Bercan TUTAR – 13 Ekim 2025
Tarihi günlerden ve kritik bir süreçten geçiyoruz. Şu sıralar had safhaya ulaşan küresel ve bölgesel düzeydeki güç mücadelesi bundan sonraki on yılları hatta gelecek yüzyılı bile şekillendirecek bir mahiyete sahip. Hint-pasifik bölgesinde Çin’in yükselişi, Orta Asya ve Doğu Avrupa’da Rusya’nın hamleleriyle Ortadoğu, Doğu Akdeniz ve Kuzey Afrika başta olmak üzere Orta ve Güney Asya ile Balkanlar ve Kafkaslardaki Türkiye’nin dengeleri değiştiren adımları küresel jeo-politik denklemlerin yeniden kurulmasına yol açıyor.
Atlantik dünyası sahip olduğu konumu ve statükoyu devam ettirmekte zorlanıyor. Batı’nın egemen olduğu tablo değişiyor. Çok kutuplu ve çok merkezli yeni bir küresel sisteme doğru ilerliyoruz. Rusya’nın direncini kıramayan ABD, bütün enerjisini Çin’e hasretmeye başladı. Bunu yapabilmesi de Rusya ve Türkiye ile bir ‘modus vivendi’ye (geçici uzlaşıya) ulaşmasına bağlı.
ABD-Rusya Arasında “Soğuk Barış” Arayışı
Rusya ile öyle görünüyor ki Ukrayna üzerinden bir ‘soğuk barış’a varılacak. Avrupa’nın itirazına rağmen ABD, karşılaştığı reel-politik dayatmaları aşarak Çin’i frenleme ve kuşatma stratejisini devam ettirmek için istemese de Rusya cephesindeki mücadeleyi ya kapatmak ya da dondurmak zorunda hissediyor kendini. ABD Başkanı Donald Trump ve ekibi önceliklerini Çin olarak belirledikleri için Rusya ile asgari müştereklerde de olsa bir uzlaşıya varmak istiyor.
Uzlaşamadıkları alanlarda da sorunları bir süre dondurma veya erteleme seçeneğini devreye sokmaya çalışıyor. Fakat BRICS ile yakaladığı ivmeyi yavaşlatmak istemeyen Rusya, Küresel Güney’in elde ettiği kazanımları ABD ile varacakları bir anlaşmaya kurban etmek niyetinde değil. Çünkü Küresel Güneyin düşmesi peşinden Rusya’nın yeniden hedef tahtasına konulacağı süreci başlatacaktır.
Rusya bu bağlamda müttefiklerini ‘by-pass’ ederek ABD ile tek taraflı bir konsensüse varmaya pek gönüllü değil. İkili bir konsensüs yerine Rusya, ABD’nin yeni küresel realiteyi bir tehdit değil bir fırsat olarak görüp uyum sağlamasını savunan bir yaklaşım sergiliyor.
Ne var ki itiraf etse de ABD gerçeği kabullenmekte zorlanıyor. Bu nedenle Rusya ile kalıcı bir uzlaşı olmasa da geçici ittifak arayışını hâlâ vazgeçmiş değil. Rusya da ABD’nin bu yaklaşımını stratejik bir değişim yerine taktik bir pozitivizmle karşılıyor. Ve sonuç olarak ABD ile tam bir barış sağlanmasa da temasın sürmesi ve diplomasinin devrede olması Rusya’nın elini rahatlatıyor. Batı’nın kuşatma ve ambargo stratejisini akamete uğratıyor.
ABD İçin Türkiye Bir “Can Simidi”
Bir bakıma ABD, Rusya’ya karşı determinist davranıyor. Bükemediği eli sıkıyor. Zaman kazanmaya çalışıyor. Avrupa ve Hint Pasifik cephesinde maruz kaldığı hegemonik erozyonu ise Ortadoğu’da Türkiye sayesinde telafi etmeye çalışıyor.
Dolayısıyla Türkiye şu an ABD için adeta bir can simidi konumunda. Fakat İsrail’in kaotik politikaları bu süreci ve kazanımı tehlikeye atıyor. Daha doğrusu ABD, Ortadoğu’da İsrail eliyle devreye soktuğu yeni stratejiden de umduğunu bulamadı. Geri adım atıyor. Ne var ki bu stratejik çekilmeyi Türkiye ile kazanca dönüştürme fırsatı yakalamışken İsrail’in irrasyonel talepleri ve davranışları, bütün bu süreci baltalama riskini artırıyor. Bu gelişmenin yaşanması, ABD için bölgesel ve küresel düzeyde jeo-politik intihar anlamına gelir.
Daha anlaşılır bir dille söylersek ABD 2001’den bu yana Ortadoğu’da elde edemediği bir imkâna kavuşmuş durumda. Bölgede İran’ın etkisi minimuma indirilmiş. Rusya Suriye’den çekilmiş. Çin’in ekonomik ve diplomatik nüfuzu en alt düzeye inmiş.
Bölgede ABD’nin hegemonik gücünü yeniden tesis edebilecek bütün şartlar yeniden oluşmuşken İsrail’in Gazze’de sürdürdüğü soykırım yanında Suriye, Lübnan, Katar, Yemen ile İran’a saldırması ve hatta Türkiye’yi de kapsayacak şekilde bölgesel kaos peşinde koşması, ABD’nin bütün kazanımlarını tehlikeye atıyor.
Hem de Fas, Mısır, Pakistan, Endonezya, Orta Asya ile Güney ve Güneydoğu Asya’yı da katarsak ABD’nin, SSCB’nin Afganistan işgalindeki dönemde olduğu gibi bütün İslam dünyasını bu kez de Çin’e karşı yeniden yanına çekme imkânına kavuştuğu bir dönemde…
Beyaz Saray’ın Endişesi: Türkiye-İsrail Çatışması
İşte Siyonist İsrail’in sapkın bir ideolojiyle hareket edip böyle bir süreci baltalaması ve ABD’nin elde ettiği kazanımları riske etmesi Beyaz Saray’ı önlemler almaya zorluyor. Çünkü İsrail’in dizginlenmemesi İslam dünyasını ABD aleyhine çevirecek ve ABD’nin Çin ve Rusya’ya karşı elini daha da zayıflatacaktır. Avrupa’dan istediği randımanı alamayan ABD’nin en korktuğu şey ise Türkiye ve İsrail’in karşı karşıya gelmesidir.
Böyle bir olasılık hem ABD’ye hem de İsrail’e kaybettirir. Bu nedenle ABD Başkanı Trump defalarca İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu’yu Türkiye’ye karşı ‘makul’ olmaya çağırdı. Hatta zaman zaman kameralar önünde ihtarda dahi bulundu. Çünkü ABD Başkanı, Türkiye’nin ulaştığı askeri ve siyasi güçle sadece Ortadoğu’da değil küresel düzeydeki dengeleri de değiştirecek bir kabiliyete sahip olduğunu görüyor. Haliyle Türkiye gibi bir müttefiki ve Türkiye’nin çelik çekirdeğini oluşturduğu İslam dünyasını Siyonistlerin fantezilerden dolayı kaybetme olasılığını göze alamıyor.
İşte Gazze’deki barış da PKK’nın silahlara vedası da böyle bir reel-politik atmosferin sonucudur. Aynı determinizm Suriye için de geçerli. Orada da ABD, Türkiye’nin taleplerini göz ardı edecek lükse sahip değil. Zira 8 Aralık 2024’te Suriye’de gerçekleşen devrim ile hızlanan süreç devam ediyor. Ankara’da dün yapılan Suriye toplantısı ile bugün Mısır’da yapılacak olan ve Sayın Erdoğan’ın en büyük mimarlarından biri diye kabul edildiği Gazze barış planı ile ilgili zirve, Türkiye’nin bu yeni dönemin en etkili kurucu siyasi iradesi olduğunun da en somut göstergesidir.
Dolayısıyla yüz yıl önce sömürgeci güçlerin bölgemizin başına bela ettiği Filistin ve Kürt gibi iki tarihi sorunun çözümünde artık yeni ve yerli bir paradigma devrede. Türkiye’nin yükselişi nedeniyle sömürgeciler bu sorun alanlarında artık istediği gibi at koşturamıyor. Bu da emperyal güçlerin devre dışı kalmasını ve Türkiye eksenli kalıcı çözüm olanaklarının harekete geçmesini sağlıyor. Görünen tablo böyle. Zaten atılan adımlar ve genel gidişat da bunu gösteriyor. Ancak yine de temkinli olmakta ve erkenden zafer sarhoşluğuna kapılmamakta fayda var.