Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
reklam
reklam
celalettin yavuz logo
Celalettin Yavuz

Ortadoğu’yu Karıştıran Netanyahu mu, İsrail ve ABD mi? – Prof. Dr. Celalettin Yavuz

Prof. Dr. Celalettin Yavuz – Güvenlik Politikaları Uzmanı, 18 Haziran 2025

 

13 Haziran 2025 gününün erken saatlerinde İsrail’in İran’ın nükleer tesislerini, nükleer çalışmalar yapan bilim adamlarını ve içinde genelkurmay başkanı ile Devrim Muhafızları liderinin de bulunduğu çok sayıda üst düzey komutanı hedef alan saldırısı sonrası İsrail-İran çatışmalarının küresel çapta önemli etkileri görüldü.

İsrail’de bu saldırıyı başlatan Başbakan Netanyahu, Türkiye’de devlet televizyon kanalları ile Ak Parti iktidarına yakın TV kanallarına çıkan yorumcular tarafından bir kez daha hedef tahtasına kondu. Burada akla “Gerçekten de asıl sorun Netanyahu mu? Yoksa Netanyahu üzerinden yürütülen bölgesel ve küresel siyasi oyunlar mı?” soruları gelince konu ele alındı.

İsrail Bir Diktatörlük Ülkesi, Netanyahu da Diktatör müdür?

İsrail’i tanımayanlar son yıllarda TV ekranlarını parselleyen, hemen her konuda otorite kesilen “her şeyi bilenlere” inanabilirler. Ancak az da olsa İsrail’i tanıyan ve akıl yürütenler “kahvehane konuşmaları”ndan farklı olmayan bu ifadelerin doğru olamayacağını görebilirler.

İsrail, her şeye rağmen en azından kendi içerisinde ve gene en azından Yahudi yurttaşlarına karşı demokratik sistemi işleten bir ülkedir. Yani İsrail diktatörlükle yönetilen bir ülke olmadığı gibi, Netanyahu da bir diktatör değildir. Eğer böyle olsaydı Netanyahu, hakkında çıkartılan yolsuzluk iddiaları sebebiyle hakkında dava açılmaz ve muhakeme edilmezdi.

MÖ V’nci asırda yaşayan ünlü Çinli filozof Konfüçyüs “Bilge insan kendi kusurlarını, küçük insan ise başkalarının kusurlarını arar!” şeklinde tarihe mal olan bir söz hediye etti.

Gazze Şeridi’nde taş üstünde taş bırakmayan, 60 bin insanı katleden, 2.5 milyona yakın Filistinliyi Gazze Şeridi’nden kaçırtmaya çalışan, Gazze’de bir köşeye sıkışan çoğu çocuk, yaşlı ve kadın Filistinlilerin sağlık ile gıda dahil en gerekli insani ihtiyaçlarını bile kısıtlayan, buna ilaveten Hizbullah bahanesiyle girdiği Lübnan’ı alt üst eden, Batı Şeria’daki Filistinlilerin hayatını iyice kısıtlayan ve yeni hukuk dışı yerleşim bölgeleri açan, gösteri yapan çocukları bile katleden ya da tutuklayan, Suriye’de Esad rejiminin değişmesi üzerine işgal ettiği toprakları başkent Şam’ın 20 km yakınına kadar uzatan, aklına estiği her anda Suriye, Lübnan ve Ürdün hava sahalarını ihlal eden, Gazze Şeridi’ne gezi teknesiyle yardım malzemesi götürmeye çalışan ve bunu kendilerine de bildiren masum insanlara bile karasularından onlarca km uzaklıkta düşmanca saldıran bir İsrail, sizce sadece Netanyahu’nun iradesiyle mi böyle canavarlaştı?

Şimdi bu özetlenenlerden sonra TV ekranlarını parselleyen “her şeyi en iyi bilen” bilgiçlere “Hadi oradan!” demek haksızlık olabilir mi?

Ortadoğu’da Netanyahu Değil İsrail Üzerinden Büyük Oyunlar Oynanıyor

Ortadoğu’yu karıştıran tek kişinin Netanyahu olduğunu ileri sürmek, İsrail ve İsrail üzerinden bölge hakimiyetini sürdürmeye çalışan ABD politikalarını görememek demektir. Ancak bu ekran bilgiçleri, ısrarla ABD Başkanı Trump ile Netanyahu’nun arasının çok açık olduğunu, Netanyahu’nun son İran saldırısını da Trump ve ABD’ye rağmen gerçekleştirdiğini ileri sürüyorlar. Yani hedefte Netanyahu ve Trump’ı bu saldırıda bile hala “masum” gösterme çaresizliği var. “Dostum Trump!” diyen devletin zirvesine yaranma gösterisinin hasar alması arzu edilmiyor anlaşılan…

Bu bilgiçler İsrail-HAMAS arasında Gazze Şeridi üzerinden başlayan çatışmalar sırasında da İran’ı “İran, mış gibi yapıyor!” diyerek, alabildiğine eleştirmişlerdi. Oysa HAMAS’a en büyük destek, Lübnan’daki Hizbullah ile Yemen’deki Husiler tarafından verilmişti. Hem de silahlı destek… Bu desteğin arkasında da İran vardı.

Sonuçta bölgedeki Hizbullah’ı adeta yok eden İsrail, bizzat İran’ı da hedef aldı. Acaba çıkıp da İran konusunda söylediklerinden dolayı “Affet beni milletim, aldatıldık!” diyecekler midir? Yoksa TV ekranlarında “Ben yaptım oldu!” diyerek ahkam kesmeye devam mı edeceklerdir?

Netanyahu hakkında söylenebilecek en gerçekçi söz, İsrail’de bugüne kadar iktidara gelen en gözükara başbakan olduğudur. Ancak onun gözünün karalığı sadece genlerinden değil, ABD yönetimlerinin gönüllü ya da kendi politikaları doğrultusunda verdiği askeri, siyasi ve maddi destekten ileri gelmektedir.

2009 yılında Ehud Olmert’in Sosyal Demokrat ağırlıklı koalisyon hükümeti sonrası ilk kez başbakan olan Netanyahu, ABD yönetimince kabul görmeyen ilk başbakan da değildi. Hatırlanacağı üzere 2008 yılı sonunda İsrail’in Gazze Şeridi’ne gerçekleştirdiği 22 günlük karadan, denizden, havadan orantısız güçle askeri harekatı, Obama’nın ABD’de başkanlık koltuğuna oturduğu 20 Ocak 2009’dan bir kaç gün önce sona ermişti. İsrail hükümetini temsilen Obama’ya ilk ziyareti yapan dönemin İsrail Dışişleri Bakanı Bayan Tzipi Livyi’nin Obama tarafından nasıl da terslendiği, “her konu uzmanları”nca unutulsa da İsrail’i izleyenlerin hafızalarında hala tazeliğini koruyor.

Obama, başkanlığı sırasında pek de barışık olmadığı İsrail’in o dönemdeki Başbakanı Netanyahu ile de sık sık bir araya geldi. Ancak ona rağmen 2015 yılında İran’la “5+1” formatındaki (BM’nin 5 daimi üyesi ve Almanya) anlaşma ile “Uranyum zenginleştirme” anlaşmasıyla konuya nokta koymuştu.

Bu gelişme üzerine Netanyahu, “Kendi göbeğimiz gerekirse kendimiz keseriz!” derken, kuşkusuz ki sadece İsrail’in askeri, teknolojik ve ekonomik gücüne güvenmiyordu. En çok güvendiği, ABD’nin Ortadoğu’da giderek artış kaydeden askeri üsleri ile Merkezi Kuvvetler Komutanlığı (CENTCOM)’un yerleşmesi, yani bölgedeki Amerikan politikası idi. ABD’nin Ortadoğu politikasındaki en önemli faktör olduğu bilincindeki Netanyahu ve İsrail, ABD Kongresi’ndeki Yahudi Lobisi’nin, ABD’deki Yahudi etkinliğinin (Yahudi örgütleri, basın-finans vb alanlar) de farkındaydılar.

İşte Trump 2016’da başkanlık seçimlerine girerken İsrail’e tam destek vereceğini, İran’la yapılan 5+1 formatlı anlaşmayı iptal edeceği sözünü vermişti. Nitekim sözünü de tuttu. Hatta BM Güvenlik Konseyi ile daha önceki ABD yönetimlerinin kararı hilafına İsrail’in Kudüs’ü başkent yapma kararını kabul etti. Sadece Netanyahu’yu değil, sosyal demokratların da giderek şahinleştiği İsrail’e “Yaptığın ve yapacağın her hareket mübah!” mesajını verdi. Eylül 2020’de BAE ve Bahreyn ile İsrail’i bir araya getirerek İbrahim Anlaşmalarını gerçekleştirdi.

20121’de Demokratların Başkanı Biden da İsrail’e desteğini alabildiğine verdi. Hatta, Trump’ın küstürerek uzaklaştırdığı Avrupalı müttefiklerini de İsrail tarafına çekti. İbrahim Anlaşmaları ile içinde Suudi Arabistan ve Mısır’ın da bulunduğu pek çok Arap ülkesini İsrail’le anlaşma zeminine çekti.

7 Ekim 2023’te HAMAS’ın “Attığı taş ürküttüğü kurbağaya değmeyen”, aksine binlerce Gazzeli Filistinlinin ölümüne, ülkenin harabeye dönmesine sebebiyet veren saldırısı üzerine İsrail’e tarihindeki en büyük desteği verdi. ABD, İngiltere, Fransa, Almanya, Yunanistan, GKRY ve İtalya dahil bir çok Avrupa ve NATO üyesi ülkelerin desteğindeki İsrail, Gazze Şeridi’ni tarihte konvansiyonel silahlarla yapılmış olan en şiddetli hasarı verdi.

Şayet ben Başkan olsaydım Rusya-Ukrayna savaşı ile İsrail-HAMAS çatışması çıkmazdı!” diyen Trump, ikinci kez başkanlık koltuğuna oturduğunda İsrail’in Gazze Şeridi’ndeki ve Batı Şeria’daki vahşeti devam etti. Konu BM Güvenlik Konseyi’ne getirildiğinde artık karşı çıkan tek BM daimi üyesi ABD idi.

Sorun sadece Netanyahu diyenler, İsrail’in 1947’de BM’de kurulan komisyonun belirlediği Filistin’e ait %46 oranındaki toprakların Netanyahu’dan önceki yönetimler döneminde %15’lerin altına düştüğünü unutabiliyorlar. Bazı TV kanallarımızın “her konu uzmanları” İsrail’in Gazze Şeridi’ne ve aynı anda Lübnan’daki Hizbullah’ın üzerine yürüdüğü zaman  “danışıklı dövüş” yapmakla İran’ı suçlayanlar gelinen günde İsrail’in saldırıları sonrası İran’a iftira atmış olduklarını hatırlayabilirler mi acaba?

ABD’nin Ortadoğu Projesini Anlayabilmek

ABD’de Obama örneğindeki gibi bazı başkanlar İsrail yönetimi ile pek anlaşamasa da, sınırları zorlayarak uluslararası hukuku çiğneyen İsrail’i eleştirmek bir yana, konu Güvenlik Konseyi’ne getirildiğinde veto ederek tüm dünyayı karşısına almaktan çekinmemektedir.

ABD Başkanı Trump, son İsrail-İran çatışmaları başladığı zaman İran’la ABD arasındaki uranyum zenginleştirme programının durdurulmasıyla ilgili ikili görüşmelerin devam etmesini isterken, İsrail’in ilk saldırısı ardından “Harika bir saldırı!” şeklinde konuştu. Ardından İran’ın Hürmüz Boğazı’nı kapatma tehdidi ve akabinde İsrail’i beklemediği füze saldırılarıyla güç duruma sokunca, ABD’nin de çatışmalara katılabileceğini telaffuz etmeye başladı.

İsrail saldırganlığı BM Güvenlik Konseyi’nde Rusya dahil bir çok ülke tarafından eleştirilirken ABD, saldırgan İsrail’in hareketini “kendini savunma” olarak değerlendirdi. Keza İsrail saldırıları vasıtasıyla İran’da rejimin devrilebileceği beklentisi içerisine giren Trump, 18 Haziran’da İran Ruhani Lideri Hamaney’i ve rejimi tehdit eden ifadeler de kullandı. Şayet Trump-Netanyahu ilişkileri bozuk olsa, Trump İsrail lehinde bu şekilde hareket eder miydi?

ABD’nin, 1991 Irak müdahalesinin ardından hemen her Körfez Ülkelerinde kurduğu askeri üsler dikkate alınırsa, sözde bu üsler İran tehdidine karşı idi. 2023 yılı başlarında Çin’in aracılığında İran-Körfez Ülkeleri ilişkileri normalleşmeye dönerken, ABD’de Biden yönetimi Eylül 2023’te Hindistan-Ortadoğu-Avrupa Ticaret Koridoru projesini ortaya attı.

Ardından 7 Ekim 2023’te HAMAS’ın İsrail saldırısı sonrası İsrail’in  Gazze’ye ölüm yağdırmaya başlaması, Lübnan ve Suriye’deki sınır tanımaz tutumu ABD’yi başka şekilde motive etmeye başladı.

Şayet İsrail, İran’da rejimi değiştirebilecek veya İran’ın en azından orta vadeli bir izolasyona mahkum edebilecek başarıya ulaşırsa, bu kez de ABD İsrail’i “frenleyebilecek yegane güç” olarak bölge ülkeleri üzerinde nüfuz sağlamayı sürdürmek isteyecektir.

Yani İsrail’i sürekli kollayan ABD, aslında petrol ve doğalgaz zengini Ortadoğu’nun sorumsuz kral ve şeyhlerini ABD’ye bağımlı halde tutmak için her türlü yolu denemektedir. Bu şekilde hem bölge enerji kaynakları, hem Hürmüz Boğazı ile Aden Körfezi-Kızıldeniz-Süveyş Kanalı gibi ulaştırma hatları da büyük ölçüde ABD kontrolüne geçmektedir. Körfez’deki enerji hammaddelerinin deniz yoluyla nakli, daha çok Çin, Japonya, G. Kore ve Avrupa’nın ihtiyacı içindir. Bu şekilde giderek “düşmanlaşan” Çin’in zayıflatılması ile ABD’ye bağımlı kalması için Japonya, G. Kore ve Avrupa da kontrol altına alınabilmektedir.

Sonuç

Ortadoğu’daki İsrail yayılmacılığını sadece mevcut Başbakanı Netanyahu ve yönetimlerine bağlamak, bölgedeki ABD politikalarını, en azından ABD’nin “BOP”unu anlamamak demektir. Bölgedeki enerji hammaddelerinin ihtiyaç sahibi dost (veya savunma açısından ABD’ye bağımlı) ve “düşman” (Çin gibi) ülkeler transferinde, bölgedeki askeri üsleri vasıtasıyla kontrol sağlamaktadır. Bu transferin gerçekleştirildiği Hürmüz Boğazı ile Aden Körfezi-Kızıldeniz-Süveyş rotalarını da kontrol altına alan ABD, zaman zaman İran’ı tehdit olarak gösterirken, zaman zaman da İsrail’i bölgenin petrol zengini ülkeleri üzerinde “kırbaç etkisi” yapacak şekilde kullanabilmektedir.

Yani TV kanallarımızı parselleyen her konu uzmanlarının dediği gibi sorun sadece sorun Netanyahu, hatta sadece İsrail değil, büyük ölçüde küresel hakimiyeti bırakmak istemeyen ABD politikasıdır. Eğer ana tema bilinirse, önlem almak daha basit ve kolay hale gelebilir.

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER