Prof. Dr. Celalettin Yavuz – Güvenlik Politikaları Uzmanı, 29 Temmuz 2025
Suriye’de devrim sonrası beklendiği üzere hemen her gün yeni yeni sorunlar ortaya çıkıyor. Esad rejiminin 9 Aralık 2024’te devrilmesinin ardından ilk analizlerimden birinde adı Colani’den el-Şara’ya dönüşen yeni yönetimin başkanının belki de eski günlerini arayabileceğini yazmıştım.
O tarihlerde katıldığım bir TV programında bu yeni dönemle birlikte “Suriyelilerin başı göğe erdi sanılmasın!” diyerek, milletleşme ve devletleşme evrimini yaşamayan Suriye’nin istikrar bulmasının kısa, hatta orta vadede bile mümkün olamayacağını söylemiştim. Ancak iktidar yanlısı bir gazeteci tam aksini savunmuştu. Çünkü Suriye’deki devrimi Türkiye destekli olduğunu, bu sebeple de yeni yönetimin Türkiye ile eşgüdüm içerisinde hareket edeceğini savunmuştu.
Gelinen günde ne yazık ki Suriye’nin işinin kolay olmadığı, Türkiye’nin Suriye politikalarının da istediği gibi yürümediği daha net görününce konu ele alındı.
Suriye’nin İstikrarını Engelleyen Çıban Başları
Suriye’de rejim değişikliğinin ardından yayınlanan bir diğer analizimde de yeni Suriye yönetimini adeta “7 Kocalı Hürmüz”e benzediğini yazmıştım. Üstelik bu kocalar hem içerde, hem sınırlarda, hem de küresel ölçekte idi. İçerde PYD/YPG (veya SDG), Esad yanlısı gruplar (Alevi/Süryaniler, Dürziler, Gayrımüslimler vb), başlangıçta yönetime destek verecek olsa da zamanla istekleri yerine gelmeyince yeni yönetime karşı homurdanmaya başlayacak Esad muhalifleri, hatta devrimi gerçekleştirenler arasında farklı makam/mevkiler sebebiyle ayranı kabararak çatlak sesler çıkaranlar da olabilecekti…
Sınırlarda ise İsrail, Lübnan, Ürdün, Irak ve Türkiye var! Bunlar arasında İsrail ile Türkiye öne çıkan ve üstelik çıkarları birbirleriyle çatışan iki bölgesel güçtür. Suudi Arabistan, BAE, Katar ve Mısır da diğer öne çıkan bölgesel ülkelerdir.
Bir de bölge dışı ülkeler var. Bunlar arasında da 2000 askeri ile SDG/YPG’ye hala “içeriden” ve ayrıca dışarıdan da destek vermeye devam eden ABD başta geliyor. Ona ilaveten Rusya, Fransa’nın öncülüğünde AB… Bu ülkeler içerisinde ABD ve AB, büyük ölçüde Esad rejimi döneminde uygulanan yaptırımları kaldırdılar. Ancak şartlı olarak! Yarın istekleri hilafına gelişmeler olursa yaptırımları “Demokles’in Kılıcı” gibi kullanabileceklerini hatırlattılar.
Her ne kadar içerideki gruplar, çevredeki ülkeler ve bölge dışı güçler “istikrarlı ve demokratik” bir Suriye görmeyi istiyor görünseler de, çıkarları genellikle birbirleriyle çatıştığı için üzerinde baskıyı arttırdıkları el-Şara yönetiminin siyasi alanda manevra alanını oldukça daralttılar.
Milletleşmemiş, devlet olarak kurumsallaşmamış Suriye, 1970’lerin başından itibaren sürdürülen diktatörlükle evrensel insan haklarından ve demokratik-hukuk sisteminden de yoksundur. Üstelik demokrasi parmağı şıklatınca yerleşen bir rejim de değildir. Yerleşince mevcut rejimler içerisinde en ehveni şer olanı olsa da, uğruna bedeller ödenerek sahip olunabilecek bir rejimdir. Ne yazık ki bu da kısa sürede gerçekleşebilecek bir gelişme değildir.
Öte yandan 14 yıla yakın bir iç savaşla harabeye dönen ülkede milyonlarca insanı yurtiçinde yer değiştirirken, bir o kadarı da yurt dışına kaçmıştır. Ülkenin 400-500 milyar doları bulacağı hesaplanan altyapı hasarlarının giderilmesi için kaynak sorunu aşılamamış ve kısa vadede de aşılamayacağı net iken, eski yurtlarına ve mülklerine dönmek isteyen insanlar yeni sakinlerle karşılaştıklarında yeni sorunları da ortaya çıkacaktır. Demokratik hukuk bilinci olmadığı için de bu sorunlar genellikle sahip oldukları kendi güçleriyle çözülmeye çalışılabilecektir. Bu durum iktidarı, dolayısıyla devlet gücünü elinde tutan paramiliter gruplar arasında da yeşerebilecektir. Nitekim bunun ilk gelişmelerini Tartus-Lazkiye bölgesindeki Esad yanlısı Alevilerle çatışma sırasında görüldü.
Bir diğer çıban başı da Türkiye ve İsrail’in çatışan çıkarlarıdır. Türkiye, kendi iç istikrarı için özerklik/federal yapıya dayanmayan birleşik bir Suriye’de ısrarcı iken, ABD’nin Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Barrack’ın ifadesiyle İsrail, parçalanmış bir Suriye”yi tercih etmektedir. Nitekim Ürdün sınırına yakın Süveyda bölgesinde Temmuz 2025 ortalarında Dürziler ile bedevi aşiretler arasında çıkan, yüzlerce kişinin ölümüne ve yaralanmasına yol açan karışıklıklar bu siyasetin bir tezahürüdür.
Süveyda’da çıkan karışıklık üzerine el-Şara yönetimi kargaşayı yatıştırmak istediğinde İsrail ve ona paralel olarak ABD’nin “Süveyda’dan askerlerini çek!” şeklindeki emri ile karşılaştı. Ve istemeden de olsa çekildi. Zaten İsrail, uçaklarıyla “Sıkıysa çekme!” dercesine tehditkar mesajını Başkent Şam’da el-Şara’nın sarayına yakın Genelkurmay Başkanlığı yerleşkesini yerle bir ederek vermişti.
Türkiye’nin İsrail ve Kısmen de Olsa ABD İle Çatışan Suriye Politikası
Suriye’de Türkiye’yi çok daha yakından ilgilendiren bir diğer önemli çıbanbaşı da PKK terör örgütünün Suriye uzantısı PYD/YPG’nin durumudur. ABD’nin “Suriye Demokratik Güçleri” (SDG) adı altında bu yıl da mali, siyasi ve askeri desteğiyle himaye ettiği PYD/YPG, Türkiye’nin Suriye politikası hilafına hareket etmeyi sürdürmektedir.
Türkiye, “Terörsüz Türkiye” projesi çerçevesinde, teröristbaşı Öcalan’ın İmralı’dan PKK terör örgütüne göndermiş olduğu çağrıya uyulmasını beklemektedir. Yani silahlar teslim edilecek, yeni bir devlet kurmanın peşine düşülmeyecektir. Tabii Öcalan’ın da “gizli” şartı, “demokratik Türkiye” şeklindedir…
Türkiye, İmralı çağrısının PKK’nın tüm unsurlarını kapsadığından hareketle YPG’nin de silahlarını bırakarak SDG’yi lağvetmesini beklemektedir. Ancak Türkiye’nin tüm telkinlerine rağmen 10 Mart 2025’te, Türkiye’nin haberi olmadan ABD helikopterleri ile Şam’a taşınan YPG/SDG Lideri Mazlum Abdi, el-Şara ile bir mutabakat metni imzaladı. Bu mutabakat metninde Şam yönetimine entegre olma maddesi yazılmış olsa da, Türkiye’yi endişelendirmiş olacak ki, imzanın ardından Dışişleri Bakanı Fidan, Milli Savunma Bakanı Güler ve MİT Başkanı Kalın soluğu Şam’da almışlardı…
PKK, sembolik de olsa Temmuz 2025’te Irak’ın kuzeyinde kendi belirlediği bir mevkide uluslararası medyanın önünde “Silahlara veda!” ettiğini ilan etti. Ancak YPG’de bu yönde bir hareket yok. Zaten Öcalan konuyla ilgili mesajını yayınladığı sırada PYD’nin Eşbaşkanı Salih Müslim, bu çağrıyı olumlu bulduklarını, ancak çağrının Suriye Kürtlerini bağlamadığını, PYD/YPG’nin Suriye’de yerleşik olduğunu, dolayısıyla da bu konunun muhatabının Türkiye değil, Şam yönetimi olduğunu söylemişti. Nitekim gelişmeler de şu ana kadar o yönde gibi.
PYD/YPG’nin Türkiye’nin isteklerine aykırı tutumu bir kaç kez Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Fidan tarafından medyada tehditkar bir dille eleştirildi. Ancak tüm bölgede olduğu gibi Suriye’de pervasızca artırılan İsrail etkisi, el-Şara yönetimi üzerinde ciddi bir baskı yaratırken, Süveyda olaylarında açıkça görüldü ki, iktidar olan el-Şara Hükümeti henüz “muktedir” olamamış.
Oysa Türk devlet adamları sık sık Şam’ı mesken tutsa da, el-Şara ile Şam’da veya dışarıda görüşmeler gerçekleştirse de, Şam yönetiminin İsrail üzerinde “etkili” hareketi bir yana, girişimi dahi olamadı. Sadece kınamakla yetindi.
Velhasıl 1967’de işgal edilen Golan Tepelerine ilaveten, Esad sonrası Suriye’sinde başkent Şam’ın 20 km yakınına kadar sokularak ilave yerler de işgal eden ve istediği zaman Şam semalarında bombardıman uçaklarını uçuran İsrail’e karşı el-Şara’nın eli kolu bağlıdır… İsrail’de Başbakan Netanyahu Süveyda olayları sırasında İsrail’in belirlediği bölgeyle ilgili net politikasını “Şam’ın güneyindeki Golan Tepelerinden Dürzi Dağları bölgesine kadar olan bölgenin silahsızlandırılması, işte bir numaralı kural. İkinci kural ise Dürzi Dağı’ndaki Dürzi kardeşlerimizi korumaktır!” şeklinde açıkladı.
ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi her ne kadar federatif yerine merkezi yönetime sahip birleşik bir Suriye’den yana olduğunu ve Suriye’de hiç bir gruba “özerklik” sözü verilmediğini söylese de, Türkiye’nin yer almadığı masaları kurmaktan da geri kalmamaktadır. Bu masalardan sonuncusu 24 Temmuz 2025’te Paris’te gerçekleşti. Suriye Dışişleri Bakanı Şeybani’nin yanısıra ev sahibi Fransa Dışişleri Bakanı Jean-Noel Barrot ve ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi Barrack arasındaki üçlü görüşmenin ardından, SDG ile yürütülen temasların “en kısa sürede” Paris’te devam edeceği belirtildi.
İsrail ve Irak Kürt Bölgesel Yönetimi basınına göre bu toplantıya YPG Lideri Mazlum Abdi de katılacaktı ancak son gün plan değiştirildi. Şurası açık ki, PYD/YPG ile ilgili gelişmelerde Türkiye dışarıda tutulmaya çalışılıyor gibi.
Bu durumu yakından izleyen Dışişleri Bakanı Fidan’ın 26 Temmuz 2025’te bir TV programında bir taraftan ABD’ye ve Temsilcisi Barrack’a övgüler dizerken, diğer taraftan YPG’nin silahlı unsurlarının hala kendini lağvetmediğini ifadeyle Türkiye’nin 10 Mart 2025 tarihli mutabakat çerçevesinde “Kürtlerin kimlikleri, hakları, hukukları da korunarak, başta mal, mülk, vatandaşlık olmak üzere, kültürleri, herkesin kendini eşit hissedeceği yeni bir Suriye’ye beraber adım atmalarını istiyoruz!” şeklinde beklentiyi hatırlattı. Fidan, Irak kuzeyinde yuvalanan PKK senaryosunun bir 40 yıl daha Suriye’de sahnelenmesine izin verilmeyeceğini de aba altından sopa göstererek vurguladı.
Sonuç
Yukarıda özetlenen hususlar arasında Suriye’nin ekonomik, altyapı, enerji, eğitim, ulaştırma, sosyolojik vb diğer çok ciddi sorunlarına dokunulmadı bile. Sadece iç ve dış politikadaki çetrefilli konular ele alındı. Oysa Suudi Arabistan, BAE ve Katar’ın akçeli alanlarda Türkiye’ye rakip olarak yuvalandığına değinemedik bile.
El-Şara’nın emrindeki paramiliter grupların “düzenli” bir güç haline gelebilmesi için daha uzunca bir süreye ihtiyaç var. Özellikle üç kuvvetin (ABD, İsrail, Türkiye) yanında Fransa gibi bazı AB ülkeleri de bölgede “oyun kurucu”luğa soyunuyor. Ancak bu oyun kurucular içerisinde siyasi çıkarları taban tabana zıt Türkiye ile İsrail arasındaki gerilim giderek yükselmektedir. Olası bir gerginlik veya olası çatışmada ise her ne kadar NATO müttefiki olsa da ABD ile AB ülkelerinin Türkiye’den yana olabileceklerini inanarak söyleyebilmek de mümkün değildir.
Suriye’de tek bir otorite altında birleşmeye rıza göstermeyen grupların sayısı ve tepkisi, özellikle de İsrail’in desteğiyle giderayak yükselmektedir. Süveyda’da Dürziler son gelişmelerde kendisini göstermişken, silahlı unsurlarını lağvetmeyen YPG de bir diğeridir. YPG’nin silahlı kuvveti sayısal ve ABD kaynaklı harp silah ve araçları yönünden el-Şara kuvvetlerine göre çok daha güçlüdür. Üstelik ABD’den destek almayı sürdürürken, İsrail ile de can ciğer kuzu sarması halindedir.
El-Şara yönetimine ve Suriye’ye yapıcı şekilde yaklaşan Türkiye, Şara’nın ülkede iç istikrara yönelik düzenlemelerde muktedir olamadığını da görebilmekte, bu sebeple de fazla ses çıkarmamaktadır. Şara da kendisini tehdit eden İsrail ve onu dizginleyebilecek tek güç ABD’nin isteklerine daha çok eğilim göstermeye mecbur kalmış gibidir. Tabii ki kesenin ağzını açmasını beklediği zengin Arap ülkelerine de…
Türkiye, ‘Terörsüz Türkiye’ bağlamında YPG’den beklentisine cevap verilmez ise, olası bir silahlı müdahalenin siyasi, askeri ve sosyolojik alt yapısını hazırlamalıdır. Ancak askeri müdahalenin ‘Terörsüz Türkiye” projesini akamete uğratma olasılığı da dikkate alınmak mecburiyetindedir.
YORUMLAR