Adem KILIÇ – 22 Eylül 2025
Ortadoğu’da hassas dengeleri yeniden şekillendirecek olası bir İsrail-Suriye güvenlik anlaşmasına dair yürütülen görüşmeler, bölgedeki tarihsel çatışmaların ve stratejik nüfuz mücadelesinin yeniden gözler önüne serildiği bir süreç olarak göze çarpıyor.
Özellikle son bir haftadır ABD ve İsrail medyasının aktardığı bilgilere göre soykırım suçlusu İsrail Başbakanı Netanyahu, Suriye ile sözde bir güvenlik anlaşması için görüşmeler yürütüyor ve önümüzdeki günlerde de anlaşmanın olası kapsamına dair Washington’da düzenlenecek olan BM Zirvesi kapsamında çeşitli adımlar atacak.
İsrail’in bu sözde güvenlik anlaşması ile ilgili öncelikli amacı, 1974 tarihli “Kuvvetlerin Ayrıştırılması Anlaşması”nın sınırlandırmalarından uzaklaşmak ve Suriye’nin güneyindeki yayılmacı adımlarını, sözde “güvenlik sahası” ya da “tampon bölge” ile kendi lehine yeniden düzenlemek.
Nihai amacı ise, ilk olarak Suriye’nin toprak bütünlüğünü bölecek olan sözde bir Dürzi bölgesini hayata geçirmek.
İsrail, bu bölgede önce silahsızlandırılmış bir Dürzi bölgesi oluşturmak ardından ise uygun zamanı kollayarak (5-10 yıl) bir sözde Dürzi Devleti’ni hayata geçirmek istiyor. Zira, İsrail için Hermon Dağı ve ötesinde yayılmasının önünü açacak tek seçenek, istikrarsız bir Suriye ve kullanışlı gruplar.
Tel Aviv’in özellikle Cebelu’ş Şeyh olarak da anılan Hermon Dağı’ndaki varlığı konusunda ısrar etmesi ve BM tarafından da işgalci olarak tanımlandığı, ancak Trump tarafından Golan Tepeleri’nde sözde İsrail toprağı olarak tanınan bölgedeki stratejik hakimiyetini koruma niyetini gösteriyor.
Ayrıca İsrail bu şekilde, tampon bölgeyi genişleterek üç silahtan arındırılmış bir alan oluşturmayı ve Şam’ın eteklerine kadar hava kontrolü elde etmeyi hedefliyor.
Bu adım, yalnızca Suriye ordusunun hareket alanını kısıtlamakla kalmayacak, aynı zamanda İran’a uzanan Irak sınırına hava koridoru açarak İsrail’in bölgesel istihbarat ve askeri derinliğini artıracak. Yani diğer bir ifade ile İsrail’in Suriye’deki bir başka hayali olan Davud Koridoru’nun temellerini oluşturacak.
Bununla birlikte, İsrail’in Dürzi gruplar ve terör örgütü PKK/YPG’nin uzantısı olan SDG gibi sahadaki paramiliter yapılarla ilişkilerini kullanarak Suriye içindeki nüfuzunu genişletmeye çalıştığı uzun süredir biliniyor.
İsrail, bu gruplar aracılığıyla Suriye’deki istikrarı baltalayarak daha uzun vadeli hedeflerine de ilerlemek istiyor.
Suriye’nin talepleri ve egemenlik vurgusu
Suriye’de, Hafız Esed’den Beşar Esed’e kadar devam eden ve onyıllarca süren Esed zulmünün ardından, iktidara gelen ve ülkenin tüme kesimlerini Türkiye’nin de desteği ile bir araya getirmeye çalışan Şaraa yönetimi, İsrail’in 1974 tarihli “Kuvvetlerin Ayrıştırılması Anlaşması”na geri dönmesini ve işgal ettiği Golan Tepeleri’nden çekilmesini istiyor.
Suriye ayrıca; İsrail’in BM onayına rağmen ihlal ettiği bu anlaşmanın yeniden uluslararası gözetim altında uygulanmasını, ülkenin toprak bütünlüğünü etkileyen güvenlik düzenlemelerinin bağımsız ve denetlenebilir olmasını ve çatışma olmadan sürecin sonuçlanmasını istiyor.
Zira; Suriye Devlet Başkanı Ahmed Şara’nın iktidara geldiği günden bu yana yaptığı açıklamaları, olası bir güvenlik anlaşmasıyla sınırdaki gerilimin azaltılmasına ve İsrail’in yaptığı saldırılar karşısında temkinli bir yaklaşımın tesisine yönelik bir uzlaşı niyetini gösteriyor.
Ancak bu, İsrail’in Hermon ve Golan üzerindeki işgalindeki ısrarcı duruşu nedeniyle hassas bir pazarlık-çatışma ikileminin devam etmesine neden oluyor.
Anlaşmanın hedefi!
Tüm bu şartlar ve gelişmeler ışığında görünen o ki; İsrail’in ABD’yi de “arkasına” alan ve Suriye’ye yaptırımlar dahil olmak üzere, askeri ve siyasi olarak uygulamakla tehdit ettiği adımlarla birlikte dikte ettiği bir anlaşma, sadece İsrail’e hizmet edecek bir anlaşma olacak.
Zira; sözde müzakerelerdeki ABD’nin yoğun baskısı Şam’ı, dikte edilen bir anlaşmaya zorlamayı hedefliyor ve bu anlaşma; İsrail’in Suriye’yi, Güney’de “Dürziler”, Kuzey’de sözde “Kürtler”, Batı’da “Nusayriler” ve merkezde işlevsiz bir merkezi yönetim olarak “Sünniler” olarak bölme ve Davud Koridoru’nu hayata geçirme hedefinin temelini oluşturacak.
Bu, Washington’un Ortadoğu’da hem İsrail’in güvenliğini garanti altına alma hem de Suriye’de “her kesimi memnun eden istikrarı”tesis etme stratejisinin bir parçasıdır.
ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack aracılığıyla sunduğu teklif, İsrail’in askeri ve diplomatik talepleri ile Şam’ın egemenlik taleplerini dengelemeye yönelik görünse de, sahada uzun vadeli hedef tam olarak budur.
Sonuç
İsrail ve Suriye arasındaki olası güvenlik anlaşması, görünürde bir gerilimi azaltma ve tampon bölgeyi düzenleme hedefi taşısa da, arka planda İsrail’in yayılmacı politikalarını ve bölgedeki nüfuzunu sürdürme arzusunu açıkça ortaya koyuyor.
Dürzi gruplar ve PKK/YPG’nin oluşturduğu SDG ile ilişkiler, İsrail’in sahadaki operasyonel hedeflerine hizmet eden gruplar olarak artık daha fazla öne çıkıyor.
Olası bu anlaşma, kısa vadede iki taraf için de sınırlı bir “istikrar” sağlayacak olsa da, kalıcı barış veya gerçek anlamda egemenlik düzenlemesi getirecek hedefe giden yol olmayacak.