Prof. Dr. Celalettin Yavuz Güvenlik Politikaları Uzmanı, 27 Haziran 2025
24-25 Haziran 2025 tarihlerinde Hollanda’nın başkenti Lahey’de devlet ve hükümet başkanlarının katılımıyla NATO zirvesi gerçekleştirildi. Zirvede NATO Genel Sekreteri Rutte’nin, ABD Başkanı Trump’a yağdanlık derecesindeki yaranma çabaları ve ifadeleri, Genel Sekreterin basın toplantısı sırasında gazetecilerin eleştirel sorularında da yer buldu.
NATO üyelerinin çoğu henüz 2014 NATO zirvesinde alınan GSYİH’nın %2’sini savunma harcamasını ayırma sözünü yerine getirememiş iken, bu kez 2035 yılına kadar GSYİH’nın %5’inin savunma harcamasına ayrılması kararı alındı.
Tabii ki baş roldeki oyuncu “Önce Amerika” (America first!) şeklinde Amerikan kamuoyunu etkileyen, ancak söz konusu İsrail olunca “İsrail first” şeklindeki davranışı da esirgemeyen ABD Başkanı Trump’dı. Bugün NATO zirvesinde alınan kararların gerekli olup olmadığı konusu ele alındı.
NATO 2025 Zirvesinde Alınan Kararlar
32 ülkeden oluşan Kuzey Atlantik İttifakı “NATO”, bu son Lahey Zirvesi sonunda yayımlanan bildiride, örgütün ortak savunma taahhüdünü belirleyen NATO’nun 5’nci maddesine bağlılığını tekrarladı. Ancak, yarın Trump ve ABD’ye bu konuda ne dereceye kadar güvenilebilir?
NATO’ya olası güvenlik tehditlerinden ikisinin altı çizildi. İlkinin ‘Rusya’nın Avrupa-Atlantik güvenliğine yönelik uzun vadeli tehdit!’ oluşturduğu, ikincisinin de ‘süregelen terörizm tehdidi’ olduğu belirtildi.
Hatırlanacağı üzere daha önceki Washington Zirvesi’ne davet edilen Ukrayna Cumhurbaşkanı Zelenski üye ülke liderleriyle birlikte resmi ortak oturuma da katılmıştı. Ancak Lahey’e gelen Zelenski resmi oturuma katılmayarak, bireysel görüşmelerle yetindi. Zirvenin sonuç bildirisinde de Washington Zirvesi’nden oldukça farklı bir dilin kullandığı dikkatlerden kaçmadı. Bu bağlamda Washington’da sıkça Ukrayna vurgusu yapılmış iken, bu kez müttefiklerin, “Ukrayna’ya destek sağlamaya yönelik kalıcı egemen taahhütlerini” bir kez daha teyit ettiği yönünde ifadeler yer aldı. Yani Ukrayna’ya desteğin bizzat NATO yerine, üyelerinin desteğinin öne çıkacağı yaklaşımı benimsendi. Bu arada Ukrayna’nın NATO üyeliği konusunda da dikkat çekici bir vurgu gözlenmedi. Ukrayna konusunda ağırlıklı olarak Trump olmak üzere, Macaristan ve Türkiye’nin hassasiyetinin etkili olabileceği kuvvetle muhtemeldir.
Zirve alınan en önemli karar, üye ülkelerinin savunma harcamalarını 2035 yılına kadar gayrisafi yurtiçi hasılasının (GSYİH) %5’ine yükseltilmesi üzerineydi. Buna göre üye ülkeler doğrudan askeri harcamalarını en az %3.5, altyapı vb dolaylı savunma harcamalarını da en fazla %1.5’e kadar yükseltmeyi taahhüt ettiler. Bilindiği üzere 2014 zirvesinde GSYİH’nın %2’sinin savunma harcamasına ayrılması hedeflenmiş, ancak bazı ülkelere ayrıcalıklar tanınmıştı.
Bu kez hiç bir üye ülke için bağlayıcı ve ayrıcalık tanınmadı. Üye ülkelerin taahhütlerini yerine getirip getirmediklerine ilişkin ilk gözden geçirme 2029’da yapılacak, hedefe ulaşmak için son tarih ise 2035 yılı.
2014’te belirlenen %2’lik hedefe, aradan geçen 11 yıllık süreye rağmen hala erişemeyen 8 ülke bulunmaktadır. En düşük oran %1.28 ile İspanya olurken, onu %1.29 ile Slovenya ve Lüksemburg izlemektedir. Buna karşılık Rusya tehdidini ciddiye alan ülkelerden Polonya %4.12 ile zirvede yer alırken, onu %3.43’le Estonya, %3.38’le ABD, %3.15’le Letonya ile %3.15’le Yunanistan izlemektedir.
Türkiye ise bugün itibariyle %2.09 seviyesine erişmiş durumda olup, ilave kaynağa ihtiyaç olsa da son yıllarda yerli savunma sanayiinin de etkisiyle %5’lik seviyeye ulaşmakta güçlük çekmeyeceği değerlendirmesi yapılmaktadır.
Zirveye Dışişleri Bakanı Fidan ve Milli Savunma Bakanı Güler’le birlikte katılan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bazı istekleri de zirvede gündeme geldi. Hatırlanacağı üzere “müttefik” ülkeler, özellikle Türkiye’nin Rusya’dan S-400 füze ve hava savunma sistemi almasının ardından ABD’nin CAATSA yaptırımlarını uygulamasına paralele olarak Türkiye’ye bir nevi “silah ambargosu” uygulamaya veya lisans kısıtlaması başlatmışlardı. Her ne kadar Türkiye, aynı ittifak içerisinde bu tür uygulamanın anlamsızlığını dile getirmiş olsa da dinleyen olmamıştı.
Bu konuyu Türkiye geçen yıl Washington Zirvesi’ne de taşıdığında “Müttefikler arasındaki savunma ticareti ve yatırımının önündeki engelleri gerektiği şekilde azaltmaya ve ortadan kaldırmaya devam edeceğiz!” şeklinde bir ifadenin konmasını sağlayabilmişti. Ancak bu ifadeler amacı tam olarak yansıtamadığı için son zirve bildirisine Transatlantik savunma sanayi iş birliğini hızla genişletme kararlılığı vurgulanarak, “Aramızdaki savunma ticaret engellerini ortadan kaldırmak için çalışacağız, ortaklıklarımızı savunma sanayi iş birliğini teşvik etmek için kullanacağız!” şeklinde daha belirgin bir ifadeye dönüştürüldü.
Türkiye’nin ısrarla üzerinde durduğu bir diğer konu da Avrupa güvenlik mimarisinde Türkiye’nin alabileceği rol üzerineydi. Türkiye bir kez daha AB üyesi olmayan müttefiklerin de AB’nin savunma girişimlerine tam katılım sağlaması üzerinde ısrarcı oldu ve sonuçta bunun belgelere yansıtılmasını sağladı. Bu hususu Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Üye olmayan müttefiklerin AB savunma sanayii girişimlerine tam olarak dahil edilmesinin tüm Avrupa’nın menfaatine olacağını”, bunun sonucunda “Müttefikler arasındaki savunma sanayii ürünlerinin ticaretinde engellerin kaldırılmasına yönelik anlayışın ittifak belgelerine yansıtılmasına öncülük ettik!” şeklinde açıkladı.
Rusya NATO İçin Tehdit midir?
Zirvede Rusya’nın tehdit olup olmadığı konusunda en çarpıcı ifadeyi Macaristan Başbakanı Urban sarf etti. Urban’a göre halihazır durumda Rusya’nın NATO’yu veya Avrupa’yı tehdit edebilecek gücü yoktur.
Öte yandan bir kaç hafta önce Rusya Devlet Başkanı Putin de aynı konuya temas ederek, Rusya’nın Avrupa için tehdit olamayacağını, dünyanın en geniş topraklarına ve en verimli enerji kaynaklarına sahip Rusya’nın Avrupa’dan toprak almaya ihtiyacı olmadığını açıklamıştı.
Ancak özellikle Biden yönetimindeki ABD ve İngiltere’nin başını çektiği, daha sonra peşine Polonya ile Baltık Ülkelerinin de takıldığı bir grup, Rusya’nın Avrupa için tehdit olduğunu ikna etmeyi başardı.
Oysa Rusya için Avrupa aslında zengin enerji hammaddeleri için oldukça kazançlı bir pazar özelliği taşımaktadır. Rusya’nın Avrupa’yı tehdit etmesi demek, Rusya’nın bizzat kendi altın yumurtlayan tavuğunu kesmesiyle eşdeğerdir.
Türkiye, Hala NATO’nun Üvey Çocuğu Gibi
NATO’nun Türkiye ile ilgili ayak sürümesi hala devam ediyor. Hala başta “Dostum” Trump’ın ABD’si olmak üzere, ittifakın bir çok ülkesi hala Türkiye’ye savunma ürünleri konusunda yaptırımlarını sürdürüyorlar. ABD, CAATSA yaptırımların kaldırmadığı gibi, F-16’ların modernizasyonu için üç yıl önce yapılan girişimlere de net bir cevap vermedi. Avrupa’da İngiltere-İtalya-Almanya ortak üretimi Eurofighter uçaklarının tedariki konusunda da hala ayak diretiliyor.
Bir diğer ayrışma Avrupa güvenlik mimarisi üzerine. Her ne kadar NATO’nun sonuç bildirisinde “AB üyesi olmayan müttefiklerin de AB’nin savunma girişimlerine tam katılım sağlaması” yer almış olsa da, bu konu AB’de gündeme getirildiğinde en başta Güney Kıbrıs Rum Kesimi ile Yunanistan yan çizecektir.
Bir diğer ayrışma ise İsrail’in Gazze Şeridi ile İran saldırıları üzerineydi. ABD ve NATO’nun Avrupalı başat ülkeleri İsrail’in saldırganlığını bırakın hoş görmeyi, azami desteği vermeleri, farklı alanda da olsa Türkiye ile örtüşememektedirler.
Her ne kadar NATO bildirisinde isim belirtilmeden Türkiye’ye yaptırım konusu rahatlatılmış gibi görünse de, ülkelerin meclislerinin bu konudaki tutumunun ülke lideriyle aynı olabileceğinin garantisi yoktur. Örneğin ABD’de Trump yönetimi Türkiye’ye F-35 uçaklarının satışının serbest bırakılmasını önerecek olsa Kongre buna kolaylıkla “Evet” diyebilecek midir? Yahudi, Rum ve Ermeni lobilerinin Kongre’deki etkileri kolaylıkla kırılabilecek midir? Hele de Türkiye İsrail konusunda en şiddetli eleştirilerde bulunurken…
Müttefiklerine yaptırım uygulayan bir ittifaka ne dereceye kadar güvenilebilir?
Sonuç
NATO ittifakı kurulduğu zaman ilk Genel Sekreteri Lord Hastings Ismay ittifakın kuruluş amacını, “ABD’yi içeride, Sovyetleri dışarıda, Almanya’yı da aşağıda tutmak!” şeklinde açıklamıştı. ABD Başkanı Trump, zaman zaman NATO’dan ayrılmak, ya da ittifakın en önemli görülen 5. maddesini uygulamamakla tehdit etmişti. Lahey Zirvesi ile ABD NATO’da kaldı ama adeta “rüşvet” alarak!
Lahey Zirvesinin önceki zirvelerden en önemli farkı, ittifakın görülmemiş derecede silahlanmaya pay ayırması olmuştur. Burada da aslan payını ABD’nin silah sanayiinin alacağı açıkça görülebilmektedir. ABD Başkanı Trump, ilk Ortadoğu ziyaretinde petrol zengini Arap ülkelerinden 3.2 trilyon dolarlık yatırım garantisini koparmıştı. İlk Avrupa ziyaretinde de Amerikan silah sanayiinin ağızlarını sulandıracak bir sonucu çantasına koydu.
Gelecek yıldan itibaren NATO üyeleri silahlanmayı arttırırken, bu ülkeleri birer birer veya ittifak olarak “tehdit” gibi gören ülkeler ve ittifaklar da bir silahlanma yarışına gireceklerdir. Özellikle de sonuç bildirisinde “tehdit” olarak gösterilen Rusya!
Aşırı silahlanma insanların hane ekonomisinden feragatı gerektirirken, rejimlerin otoriterleşmesinin de önünü açabilecektir. Öte yandan aşırı silahlanma sonucunda en ufak bir kıvılcımla büyük çatışmaların çıkması da kolaylaşacaktır. Nitekim daha önceki her iki dünya savaşının çıkışları öncesi incelendiğinde benzer bir silahlanma yarışının olduğu rahatlıkla görülebilmektedir.
Bu son zirve, küresel barışı kolaylaştıran değil, küresel barışı tehdit eden bir konjonktürü başlatabilecek özellikler taşımaktadır. Dileriz gerçekleşmez!
YORUMLAR