Adem KILIÇ – 15 Eylül 2025
İsrail’in artık 2 yılını doldurmak üzere olan Gazze’deki soykırım savaşı ile eş zamanlı olarak, Lübnan, Yemen, İran ve Suriye gibi çevresindeki ülkelere yaptığı saldırılar, geçtiğimiz hafta gerçekleştirdiği Katar saldırısı ile yeni bir boyuta evrildi.
Zira İsrail; onyıllardır bir “savunma doktrini” işlettiğini ve bu doktrin doğrultusunda da ülkesine “tehlike oluşturan” unsurlarla savaştığını iddia ediyordu.
Nitekim; Lübnan’a saldırılarını Hizbullah güçlerinin bu ülkede olmasına, Suriye’deki saldırılarını İran destekli güçlerin varlığına, Yemen saldırılarını Husilere, İran saldırılarını ise yine bu sözde “savunma doktrinine” bağlıyordu.
Ancak Katar asla İsrail’e karşı bir tehdit olmadı ve daha da ötesi Katar, süreçteki en önemli arabulucu ülke ve ABD’nin bölgedeki en büyük hava üssüne ev sahiplik yapan “müttefik” bir ülke konumundaydı.
Bombalanan noktadaki Hamas üyeleri de, ABD Başkanı Trump’ın ateşkes teklifini görüşmek üzere Doha’da bulunuyordu.
İşte bu gerçeklik, İsrail’in artık “savunma” doktrinini terk ettiğini ve “saldırı” esaslı yeni bir anlayışa geçtiğini net bir şekilde ortaya koydu.
Askeri ve taktik boyut
Askeri açıdan, saldırının yöntemi ve uygulanması çeşitli belirsizlikler barındırıyor.
İlk belirsizlik, İsrail Hava Kuvvetleri’nin F-35 uçakları ile Doha’ya ulaşması için Suudi Arabistan hava sahasını kullanması ve dönüş öncesi mutlaka, havada yakıt ikmali yapması gerekiyor. Ancak bu konuda ne Suudi Arabistan’dan ne de İsrail’den bir açıklama gelmedi.
Bu durum, İsrail’in kamuoyuna açıkladığı senaryonun gerçeği yansıtmadığını gösteriyor.
İkinci belirsizlik ise; saldırının nasıl yapıldığı bir yana, sivil yerleşim alanı içerisinde, ara buluculuk misyonu üstlenmiş bir ülkenin topraklarında ve riskin yüksek olduğu bir yöntemle düzenlenmiş olması.
Zira bu şartlar, saldırının askeri açıdan mantıklı olmadığını ve ABD’nin ortaya koyduğu siyasi hedefe hizmet eden bir operasyon olmadığını gösterdi.
Diplomatik ve hukuki boyut
Katar saldırısı yalnızca askeri değil, diplomatik ve hukuki boyutlarıyla da hem bölgesel hem de küresel dengeleri sarsıcı bir nitelik taşıyor.
Katar’ın uzun süredir ABD’nin bölgedeki müttefiki ve ara bulucu rol üstlendiği göz önüne alındığında, İsrail’in saldırısı Katar’ın egemenliğine ve ABD’nin bölgedeki stratejik pozisyonuna meydan okumak anlamına geliyor.
Uluslararası hukuk açısından ise durum net. BM Antlaşması ve devletler arası uluslararası hukukun temel ilkeleri, devletlerin birbirlerinin egemenliğine saygı göstermesini ve silahlı güç kullanımını sınırlıyor.
Ancak İsrail’in saldırısı, mevcut bir çatışma veya devam eden bir tehdit olmaksızın gerçekleştirildiği için “meşru müdafaa” hakkı kriterlerini karşılamıyor ve uluslararası hukukun tam anlamı ile ihlal edilmesi anlamına geliyor.
Saldırının Trump’ın bilgisi ve onayı dahilinde gerçekleşip gerçekleşmediğine dair şüpheler devam ederken, Beyaz Saray’ın saldırı öncesi veya sonrasında Doha’yı bilgilendirmemesi de güven bunalımına yol açıyor.
Her ne kadar Beyaz Saray saldırı sonrası ilk açıklamasında Katar’ı saldırı konusunda bilgilendirdiğini iddia etse de, bu iddia Katar tarafından hızla yalanlandı ve ABD’den bunun aksini iddia eden bir açıklama gelmedi.
Bölgesel etkiler
Saldırının uzun vadeli etkileri, Körfez ülkeleri başta olmak üzere, bölge ülkelerinin güvenlik algısı ve bölgesel dengeler üzerinde ciddi kırılmalara yol açabilir.
Özellikle Trump’ın ilk döneminde başlayan ABD-Körfez ilişkileri ve Abraham Anlaşmaları ile ABD’nin güvenlik şemsiyesi altına girdiğini düşünen ülkeler arasında, ABD’ye duyulan güven sarsıldı.
Bu durum, Katar, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkelerin İran ile ilişkilerini yeniden gözden geçirmesine ve daha bağımsız bir pozisyon almasına zemin hazırlayabilir ve Körfez’de ABD’nin koruma güvencesine dayalı mevcut dengeleme mekanizmalarının da geçerliliği sorgulanabilir.
Sonuç
İsrail’in Doha saldırısı, yalnızca askeri bir saldırı değil, bölgesel dengeleri değiştiren ve Ortadoğu’da yeni kırılmalar yaratabilecek bir dönüm noktası oldu.
Zira; Katar’ın ara buluculuk rolü zedelendi, ABD’nin bölgedeki güvenlik garantisi sorgulanır hale geldi ve Körfez ülkeleri ile İran arasında, diplomatik ilişkiler noktasında yeni bir momentum ortaya çıkma ihtimali doğdu.
Diğer yandan; uluslararası arenada zaten çok kutuplulukla birlikte etkisini giderek kaybeden ABD, bu gelişmenin ardından “güvenilir müttefiklik” algısını da tamamen yitirdi.
İşte tüm bu sonuçlarıyla Doha saldırısı, Ortadoğu’daki güç dengelerinin yeniden tanımlanacağı, çok kutuplu ve daha karmaşık bir dönemi başlatan bir dönüm noktası olma özelliği kazandı.