Adem KILIÇ – 08 Eylül 2025
Çin’in ev sahipliğinde gerçekleşen Şanghay İşbirliği Örgütü Zirvesi, bundan önce gerçekleşen zirvelerden farklı olarak, yalnızca bölgesel bir güvenlik toplantısı olmanın ötesinde bir misyona sahipti.
Zirve, İkinci Dünya Savaşı sonrası kurulan Batı merkezli küresel düzene karşı gerçekleşen en açık meydan okuma ve bu düzenin çözülme sürecinin açık bir göstergesi olarak dikkat çekti.
Şüphesiz olarak dünya, uzun zamandır tek kutuplu bir mimarinin sınırlarını zorlayan gelişmelere tanık oluyor ve özellikle Rusya-Ukrayna savaşı, Gazze krizi, Tayvan gerilimi ve Batı’nın uyguladığı yaptırım politikaları, ABD ve Avrupa Birliği’nin kurduğu hegemonik düzenin artık sürdürülemez olduğunu ortaya koyuyordu.
Şanghay Zirvesi, bu kırılmanın en somut ifadesi olarak öne çıktı ve dünyada yaşanan gelişmelerin artık tek kutuplu bir dünyanın sürdürülemez olduğunu ilan etti.
Çin, Rusya, Hindistan, Türkiye, Kuzey Kore ve Pakistan gibi küresel ölçekte etki kapasitesi yüksek ülkelerin aynı masa etrafında buluşması, Washington’un onlarca yıldır sürdürdüğü üstünlük paradigmasına karşı güçlü bir meydan okuma görevi gördü.
Özellikle zirvenin sonuç metninde yayınlanan “çok kutuplu dünya düzenin sonu” vurgusu, Batı’nın tek taraflı dayattığı kurallar sistemine karşı yeni bir uluslararası anlayışın doğuşunu teyit etti.
ABD’nin zayıflayan hegemonyası ve doların geleceği
Zirve; bu küresel mesajları içerse de, şüphesiz olarak en çok da ABD’ye verilen stratejik bir mesaj olma niteliği taşıyordu.
Washington, on yıllardır doları bir finansal silah gibi kullanarak küresel ekonomi üzerinde baskı kuruyordu ki, özellikle ikinci Trump dönemi, doların silah olarak kullanılmasına dair politikanın ABD tarafından “abartıldığı” bir dönem olarak kayıtlara geçmeye başladı.
Trump’ın yeniden uygulamaya koyduğu sözde korumacı politikalar, uyguladığı gümrük vergileri ve hem “düşman” hem de “müttefik” ülkelere karşı finansal tehditleri, Çin ve Rusya başta olmak üzere Şangay İşbirliği Örgütü üyelerini, kendi ekonomik ağlarını kurma konusunda daha da teşvik etti.
Zira bu minvalde, zirvede alınan en kritik kararlardan biri, yerel para birimleriyle ticaretin yaygınlaştırılması olarak öne çıktı.
Zirvede; Çin, Rusya, Hindistan ve İran; enerji, gıda, savunma ve teknoloji ticaretinde kendi ödeme sistemlerini kurmak üzere mutabakata vardı ve bu kararlarını zirvenin sonuç metninde deklare edildi.
Gelinen noktada ise; dünya nüfusunun yüzde 40’ını, maden rezervlerinin ise yüzde 42’sini oluşturan bu ülkeler tarafından atılan bu adım, uzun vadede petro-dolar düzenini temelden sarsabilecek bir potansiyele sahip.
Zira; Batı’nın finansal merkezleri artık alternatifsiz değil ve Şangay İşbirliği Platformu, küresel sermaye akışının yeni cazibe merkezi haline gelebilme potansiyeline sahip.
Küresel Güney’in yükselen etkisi
Şanghay Zirvesi’nin dikkat çeken bir diğer boyutu, Küresel Güney’in giderek hızlanan mobilizasyonuydu.
Zirve artık, meselenin yalnızca Çin ve Rusya’nın liderliği ile ilgili olmadığını, Pakistan, Hindistan, İran ve Orta Asya ülkeleriyle birlikte Ortadoğu’dan da artan bir hareketin Batı’ya karşı hareket etmek istediğini ortaya koydu.
Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır gibi ülkeler de Şanghay Platformuna ilgi gösterirken, Orta Asya ülkeleri ve Türkiye dışında Sırbistan ve Afrika’dan Etiyopya ve Nijerya gibi ülkeler de sürece dahil olmaya başladı.
Bu tablo, Batı dışı ülkelerin kendi kurumsal ağlarını kurmaya başladığını net olarak ortaya koydu.
Uzun yıllar Batı’nın kurduğu kalkınma modeline mahkum olan Asya, Afrika, Orta Asya ve Ortadoğu ülkeleri, artık kendi ekonomik, enerji ve güvenlik stratejilerini Batı’dan bağımsız kurguluyor ve görünen o ki bunu açık bir şekilde ilan ediyor.
Tüm bu yönleriyle Şanghay Zirvesi, bir güvenlik platformu olmanın çok ötesine geçerek yeni bir küresel dayanışma mimarisinin altyapısını oluşturdu.
Enerji ve ticaret koridorlarının yeniden şekillenmesi
Zirvede öne çıkan en stratejik başlıklardan biri de, enerji güvenliği ve lojistik hatlarının yeniden tanımlanmasıydı.
Zirvenin sonuç metnine yansıyan bilgilere göre; Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi, Rusya’nın enerji arz stratejileri ve Orta Asya’nın zengin kaynakları tek bir çatı altında bütünleştirildi.
Batı kontrolündeki deniz yollarının etkisini sınırlamak amacıyla, kara ve demiryolu hatları üzerinden Avrupa’ya uzanan yeni enerji koridorlarının güçlendirilmesi kararlaştırıldı ve bu durum, bölge ülkeleri dışında Türkiye’yi de doğrudan ilgilendiriyor.
Çünkü; gerek Hazar geçişli gerekse de Zengezur geçişli Orta Koridor enerji ve lojistik hatları, Orta Asya ile Avrupa’yı birleştiren ana transit güzergahların Türkiye üzerinden geçmesini zorunlu kılıyor.
Zengezur Koridoru’ndan Türk Devletleri Teşkilatı’nın lojistik projelerine kadar uzanan geniş bir altyapı perspektifi, Türkiye’nin önümüzdeki on yıl içinde Avrasya’nın enerji ve ticaret dengelerindeki ağırlığını ortaya koyacak.
Türkiye’nin kendi eksenini kurma hamlesi
Türkiye bilindiği üzere Şanghay’a tam üye değil. Ancak diyalog ortağı olarak masada ve bu konum, kağıt üzerinde basit görünse de Türkiye’ye büyük bir manevra alanı kazandırıyor.
Türkiye’nin ne Batı ne de Doğu’ya tamamen teslim olmayan dış politika yaklaşımı, Batı ile köprüleri atmadan ve Doğu’nun yükselen bloklarıyla paralel ilişkiler kurarak, kendi stratejik eksenini inşa etme üzerine kurulu bir gerçekliği ortaya koyuyor.
Bu yeni denge siyasetinin üç temel boyutu var.
Birincisi Türkiye, artık çok yönlü bir dış politika izliyor ve NATO üyesi olmasına rağmen, Avrupa ülkeleri gibi Washington’a tam bağımlı olmayan, kendi çıkarları doğrultusunda Şanghay ve BRICS gibi platformlarla yakınlaşarak, Batı’ya karşı “alternatifsiz olmadığı” mesajını veriyor.
İkincisi Türkiye, enerji koridorlarında giderek daha kritik bir merkez haline geliyor ve Doğu-Batı enerji hatlarının kesişim noktasında bulunan Ankara, hem Hazar hem de Orta Doğu kaynaklı projelerde kilit transit ülke olma konumunu pekiştiriyor.
Üçüncü olarak ise Türkiye, Batı ile Doğu Akdeniz’den Suriye’ye, Kafkasya’dan NATO’daki rolüne kadar çok sayıda başlıkta pazarlık gücü kazanıyor.
Şanghay ve BRICS kartı, Ankara’ya Gazze krizi, Suriye politikası, Doğu Akdeniz enerji paylaşımı ve Kafkasya denklemleri gibi başlıklarda daha geniş bir diplomatik alan açıyor.
Sonuç
Şanghay Zirvesi, tek kutuplu ve Batı merkezli düzenin sona ermek üzere olduğunu ve yeni bir çok kutuplu dünya düzeninin hızla inşa edildiğini açıkça gösteriyor.
Diğer yandan dünya, ABD merkezli tek kutuplu düzene meydan okurken, Türkiye ise bu süreçte, ne tamamen Batı ekseninde ne de bütünüyle Doğu bloğunda olmadığını ortaya koyarak, kendi eksenini ilan ediyor ve küresel denklemde bağımsızlığını ilan ediyor.
Ankara, NATO üyeliğini sürdürürken Şanghay, BRICS ve Kuşak-Yol gibi Asya merkezli platformlarla ilişkilerini derinleştirerek ve enerji, savunma ve finansal bağımsızlığını artıracak çok katmanlı ortaklıklar kurarak, küresel siyasetin şekillendiği masada artık daha belirleyici bir rol oynuyor.
Türkiye artık, klasik “ya Batı ya Doğu” ikileminden çıkarak, kendi stratejik mimarisini kuran bir aktör haline geliyor ve bu strateji, Türkiye’yi önümüzdeki dönemde yalnızca bölgesel bir güç olmaktan değil, küresel bir jeopolitik oyun kurucu noktasına geleceğini ortaya koyuyor.