Deniz İSTİKBAL – 03 Haziran 2025
Mayıs 2023 seçimleri siyasi olarak Türkiye’de dengeleri değiştiren ve gelecek on yıllara etki edebilecek kırılımlar yarattı. Kesintisiz süren AK Parti iktidarlarına bir yenisini ekleyen kadro dünyadaki değişimleri farklı açılardan yorumlayarak yeni bir realite ortaya çıkardı. Mehmet Şimşek’in Hazine ve Maliye Bakanlığına, Cevdet Yılmaz’ın da Cumhurbaşkanlığı Yardımcılığı koltuğuna oturmasıyla başlayan süreç rasyonel ekonomi politikalarına dönüşü temsil etti. Enerji, gıda ve tedarik krizlerine maruz kalmış iktisadi koşulların iyileştirilmesi için de gerekli olan yeni rasyonel dönüş Türk ekonomisini rehabilite etmeyi içeriyordu.
Türk Lirasının (TL) yeniden bir yatırım aracına dönüşmesini temel alan süreç üç yıllık bir şekilde tasarlandı. İlk yıl normalleşme, ikinci yıl iyileşme ve üçüncü yıl fiyat istikrarının tam sağlanmasıydı. İlk iki yıl içerisinde cari açık, dış ticaret açığı ve enflasyon gibi verilerde iyileşme görüldü. İstenilen hızla olmayan iyileşme rasyonel ekonomi politikalarına adaptasyonun seviyesiyle yakından ilgiliydi. İstihdam piyasası ve üretime zarar verilmemesi için orta vadeli şekilde enflasyonla mücadele tercih edildi. Bu nedenle günümüzde istihdam seviyesi ve işsizlik oranları ciddi şekilde uygulanan politikalara rağmen bozulma göstermedi. Yüksek faizin talebi dizginlemesi normal şartlar altında işsizlik oranlarını yukarıya taşır ve üretim seviyesinde düşüş meydana getirir. Buradan hareketle ekonomi yönetiminin daha ılımlı bir enflasyonla mücadeleyi tercih ettiği söylenebilir (Grafik 1 ve 2).
GRAFİK 1. TÜRKİYE’DE TOPLAM İSTİHDAM (MİLYON KİŞİ)
Kaynak: TÜİK ve OVP (2025-2027)
GRAFİK 2. TÜRKİYE’NİN MİLLİ GELİRİ (TRİLYON DOLAR)
Kaynak: IMF ve Yazar Tahmini
Rasyonel ekonomi politikalarına geri dönüş beraberinde birçok yapısal reformu da getirdi. Yatırım ortamının iyileştirilmesi, TCMB’nin bağımsızlığının güçlendirilmesi ve kamuda tasarruf kültürünün yaygınlaştırılması gibi olgular yapısal reformların en önemlileri olarak kabul edilebilir. Fakat enflasyonun tekrar tek haneyi indirilmesi 2021-2023 döneminde verilen düşük maliyetli kredi maliyetinin karşılanmaması şekilde algılanmamalı. Düşük faizle verilen ve firmaların ciddi şekilde yararlandığı krediler günümüzdeki enflasyonun temel nedeni olarak karşımızda duruyor. Bir bedel ödenmesi gerekiyorsa yüksek kar hacimleriyle ucuz kredi dönemini geçirmiş olan işletmelere daha fazla maliyet yüklenebilir.
Veya tam anlamıyla düşük maliyetli krediye bağımlı olan firmaların iflasına izin verilebilir. Böyle bir olayın gerçekleşmesi yüksek düzeyli işsizlik yaratacağı için kamu tarafından tercih edilmiyor. Bu nedenle verimlilik merkezli dönüşümle yüksek faiz dönemini geçirebilen işletmeler gelecek yıllarda kar oranlarını belirleyecek olanlar olabilir. Yeni nesil bir sanayi devriminin eşiğinde olan küresel ekonomi için de benzer bir yorum yapılabilir. İş gücü maliyetlerinin otonom araçlarla değişimi gündemde iken eski kabullerle verimlilik merkezli bir dönüşüm gerçekleşmeyebilir. Bu nedenle dördüncü sanayi devrimi eşiğinde Türk özel sektörü de yeniliklere öncülük yapmalı ve kendini ucuz krediye bağımlı yapısından reforme etmeli.
Milli Gelir Rakamlarında Yaşanılan Yukarıya Doğru Eğilim
Rasyonel ekonomi politikalarının ortaya çıkardığı diğer bir önemli gelişme milli gelir rakamlarında yaşanılan yukarıya doğru eğilim. TL’deki reel değerlenme beraberinde yabancı yatırımcıyı ülkeye çekerken dolar bazlı milli gelir rakamlarında ciddi artış getirdi. 2023’te Cumhuriyet tarihinde ilk kez milli gelir 1 trilyon doları aşarken Türk sanayisi küresel sıralamada 12. sıraya yükseldi. 2024 ve 2025’te de benzer bir yükseliş gözlendi. Haziran 2023-Haziran 2025 döneminde 25 milyar dolar doğrudan yabancı yatırım ülkeye gelirken yerleşikler milyarlarca dolarlık dövizi TL’ye çevirdiler.
TL mevduatları hızla artış gösterirken Mayıs 2025 itibariyle 370 milyar dolarlık hacme erişti. Dövizin bir yatırım aracı olarak kabulünün eskiye göre azalması TL’nin değerine de etki yaptı. Mart 2025’te gerçekleşen yolsuzluk davası dışarıda tutulduğunda para politikasının doğru bir kulvarda gittiğini söylemek mümkün. Ancak kamu tasarruflarının istenilen düzeyde olmadığı ve para politikasına daha fazla destek vermesi gerektiğini vurgulamak gerek. Özellikle sıkı para ve maliye politikası eş güdüm halinde gittiğinde enflasyonla mücadele daha başarılı olabilir. Bu sebeple daha sıkı bir maliye politikası bir gereklilik olarak karşımızda durmaktadır.
Ülke Risk Priminde Gerileme
Yukarıda değinilen konular çerçevesinde rasyonel ekonomi politikalarının bir zorunluluk mu olduğu sorusu cevaplanabilir. 2021-2023 dönemi TL’nin değer kaybı, düşük faiz ve yüksek enflasyon süreciyle harmanlandı. Haziran 2023’te başlayan rasyonel ekonomi politikalarına dönüş bu üç olguyu normalleştirmeyi hedefliyordu. Yabancı yatırımcı ilgisinin yeniden canlandırılması için küresel bir kabul olmuş kurallar bütünü Türk ekonomisini içerecek şekilde işleme alındı. Birçok uluslararası kuruluş Türkiye’deki dönüşümü olumlu yönde okudular. Ülke risk primi 300 baz puanın altına geriledi.
Ülkenin kredi notu yatırım yapılabilir seviyeye tekrar yaklaştı. Enflasyon beklentilerinde düzelmeye meydana gelirken iktisadi büyüme yavaşladı. Benimsenen politikaların bir çıktısı olan mevcut düzelme eğilimi üç senelik süreç içerisinde tam anlamıyla başarıya ulaşabilir. Bu nedenle 2026 yılı tam bir kırılma dönemi şeklinde kabul edilebilir. Fakat bu süreçte alt ve orta gelir grupları ciddi şekilde uygulanan politikalardan negatif etkilendiler. Gelir dağılımındaki bozulma ise yaşanan zorlukları daha da olumsuz hale getirdi. Tek haneli enflasyona ulaşılmasının ardından meydana gelen sorunların çözümü için yapısal girişimler gerekebilir.
Sonuç olarak küresel kabullerin bir yansıması olan rasyonel ekonomi politikaları bir zorunluk olarak Türkiye’nin mevcut problemlerinin çözümünde gereklidir. Bu gereklilik ihracat merkezli kalkınma modeline geçildiği ve dördüncü sanayi devrimine giden süreçte Türkiye’nin ihtiyaçlarına da cevap verebilir.
YORUMLAR