıkışmışlıktan kaynaklanıyor. Fakat ne yapsalar da acı sonla karşılaşmaktan kurtulamayacaklar.