Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
reklam
reklam
celalettin yavuz logo
Celalettin Yavuz

Türkiye’de Doğurganlık Düşüşünün Milli Güvenliğe Etkileri – Prof. Dr. Celalettin Yavuz

Prof. Dr. Celalettin Yavuz, Güvenlik Politikaları Uzmanı – 05 Mayıs 2025

 

Türkiye, çok değil milenyuma girilen yıllarda genç nüfusunun sayısı ile öne çıkardı. Hatta 2005 yılında AB adaylık süreci başladığında, mevcut hükümetin başbakanı, bakanları, bilim insanları, STK’lar Avrupalı muhataplarıyla bir araya geldiklerinde, “yaşlı” Avrupa için gerekli genç nüfusun Türkiye’den karşılanabileceği ileri sürerlerdi.

Ancak TÜİK’in 2023 yılı Türkiye doğurganlık raporuna bakıldığında artık Türkiye’nin genç nüfuslu olduğunu, ya da en azından genç nüfusun idame edilebileceğini söyleyebilmek mümkün değildir. Bu sebeple bu konu analiz edilmeye çalışıldı.

Türkiye’de Doğurganlık Raporunun Anlattıkları

tablo 1

Şekil-1: TÜİK raporuna göre 2001-2023 yılları arasında, Türkiye’deki doğurganlık oranı şeması

 

Yukarıdaki şemada açıkça belirtilen bilgileri göre, Türkiye’de 2001 yılında doğurganlık oranı 2.38 iken, o tarihten itibaren 2003’e kadar düşüş kaydetmiş, ardından bazı dalgalanmalar yaşasa da, 2014 yılına kadar azar azar da olsa artarak 2.2 civarında olmuştur. Bu tarihten sonra tekrar düşüşe geçen doğurganlık oranı, 2023’te 1.51’e kadar gerilemiştir.

tablo 2

Şekil-2: 2023 yılı itibariyle toplam doğurganlık hızının en yüksek ve en düşük 10’ar ili gösteren şema

Yukarıdaki şemaya göre doğurganlık hızının en yüksek olduğu iller 3,27 çocuk ile Şanlıurfa, 2,72 çocuk ile Şırnak, 2,40 çocuk ile Mardin izlerken en düşük oran 1,13 çocuk ile Bartın olmuş.

 

Türkiye’deki doğurganlık oranının düşüşünün anlamı, eğer önlem alınamaz ise Türkiye’nin de Avrupa ülkeleri gibi giderek azalan ve yaşlanan bir nüfusla karşı karşıya kalacağıdır.

Gene TÜİK raporuna göre AB ülkelerinin 2022 yılındaki 27 ülkesinin doğurganlık hızlarına bakıldığında Fransa 1.79 ile en yüksek toplam doğurganlık hızına sahip ülke imiş. Türkiye ise aynı yıl Romanya, Bulgaristan ve Çekya’nın ardından 1.63 doğurganlık hızıyla Avrupa’da 5’nci sırayı almış. 2022 yılında Avrupa’da en düşük doğurganlık ise 1,08 çocuk ile Malta imiş.

Türkiye’de geçen yıllar içerisinde yaş grubuna göre doğurganlık hızında da büyük bir değişme yaşanmış. 2001 yılında en yüksek yaşa özel doğurganlık hızı binde 144 ile 20-24 yaş grubunda iken, 2023 yılında binde 101 ile 25-29 yaş grubunda görülmüş. Yani kadınlar artık daha ileri yaşta doğum yapmayı tercih eder hale gelmiş. 2001’de ilk doğumu yapan annelerin ortalama yaşı 26,7 iken 2023 yılında 29,2 olmuş. İlk doğumunu 2023’te yapan annelerin ortalama yaşı da 27’ye çıkmış.

İlk doğumda ortalama anne yaşının en yüksek olduğu iller de 29,0 ile Artvin ve Tunceli iken, onları 28,6 yaş ile İstanbul, 28,4 yaş ile Trabzon ve Rize izlemiş. İlk doğumdaki ortalama anne yaşının en düşük olduğu il ise 24,2 ile Muş ve Ağrı iken, onları 24,4 yaş ile Şanlıurfa ve 24,8 yaş ile Gaziantep izlemiş.

Doğurganlık oranlarına bağlı olarak ülke nüfus artış hızında da büyük bir değişim var. 2000 yılında 67.803.927 olan Türkiye nüfusu, 1990’daki mevcuda göre %20.1 artış kaydetmiş. 2007’den itibaren her yıl %1.6-1.2 arasında dalgalı seyir izleyen nüfus artış hızı, 2020’de %.6 ile sert bir düşüş yaşamış. Pandeminin etkisi azaldıktan sonra 2021’de %1.3 olan nüfus artış hızı 2022’de %0.7’ye, 2023’te %0.1’e düşerken, 2024’te %0.3 olabilmiş.

Nüfus artış hızına bakıldığında 2020 yılından itibaren oldukça sert düşüşlerin yaşandığı açıkça görülebilmektedir. Üstelik bu yıllarda başta Suriyeli sığınmacılardan olmak üzere, çeşitli yerlerden gelen sığınmacıların bir kısmı da vatandaş yapılarak nüfus sayısına katkı sağladığı bilinmektedir.

Oysa Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın henüz başbakanlığı sırasında vatandaşlara sık sık kaç çocuğu olduğunu soruyor, çocuk sayısını az bulursa “beş çocuk” işareti yapıyordu. Ama o günlerde 2’nin üzerinde olan çocuk doğurganlık oranı Erdoğan’ın ısrarlı isteklerine rağmen giderek düştü ve 1.5’ğa kadar geriledi.

Bu düşüş önlenemez ise Türkiye’de yakın bir gelecekte hem beyni ile, hem de bedenen çalışan insan sayısında ciddi bir eksiklik yaşanacaktır. Yaşlanan nüfus sebebiyle “yaşlı bakım” elemanları ile bu alanda hizmet görecek kurumlara duyulan ihtiyaç da artacaktır. Şu anda devletin yaşlı bakım yurtları son derece az ve yetersizdir. Ak Parti iktidarı öncesi bu durumu gören Emekli Sandığı Genel Müdürlüğü, bir kaç yerde yaşlı bakım yurdu açmış, daha da açmayı planlıyordu. Ancak Ak Parti dönemi sırasında bu kurum kaldırılarak Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı adı altındaki, tüm emeklileri kapsayan bir çatı altında toplanınca bu proje akamete uğradı.

Türkiye’deki Doğurganlık Oranının Azalmasının Sebepleri

Doğurganlık oranındaki düşüşün ana sebepleri arasında, teknolojik gelişmelerin hızla arttığı, buna bağlı olarak ihtiyaçların da kabardığı bir dünyada, çocukların geleceğinin garanti altına alınması kaygısının (yani iş ve aş bulabilme) geldiği söylenebilir. Burada Avrupa ve diğer zengin ülkelerdeki gibi refah seviyesinin yükselmesi sebebiyle çocuk sayısından feragattan farklı bir şey söz konusudur.

Türkiye’de nüfus sayısının sert düştüğü 2020 yılından itibaren ekonomik duruma da bakmakta yarar vardır. 2018 yılında Rahip Brunson davası sırasında ABD’nin uyguladığı yaptırımlarla TL’nin yabancı kurlar karşısında %70-75 oranında değer kaybetmesiyle vatandaşlar yoksullaşmaya başladılar. Hele de Ekim 2021’de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bizzat uygulattığı “Nas ekonomisi”, yani “Faiz sebep, enflasyon sonuçtur!” şeklindeki ekonomi bilimine tamamen ters bir ekonomi politikasının uygulanmasıyla birlikte Türk ekonomisi dibe vurdu.

Ekonomiyi düzeltmek isteyen ekonomi heyeti, ilk fedakarlığı ücretlilere ve emeklilere yükledi. Bu arada gayrimenkullerin fiyatlarında büyük bir patlama yaşandı. Daha önceleri bir memuriyet sonrası emekliliğinde bir konuta ve arabaya sahip olmak mümkün olabilirken, 2021’den sonra bunlar hayal oldu.

Bugün Türkiye ölçeğinde yüksek sayılabilecek maaş/ücret alan genç evliler bile gelecekte başlarını sokabilecekleri bir evi alabileceklerine neredeyse inanmıyorlar. Zira Ak Parti yönetimi sırasında Türkiye’ye her türlü zenginlik, özellikle de lüks tüketim alışkanlığı vb getirilmişken, nüfusun büyük bir çoğunluğu bunları temin edebilecek gelirden yoksundur.

Nüfusun belirli bölümü üst düzey gelir grubuna, büyük bir kısmı orta gelir grubuna (orta direk), az bir kısmı da düşük gelir grubuna ait iken, orta direğin ortadan kalktığı bir döneme girildi.

Bu ekonomik kargaşayı gören evli ya da bekar gençlerin “Nasıl olsa ev sahibi olamayacağım!” diyerek, eline geçeni tasarruf etmek yerine har vurup harman savurduğu görülebildiği gibi, “Eğer çocuk yaparsam, ona hangi imkanlarla çağın eğitim/öğretim imkanlarını sunup, güvenli bir gelecek hazırlayabileceğim?” diye düşünenler de giderek artıyor. Oysa en azından Ak Parti iktidarının ilk iki döneminde bile emeklilerin evli çocukları ev alacakları zaman aile büyüklerinden destek alabiliyor, çocuklarının bazı masrafları da gene emekli büyükleri tarafından karşılanabiliyordu. Ama gelinen günde emekliler artık çocukları ev ve araba alırken bu destekleri verebilecek maaşlara sahip değiller. Hatta bazı emekliler çocuklarının desteğine muhtaç hale geldi.

Bir diğer önemli sebep de gıda güvenliğinde yaşanan sorunlardır.  Sebze ve meyvelere yüksek oranda zirai ilaç kullanımının (pestisit) çocukların gelişmesine olumsuz etkileri ve yaşlılarda demans gibi ciddi hastalıklara sebebiyet verirken, genç erkeklerin sperm sayılarında da büyük düşüşler yaşattığı ileri sürülmektedir.

Bir diğer ciddi gıda terörü de, GDO’lu yiyeceklerdir. GDO’lu yiyeceklerin de sperm sayılarını büyük ölçüde düşürdüğü, GDO’lu soyayı ve mısırı en çok kullanan ülkelerden bizzat ABD’de ispatlanmıştır.

Sonuç

Türkiye’de doğurganlık oranı büyük bir düşüş yaşamakta, bu durum nüfus artışını, özellikle de genç nüfus sayısını olumsuz etkilemektedir. Daha önceleri nüfus sayısının azalmasında başlıca sebepler arasında tedavisi bulunamayan salgın hastalıklar veya uzun süreli savaşlar ile kıtlık mevcut iken, gelinen çağda en azından Türkiye için başka sebepler ortaya çıkmıştır.

Türkiye’de nüfus artış hızını olumsuz etkileyen sebeplerin en başında geleni 2000 yılından itibaren giderek düşen ve son iki yılda dip yapan doğurganlık oranının düşüş sebepleri içerisinde de en önemlisi, genç evlilerin çocuklarına “güvenli bir gelecek temin edememe” kaygısıdır. Çünkü lüks tüketim dahil tüketim ekonomisine alıştırılan, tasarrufu adeta unutan Türkiye’de genç evliler konut sahibi olmaktan da umutlarını kestikleri gibi, çocuk yapma konusunda da motivasyondan yoksundurlar. Tüketim toplumu bireyleri olarak alıştırılmış oldukları gibi gün bulduklarını o gün harcama eğilimindedirler. Tasarruf düşüncesinden uzaklaşma, sadece bireylerin değil, bu şekilde yetişen gençlerin görev aldığı devletin de ekonomisini olumsuz olarak etkilemeyi sürdürecektir.

Ekonomide yaşanacak çöküşe ilaveten, milli güce beyin ve fiziki güçle katkı sağlaması beklenen genç nüfusun da azalmasıyla yerli ve milli teknolojik ve bedene dayalı üretimin düşerek yoksun bırakacağı sinerji, ciddi bir güvenlik sorunu yaratabilecektir.

Ülkede nüfus artış hızının düşüşü, yakın gelecekte yaşlı bakım elemanı ve yaşlı bakım kurumlarına olan ihtiyacı da arttıracaktır. Ancak ücretli iken emekli olanlar, son yıllarda oldukça düşen satınalma güçleri sebebiyle bu imkanlardan da mahrum kalacaklardır.

Türkiye’de doğum oranının düşüklüğünün sebeplerini ortadan kaldırmak maksadıyla acilen alınmasında yarar görülen bazı öneriler şöyledir:

-İlkokuldan itibaren çocuklara ülke nüfusunun büyüklüğünün yararları öğretilmeli,

-Üniversitelerde ekonomi ve sosyoloji uzmanlarının ortak çalışmalarıyla çözüm önerileri üretilmeye çalışılmalı,

-Ekonomik hayat gençler için daha çekici hale getirilmeli,

-Çocukların bakım masrafı olarak ailelere yapılan maddi yardım, Avrupa ülkelerindeki benzer miktarlarla kıyaslanacak derecede arttırılmalı,

-Demokratik hukuk düzeni içerisinde ve ekonominin gereklerine göre bir ekonomi politikası uygulanmalı,

-Ekonomik hayatta dolaylı vergiler, gelişmiş ülkelerdeki oranlara çekilmeli,

-Ekonomi politikaları, her kim olursa olsun bir kişinin isteklerine göre değil, ekonomi biliminin kurallarına göre düzenlenerek uygulanmalıdır,

-Yaşlanan nüfus dikkate alınarak, yaşlı bakım elemanı yetiştirilmesi ve daha da önemlisi “sosyal devlet” anlayışıyla devletin yaşlı bakım kurumlarının sayıları da ihtiyaca göre arttırılmalı,

-Nüfusun artış hızını, kalifiye/iyi yetişmiş mültecilerden de temin yoluna gidilmesi düşünülmeli, bunların seçiminde belirli kriterlerin belirlenmesi esas alınmalıdır.

YORUMLAR

0 adet yorum var

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER