Takvimlerde Kurban Bayramı’nın ilk günü ve Babalar Günü aynı tarihe denk geldi bu yıl. Kurban geleneğinin ilk ismi Hz. İbrahim olmasa da bu bayramın özelinde anılan en önemli isimdir.

 

Hz. İbrahim hem babasıyla bir evlat olarak ilişkisi hem de bir baba olarak evlatlarıyla ilişkisi bağlamında Kutsal metinlerde yer almış peygamberlerin başında gelir. Belki de bu özellik açısından yegâne isim de olabilir.

 

Psikoloji literatüründe ise baba imgesi deyince akla ilk olarak Psikanalizin kurucu Babası Sigmund Freud’un Oidipus kompleksi olarak adlandırdığı formülasyon gelir. Freud Sofokles’in Kral Oidipus adlı eserinden esinlenir bu kavramsallaştırmayı yaparken. Söz konusu eser antik Yunan edebiyatının en önemli eserlerinden biridir. Hikâyede ise Thebai kralı Oidipus’un trajik kaderini anlatılmaktadır. Trajik olan şudur ki, bir veba salgını neticesinde yaptığı araştırmaların sonucunda Oidipus kendisini büyüten ailenin gerçek ailesi olmadığı öğrenir.

 

Olayın trajik yanı Oidipus’un gerçek anne babasının Laios ve İokaste oluşu ve bir kehanet yüzünden terk edilmiş olmasıyla ilgilidir. Kehanete göre, Oidipus babasını öldürecek ve annesiyle evlenecektir. Kehanetin bilgisiyle beraber Oidipus, istemeden bu kehaneti gerçekleştirdiğini anlar zira babası olan Laios’u bir yol kavşağında öldürmüş ve bilmeden annesi İokaste ile evlenmiştir. Öğrendikleri Oidipus’u derinden etkiler ve kendi gözlerini kör eder.

 

Oidipus’un hikayesi, insanların kaderlerinden kaçamayacaklarını ve özgür iradelerinin sınırlı olduğunu göstermesi açısından dikkate değerdir. Bu hikâyeye referans vererek Freud her erkek çocuğunun annesine duyduğu bilinçsiz ilgi nedeniyle babasını kıskanması ve onu öldürme arzusu duyduğunu söyler bilinçdışı düzeyde. Bu nedenle baba Freud’a göre öldürülmesi gereken bir otoritedir.

 

Freud, çocukların ebeveynleri geliştikçe değişen tutumlarını tanımlamak için bir metafor ararken, Yunan Oidipus efsanesini seçmişti. Oidipus, yanlışlıkla babasını öldüren ve annesiyle evlenen trajik bir figürdür.

 

Freud’a göre tüm çocuklar karşı cinsten ebeveynlerini arzular ve aynı cinsiyetten ebeveynleriyle rekabet halinde olduklarını hissederler. Freud’un kavramsallaştırmaları yaşadığı yıllar olan 1856-1939 arasında Viyana’nın zengin sınıfının deneyimlerinden bağımsız değildir. Tüm zamanlara genişletilebilecek bir formülasyon olduğunu söylemek zordur kendisine yapılan itirazlar dikkate de alındığında.

 

1959 doğumlu İtalyan psikanalist Massimo Recalcatide baba ve çocuk arasındaki ilişkiyi çözümlemek için yine mitolojik hikayelerden esinlenir. Telemachus’un hikayesi, antik Yunan kültüründe gençlik, büyüme ve aile değerleri üzerine gözlemler içeren Homeros’un Odysseia destanının başlıca figürlerinden biridir. Hikâyenin kahramanı Telemachus, babası Odysseus’un Truva Savaşı’na gitmesi ve savaşın ardından eve dönüş yolculuğunda on yıl boyunca kaybolması nedeniyle babasız büyümüştür. Baba yokluğundan mustarip Telemachus, babasını bulmak için bir yolculuğa çıkar.

 

Bu arayış yolculuğu onun genç bir delikanlıdan olgun bir adam dönüşmesine zemin hazırlar. Babasını arayan Telamachus sanki bu arayışın sonucunda kendi liderlik yeteneklerini geliştirirken yetişkin bir erkeğe dönüşür. Recalcati’nin baba figürü Freud’un baba figüründen çok başkadır. Günümüzde ataerkilliğin bir yanıyla da baba otoritesinin çöküşünün henüz doldurulmamış boşluğuna dikkatleri yöneltir. Yasayı temsil eden baba olmadığında sonuç ne olacaktır?

 

Modern yaşamla ebeveyn ve çocukların beraber geçirdiği zaman azaldı. Modern öncesi dönemde mesleğini icra ederken babalar ve çocukları ayrı zaman ve mekanları deneyimlemiyorlardı. Çocuk ve ebeveynler gündelik hayatın çoğunu beraber geçiriyorlardı. Sanayileşme sonrası yetişkinlerin fabrikalarda mesai gücü olarak kullanılırken çocukların öğretim hayatında gelişim dönemlerinin çoğunu geçirmeleri gündeme geldi. Ebeveyn ve çocuk ayrı zaman ve mekanlarda konuşlandılar.

 

Modern yaşamda ev ve iş hayatının arasındaki uçurum açıldıkça anne ve babalarıyla daha az zaman geçiren çocukların özellikle babalarının yokluklarını hissettikleri aşikâr. Philip Zimbardo’nun Bitik Erkekler kitabında işaret ettiği üzere baba yokluğunun maliyeti oldukça ağır.

 

Günümüzde ebeveyn çocuk ilişkisine dair sorunlarımız da sorularımız da güncelleniyor. Çocuk haklarından söz ederken artan ebeveyn ergen ilişkilerinde görülen gerilimlerle birlikte ebeveyn haklarından da söz açılır oldu.

 

 

Zamanımızın en büyük meselelerinden biri, ebeveyn çocuk ilişkisinin temel dinamiğinin ne olacağı yönünde. Ailede yaşanan bu gerilim belki de post modern olduğu söylenen çağımızda yasayla aramızdaki gerilimin de bir izdüşümü müdür? Babalığın buharlaştığı söylenirken yasanın da buharlaştığını mı söylüyor psikanaliz bize? Siz ne dersiniz?