Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya

Küresel Bir “Oyun Kurucudan” Bir “Haydut Devlete” – Adem Kılıç

Adem KILIÇ – 17 Kasım 2025   İkinci Trump dönemi

Adem KILIÇ – 17 Kasım 2025

 

İkinci Trump dönemi sadece 2 ay sonra birinci yılını dolduracak ve geride kalan bu yaklaşık bir yıl, küresel arenada büyük sarsıntılar yaşanması için yeterli oldu.

Zira Trump’ın dış politikası, Amerika’nın alışılmış saldırgan güç projeksiyonlarını bile aşan, kuralsız emperyal davranış biçimini biraz daha öteye taşıdı ve tamamen “güçlünün haklı olduğu” bir anlayış haline geldi.

Bu dönemde Washington’ın izlediği çizgi; İsrail dışında, Avrupa ülkeleri de dahil olmak üzere neredeyse dünyadaki tüm müttefiklik hukukunu hiçe sayan, uluslararası normları çıkarları için eğip büken, küresel düzeni ve hatta uluslararası hukuku politik hesaplarına göre yönlendiren bir noktaya evrildi.

ABD’nin Yeni Kimliği: Kuralsız Bir Güç

Daha da net bir tanım getirmem gerekiyorsa, Trump zaten 2000’lerde itibaren “saldırgan ve hegoman” olan ABD’yi, artık net bir şekilde “haydut bir devlete” dönüştürdü.

Ortadoğu Trump’ın bu yaklaşımının en net sahası olarak ortaya çıktı.

Trump’ın İsrail’e verdiği sınırsız siyasi, askeri ve diplomatik destek, Amerikan dış politikasının geleneksel denge arayışını tamamen çöpe attı.

İlk döneminde Kudüs’ü sözde İsrail’in başkenti olarak tanıması ve İsrail’in Golan Tepeleri’ndeki işgalini meşrulaştırması, uluslararası hukukun varlığını yok sayan bir meydan okumaydı.

Bu kararlar aslında sadece İsrail’e verilen açık çek değil, aynı zamanda da bölgedeki güç dengelerini altüst eden ve Filistin meselesini tarihin en zorlu dönemine iten adımlardı.

Trump, ikinci döneminde de adeta bunu tescilleyen adımlar atarak, Gazze’deki sivil ölümleri, insani çöküşü ve uluslararası hukuku görmezden geldi ve tıpkı Vietnam, Afganistan ve Irak’ta olduğu gibi ABD’nin tarihine yeni bir utanç sayfası daha ekledi.

Trump ayrıca, İsrail’e verdiği kayıtsız şartsız destek nedeniyle, “dünyadaki savaşları bitirme” hedefi ile geldiği başkanlık koltuğunda, İran’ı bombalayarak, İsrail’in yanında filli olarak savaşa giren ilk ABD başkanı olarak da tarihe geçti.

Ama Trump’ın bu pervasızlığı sadece burada kalmadı.

Bir başka yansıması, dünya haritasını küstahça, adeta bir alışveriş kataloğu gibi görerek Grönland’ı satın almak çıkışı ile devam etti.

Bir ülkenin topraklarını satın alma ve eğer satmazlarsa işgal etme fikrini ciddi bir devlet politikasıymış gibi gündeme getirmek, aslında Batı’nın sömürgeci zihniyetinin alaycı bir güncellemesiydi.

Ukrayna meselesinde yaşananlar da aslında aynı çizginin devamıydı.

Enerji kaynaklarının ve jeopolitik koridorların önem kazandığı bir dönemde, Trump’ın Rusya-Ukrayna savaşına yönelik tutarsız adımları, yüzbinlerce insanın hayatını kurtaracak bir yaklaşım olarak süslense de, modern tarihin en çıkarcı yaklaşımlarından birisi olarak kayıtlara geçti.

Ukrayna’ya destek vermek için ülkenin yeraltı kaynaklarını kameralar önünde isteyecek kadar pervasızlaşan Trump, buna temkinli yaklaşan bir devlet liderini de Beyaz Saray’da azarlayacak kadar ileri gitti.

Trump’ın Putin ve Xi ile kurduğu ilişkiler ise bu düzensizliğin iki uç örneğiydi.

Putin ve Xi ile “Tuhaf Diplomasi”

Bir yandan Rusya ve Çin’e yaptırımlar uygulayan Trump, diğer yandan da bu liderlere gösterdiği kişisel sempatisi ile tuhaf ve belirsizlik bir diplomasi yaklaşımı sergiledi ve sergilemeye devam ediyor.

Ve bu tabloya şimdi de Latin Amerika ekleniyor.

Venezuela’nın yeraltı kaynaklarına hakim olmak ve ülkeyi etki alanı içerisinde tutmak isteyen Trump, ekonomik kuşatma ve rejim değişikliğini tetikleme çabası ile, dünyaya Soğuk Savaş döneminin karanlık Latin Amerika dosyalarını yeniden hatırlattı.

Zira; yaptırımlar devlet elitlerinden çok halkı vurdu, sosyal kriz derinleşti, ekonomik çöküş hızlandı ve şimdi de askeri tehdit ve darbe hamleleri gibi uygulamalar, bölge ülkelerinin gözünde ABD’yi bir düzen koruyucu değil, orman kanunlarına dönen bir emperyal güç olarak yeniden konumlandırdı.

Trump’ın temel yaklaşımı açık.

 Trump’a göre uluslararası hukuk bir engel, çok taraflı mekanizmalar bir yük, müttefiklik ilişkileri ise ancak ABD’nin çıkarlarına hizmet ediyorsa gerekli.

Gelinen noktada ABD artık; “küresel düzenin garantörü” değil, çıkarları için tüm kanunları, normları ve değerleri yok sayan, “güçlünün haklı olduğu” anlayışı ile hareket eden modern bir emperyalist yıkıcı güç haline geldi.

Tarih bize şunu gösteriyor. Büyük devletler kuralsızlaştığında küresel sistem çöker ve yeni bir düzen kurulur.

Görünen o ki; ABD’nin tam anlamıyla haydut bir devlete dönüştüğünü izlediğimiz bu dönem, küresel sistemin de yeniden şekillendiği dönem olarak kayıtlara geçecek.