Adem KILIÇ – 07 Temmuz 2025
Son yıllarda İsrail’in sıklıkla dillendirdiği “Yeni Bir Orta Doğu” söylemi, sadece retorik düzeyde bir iddia değil, aynı zamanda derin stratejik arka plana sahip ve uzun soluklu bir vizyonun günümüz yansımasıdır.
Bu söylem, özellikle Netanyahu’nun başbakanlık dönemlerinde daha da belirginleşti ve artık askeri hamlelerin, diplomatik manevraların ve ekonomik projelerin temel çerçevesini oluşturmuştur.
Bu bağlamda ilk olarak hatırlamamız gereken şey, 2020 yılında Trump yönetiminin inisiyatifiyle imzalanan Abraham Anlaşmaları’dır.
Bu anlaşmalar, İsrail ile bazı Arap ülkeleri arasında diplomatik ilişkilerin normalleştirilmesini hedeflemiş, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Sudan ve Fas ile yürürlüğe girmiştir.
Ancak bu anlaşmaların hiçbirinin gerçek anlamda “barış” odaklı olduğu söylenemez.
Zira her biri, taraf ülkelerin kendi çıkarları doğrultusunda pazarlık yaptığı ve karşılıklı menfaatlerin gözetildiği birer jeopolitik mutabakat olarak öne çıktı.
Abraham Anlaşmaları’nın şifreleri
BAE’nin anlaşmaya imza atmasındaki temel motivasyon, ABD’den o dönemde talep ettiği milyarlarca dolarlık silah alımına yeşil ışık yakılmasıydı. Sudan, “teröre destek veren ülke” listesinden çıkarılmak istiyordu. Fas ise Batı Sahra’daki egemenliğinin tanınmasını talep etti.
Bu ülkelerin hiçbiri Filistin davasının esas aktörlerinden olmadıkları gibi, bu meselede etkin ve ilkeli bir pozisyon almaktan da uzaktılar.
Dolayısıyla, anlaşmalar özünde Filistin meselesini değil, İsrail’in bölgesel meşruiyetini ve güvenlik doktrinini merkeze alıyordu.
Bu noktada dönemin İsrail Başbakanı Netanyahu’nun 2019’daki BM konuşmasını hatırlamakta fayda var.
Netanyahu bu konuşmasında, konuşmasında antik çağlardan ve teolojik verilerden referansla “nimet” ve “lanet” arasında bir tercihten bahsetmiş ve sözde bir “Yeni Orta Doğu” haritasını tüm dünyaya göstermişti.
Yani; “Yeni Orta Doğu” söylemi aslında, teorik bir vizyon değil, açıkça haritalanmış, adım adım uygulanmak istenen bir planın ilanıydı.
Bu vizyonun temeli, İsrail’in bölgesel bir güçten çıkıp “Orta Doğu düzeninin kurucu aktörü” haline gelmesi üzerine kuruluydu.
Güvenlik doktrini olarak “İbrahim Kalkanı” ve bölgesel yapılaşma
Bugün geldiğimiz noktada, Netanyahu’nun söylemlerini süsleyen “Yeni Orta Doğu” projesinin daha net bir çerçeveye oturtulmak istendiğini görüyoruz. Bu çerçevede “İbrahim Kalkanı Projesi”, yeni dönemin İsrail merkezli güvenlik doktrininin adı olarak karşımıza çıkıyor.
Bu proje, ABD’nin askeri ve ekonomik desteğiyle hayata geçirilmek isteniyor.
İsrail’in artık, sadece askeri olarak değil, ekonomik ve politik bir merkez olarak da Orta Doğu’nun ağırlık noktası haline getirilmesi hedefleniyor.
Bu hedef doğrultusunda, bölgede sözde “istikrar ve entegrasyon” adı altında bir Orta Doğu Federasyonu kurma düşüncesi dillendirilmeye başlanmış durumda ve bu federasyon fikri, İsrail’in bölgesel liderliğini konsolide etmeyi ve Arap ülkeleriyle, kurumsal iş birliği zeminini tesis etmeyi amaçlıyor.
Arap dünyasının parçalı yapısı, içsel çekişmeleri ve kolektif bir stratejik irade ortaya koyamaması, bu sürecin önündeki en büyük direnci ortadan kaldırıyor.
İsrail’in bu çabalarında en büyük stratejik kazanımı ise İran tehdidini kendi lehine çevirmesi olmuştur. İran karşıtlığı, Körfez ülkeleri ile İsrail arasındaki güvenlik iş birliğinin temel motivasyonunu oluşturuyor.
Özellikle Suudi Arabistan’ın son dönemde İsrail ile normalleşmeye yaklaşan söylemleri, ABD’nin bölge üzerindeki diplomatik baskısının ve İran korkusunun açık bir tezahürüdür.
Yeni Orta Doğu’nun ekonomik omurgası
İsrail’in hedeflerinden biri de Gazze açıklarındaki enerji sahalarını kontrol ederek Doğu Akdeniz’deki Levant havzasındaki kaynakları, Negev Çölü üzerinden BAE ve Hindistan’a ulaştırmaktır.
Bu hat, büyük ölçüde Hindistan-Orta Doğu-Avrupa Ekonomik Koridoru (IMEC) ile örtüşmektedir. Bu projenin omurgasını oluşturan Dubai-Hayfa Demiryolu da bu hedefin taşıyıcı kolonudur.
Demiryolu projesi, Dubai’den başlayıp Suudi Arabistan ve Ürdün üzerinden İsrail’in Hayfa Limanı’na ulaşacak. Yaklaşık 1500 km uzunluğundaki bu hat, bölgenin kara lojistiğinde bir dönüşüm yaratmayı hedefliyor.
Ürdün ise bu sistemde bir aktarma ve nakliye merkezi haline getirilecek ve proje, ilk kez 2018 yılında dönemin İsrail Ulaştırma Bakanı Yisrael Katz tarafından “Barış Demiryolu” olarak lanse edildi.
İsrail’in güvenliği adına talan edilen coğrafya
Yakın tarihe göz attığımızda İsrail’in güvenliği gerekçesiyle atılan adımlar, bölgenin nasıl adım adım yeniden şekillendirildiğini gözler önüne seriyor.
Lübnan 1975’de başlayan ve hala devam eden iç savaşı; İsrail’in kuzey sınırlarını güvenceye alma refleksiyle gelişti.
Irak’ın üçe bölünme süreci de İsrail’in doğusundaki tehditleri parçalama stratejisiydi ve Suriye iç savaşı ve Suriye’nin kuzeyinde bir terör devleti kurma girişimleri, İsrail’in güney güvenlik hattını kurma arayışının sonucuydu.
Mısır’da Mursi’nin devrilmesi, Filistin davasına sahip çıkan aktörlerin sistem dışına itilmesi ile ilgiliyken, Katar ablukası ve Katar’daki darbe girişimi. bölgedeki İsrail karşıtı potansiyel direnci kırma politikalarının uzantısıydı.
Ve son olarak Abraham Anlaşmaları.
Abraham Anlaşmaları da İsrail’in güvenliğini garanti altına almak için tasarlandı ve bu tablo, bizlere “Yeni Ortadoğu” söyleminin masum hale bir gelecek vizyonunun zemini ve sistemli bir hegemonya inşasının mazur görülme süreçleriydi.
YORUMLAR