faruk taşçı 800-563 yeni

Prof. Dr. Faruk TAŞÇI – 01 Mayıs 2025

 

İngiltere’de başlayıp zamanla Batı Avrupa ve Kuzey Amerika’ya yayılan Sanayi Devrimi, 18. yüzyılın ikinci yarısında peş peşe yaşanan teknolojik gelişmelerin ardından ortaya çıkmış bir süreci temsil eder. İlk etkilerini tekstil sektöründe gösteren bu devrim, her yirmi beş yıllık dönemde farklı sanayi alanlarına da sıçramıştır.

Sanayi Devrimi ile birlikte, yüzyıllar boyunca süregelen zanaatkârlık düzeni ve buna bağlı lonca sistemi büyük bir darbe almıştır. Fabrikalaşmanın getirdiği kitlesel üretim, yeni bir “işçi” sınıfının doğmasına neden olmuştur.

Kitlesel İşsizlik Meselesi

Öte yandan, Sanayi Devrimi’nin doğurduğu ilk büyük ve temel sorunlardan biri kitlesel işsizlik olmuştur. Makineli üretimin başlamasıyla birlikte, Sanayi Devrimi’ni yaşayan ülkelerde ekonomik üretim kapasitesi daha önce görülmemiş düzeyde artış göstermiştir. Ancak bu üretim artışı, herkesin iş bulabildiği bir düzen anlamına gelmemiştir. Aksine, nüfus artışının getirdiği olumsuz etkiler işsizlik sorununu derinleştirmiştir.

Nüfus artışı işsizliği iki temel yönden etkilemiştir. İlk olarak, hızlı nüfus artışıyla birlikte çok sayıda insan iş piyasasına dahil olmuş (emeğini arz etmiş), ancak işverenlerin tercih etmediği bireyler işsiz kalmıştır. İkinci olarak ise, işçilerin yetenek ve nitelik bakımından birbirinden farklı olması, bazı işçilerin istihdam edilememesine neden olmuştur.

Nüfus artışının işsizliğe etkisinin yanı sıra, makineleşmenin yarattığı yapısal işsizlik problemi de dikkat çekicidir. Üretim süreçleri, gelişmiş makineler tarafından üstlenilmiş; bu da birçok işçinin üretimden dışlanmasına yol açmıştır. Bu gelişmeler, makinelerin işçilerin yaşamını olumsuz etkilediği inancını pekiştirmiştir. Nitekim bu durum, “luddizm” olarak bilinen makine kırıcı hareketin doğmasına zemin hazırlamıştır.

Ücretlerin Düşüklüğü Problemi

Sanayi Devrimi’nin beraberinde getirdiği en önemli problemlerden biri ücretlerdir. İşçilerin, “yalnızca hayatta kalabilecekleri düzeyde gelir” elde etmeleri, çalışmadıkları günler için herhangi bir ödeme ya da güvenceye sahip olmamaları en belirgin sıkıntılar arasında yer almıştır. Özellikle işsizlik ya da hastalık gibi durumlarda, işçilerin hiçbir sosyal korumadan yararlanamaması büyük bir sorun teşkil etmiştir.

Ücretlerin bu şekilde belirlenmesinin birkaç temel nedeni bulunmaktadır. Bunlardan ilki, dönemin hâkim zihniyetiyle ilgilidir. Sanayi Devrimi, liberal düşüncenin etkili olduğu bir ortamda yaşanmıştır. Bu yaklaşımın en önemli özelliklerinden biri, emeği serbest piyasada alınıp satılabilen bir mal (meta) olarak kabul etmesi ve ücretlere ya da emek piyasalarına herhangi bir müdahaleyi doğru bulmamasıdır. Böyle bir anlayışın egemen olduğu bir ortamda, ücretlerin güçlü taraf olan sermaye sahipleri tarafından kendi çıkarlarına uygun şekilde belirlenmesi mümkün olmuş ve bu da ücret seviyelerinin oldukça düşük kalmasına yol açmıştır.

İlginizi çekebilir!  Ya Devlet Başa Ya Kuzgun Leşe!

Ücret sorunlarının ikinci kaynağı ise rekabet koşullarıyla ilişkilidir. Yine liberal ekonomik sistemin bir sonucu olarak, işgücü arz ve talebi arasında ciddi dengesizliklerin yaşandığı bu dönemde, ücretler tamamen piyasa yasalarına bırakılmıştır. Bu durum, özellikle yoğun rekabet ortamında en yüksek kârı elde etmenin temel yolu olarak işçilere mümkün olan en düşük ücretin verilmesini beraberinde getirmiştir. Ayrıca, dönemin sürekli gelişen teknolojik yenilikleri de bu sürece etki etmiştir. Eski teknolojilerin hızla geçerliliğini yitirmesi ve yeni makinelerin hızla devreye alınması, bu yatırımlardan kısa sürede kâr elde etmeyi güçleştirmiştir. Bu nedenle fabrika sahipleri, rekabet güçlerini korumak ve yatırımlarını kısa sürede amorti edebilmek için düşük ücret politikalarına yönelmişlerdir. Böylece maliyetleri azaltmanın yolu olarak işçi ücretlerinin düşürülmesi benimsenmiştir.

Ücret meselesinde yaşanan sıkıntıların üçüncü önemli nedeni ise devlet yapısıyla ilgilidir. O dönemin devleti, müdahaleci veya sosyal bir karaktere sahip olmaktan uzaktır. Dolayısıyla ekonomik olarak güçlü burjuvazi karşısında, işçileri korumaya yönelik herhangi bir düzenleyici veya koruyucu mekanizma bulunmamıştır.

Ailece İşçileşmiş Olmak

Düşük ve yetersiz ücretler, Sanayi Devrimi’nin başka bir olumsuz sonucunu doğurmuş ve ailece işçileşme sürecine zemin hazırlamıştır.

Kadın ve çocuk emeğine yönelim, üretim tekniklerindeki işbölümü ve sadeleşmenin etkisiyle artmıştır. Bu sayede, özel bir eğitim ya da uzmanlık gerektirmeden kadınlar ve çocuklar fabrikalarda çalıştırılmaya başlanmıştır. Maden ocaklarındaki dar geçitlerden çocukların rahatça geçebilmesi ve tekstil sektöründe kadınların el becerilerinin ön plana çıkması gibi pratik nedenler, onların tercih edilmelerine yol açmıştır.

Ayrıca kadın ve çocuk işçilerin daha düşük ücretlerle çalıştırılması da bu eğilimi güçlendirmiştir. Örneğin, o dönemin Fransa’sında erkek işçilere günlük 1,5 frank ödenirken, kadınlara 90 santim, çocuklara ise sadece 50 santim verilmekteydi. Üstelik, bir ailenin geçimini sağlamak için erkeğin kazandığı ücret yetersiz kaldığından, kadınlar ve çocuklar da çalışmak zorunda kalmıştır. Ancak tüm ailenin emeği bile yoksulluğu ve sefaleti ortadan kaldırmaya yetmemiştir.

İlginizi çekebilir!   ABD İle Balayı

Bunun yanı sıra, kadın ve çocuklar fiziksel güçlerinin çok üzerinde, ağır ve yıpratıcı işlere sürülmüş; bu durum genç yaşta ölümler, sakatlıklar ve aile yapısının zedelenmesi gibi ciddi sosyal problemlere neden olmuştur. Sonuç olarak, toplumsal huzursuzluklar da kaçınılmaz hale gelmiştir.

Çalışma Süreleri ve Koşullarının Durumu

Bununla da bağlantılı olarak, Sanayi Devrimi ile çalışma süreleri ve koşulları ciddi sorun haline gelmiştir. Kitlesel işsizliğin dışında kalıp, düşük ücretlerle de olsa çalışacak bir iş bulabilenler için bile şartlar son derece ağırdır. Ücretler yalnızca çalışılan günler için ödenmekte; hastalık, işsizlik ya da başka bir nedenle çalışılamayan günlerde herhangi bir sosyal güvence bulunmamaktadır.

Öte yandan, çalışma saatleri son derece uzun tutulmuş ve iş şartları oldukça ağırlaşmıştır. Aşırı kâr hırsıyla hareket eden fabrika sahipleri, daha fazla ve daha ucuz üretim yapabilmek adına işçileri insan gücünün sınırlarını aşan koşullarda çalıştırmışlardır. Çalışma süreleri standart değildir; ülkeye, bölgeye, sektöre hatta fabrikaya göre farklılık göstermektedir. Ancak sanayileşmenin ilerlediği ülkelerde, günlük çalışma süresi genel olarak 14-15 saatin altına düşmemekte, hatta bazı durumlarda 18-19 saate kadar çıkabilmektedir. Örneğin, dönemin Fransa’sında işçiler günde ortalama 16 saat çalıştırılmakta; özellikle maden ocaklarındaki koşullar “insanlık dışı” olarak tarif edilmektedir.

Çocuk işçiler açısından durum daha da vahimdir. Fransa’daki tekstil fabrikalarında çalışan çocuklar, günde 16-17 saat boyunca mekik ve bobin taşıyarak ayakta durmak zorunda kalmışlardır. İngiltere’de ise çocuklar, “fabrika avlusundaki domuzların yiyeceklerine ulaşmak için domuzlarla yarışmak zorunda” kalmışlardır.

Bu ağır şartların ortak sonucu, hem erkekler hem kadınlar hem de çocuklar için fiziksel ve ruhsal yıkım olmuştur. İşçiler erken yaşlarda çalışma kapasitelerini kaybetmiş, meslek hastalıklarına ve gelişim bozukluklarına yakalanmışlardır. Sonuçta, işçilerin yaşam süreleri ciddi şekilde kısalmıştır; fabrika işçileri, çok ağır şartlarda çalışmaları nedeniyle genç yaşta hayatlarını kaybetmişlerdir.

Şimdi zor soru şu: Sanayi Devrimi döneminde ortaya çıkan bu sorunlar, günümüz dünyasında devam ediyor mu etmiyor mu? Başka bir ifadeyle, işçilerin talihi değişti mi değişmedi mi? İşçi lehine o günden bugünlere dünya genelinde olumlu anlamda değişen bir şeyler varsa, “1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü (İşçi Bayramı)” da var ve anlamlı olur.

Bir Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.