Rabia YAVUZ – 07 Aralık 2025
Hayat, en çok da yakınımızdakilerle kurduğumuz ilişkiler söz konusu olduğunda bir incelik sınavına dönüşür. İnsan ruhu, çelişkileri bir araya getiren bir yapıdan oluşur. Hem gerçeği duymak isteriz hem de gerçeğin sertlik derecesindeki şiddet bizleri incitir.
Hem bizi geliştirecek geri bildirimlere ihtiyaç duyarız hem de eleştiriye karşı ürkek bir canlı gibi geri durmak isteriz. Dostluk, işte bu iki hassas bölge arasında bir köprü kurmayı gerektirir. Gerçeği saklamadan ve gerçeğin ağırlığını taşıyabilecek bir dil bulmak gerekir.
Toplum çoğu zaman “Dost acı söyler” der. Fakat bu sözün içindeki ilk tehlike, acının kendisinin bir meziyet zannedilmesidir. Söylenenlerin üslubuna dair de acılık ilişir cümlenin içeriğine.
Oysa gerçeği acıtacak şekilde söylemek, bir doğruluk nişanı değil; çoğu kez sabırsızlığın ve belki de düşüncesizliğin bir dışavurumudur. Oysa insan ruhu, hakikatin keskinliğini en fazla yumuşak bir el tarafından sunulduğunda taşıyabilir. Nezaket diğerinin kırılabilirliğini gözeten daha derin bir farkındalıktır sert bir yaklaşıma kıyasla.
Gerçeğin Acısı
Hakikat bir bıçak gibidir: Keser, incitir, bazen yara açar. Fakat aynı hakikati bal ile kaplayabilen kişi, acıyı sadece sunmaz; acının içinden bir iyileşme yolu da açar. Dostun görevi, gerçeği saklamak değil; onu ustalıkla, dikkatle, şefkatle sunmaktır.
Çünkü gelişim çoğu zaman incitici bir fark edişle başlar. Kendimize dair bir yanılgımız açığa çıkar, bir zaafımız ifşa olur, bir kör noktamız aydınlanır. Fakat bu aydınlanmanın mümkün olabilmesi için önce kabul edilebilmesi gerekir, işte dostun dilde ürettiği tatlılık, bu kabulün giriş kapısıdır.
Gündelik hayatta bunu sık sık görürüz. Bir arkadaşımız çok yorulmuş, aşırı yükün altına girmiş ya da yanlış bir ilişki seçiminde kaybolmuş olabilir. Ona “Yanlış yapıyorsun” demek kolaydır; fakat bunu söyleyiş tarzı, söylenen şeyin kendisinden daha belirleyicidir. Aynı söz iki şekilde yankılanabilir:
Acımasız bir doğruluk: “Aklın neredeydi? Bunu göremiyor musun?”
Şefkatli bir doğruluk: “Seni kırmak istemem ama bu durum seni yıpratıyor gibi, belki beraber düşünebiliriz istersen.”
Birincisi kişiyi utandırır; ikincisi kişiyi düşünmeye davet eder. Dost dediğimiz kişi, bir nevi ruhun tercümanıdır. Gerçeği, içimizdeki en kırılgan parçanın anlayabileceği bir dile çevirendir.
Üslup Sözün Katilidir
Psikolojide iyi bilinen bir gerçek vardır: İnsan beyni tehdit algıladığında savunmaya geçer. En ufak sert bir ifade bile kişiyi dinleme modundan çıkarıp kendini koruma moduna sokar. Dolayısıyla en iyi niyetlerle bile söylesek, sert bir söz çoğu zaman kulağa ulaşmaz, sadece yaraya çarparak geri döner. Geri döndüğünde ya saldırıyla ya savunmayla ya da kayıtsızlıkla karşılaşabiliriz.
İnsanlar kusurlarını kendi kendilerine bile ancak gecenin karanlık sessizliğinde kabul ederler, başkasının sert feneri yüzlerine tutulduğunda değil. Bu yüzden dostluğun mimarisi, doğru zaman, doğru ton ve doğru doz ayarıyla ilgili bir sanatın üzerinde yükselir.
Dost, eleştiriyi bir saldırı değil, bir armağan gibi sunmayı başarabilendir. Tıpkı bir bahçıvanın bitkinin kurumuş yapraklarını keserken gösterdiği incelik gibi… Sert bir çekiş, kökü zedeler. Nazik bir dokunuş ise bitkinin yeniden güçlenmesini sağlar.
Dostluk Bir Atölyedir
Modern yaşamda insanlar ilişkileri çoğu zaman bir sahne performansı gibi algılar. Herkes görünürlük peşinde, herkes iyi bir rol oynama telaşında. Fakat gerçek dostluk performans gösterilen bir sahne değil tamirlerin yapıldığı bir atölyedir. Atölyede sesler daha düşük, hareketler daha yavaştır; herkes kusurludur, herkes yamalıdır ve kimse bunu saklamaya çalışmaz. İnsan kendi eksiklerinin yanına birinin oturmasına izin verdiğinde dostluk orada başlar.
Acıyı tatlı söyleyen dost, bu atölyenin usta zanaatkârıdır. Yargılamadan, öğretmen gibi yukarıdan bakıp not vermeden, küçümsemeden… Sadece insan olmanın zayıflıklarını paylaşarak konuşur. Çünkü bilir ki suçlamak duvarlar örerken anlamak ise kapıları aralar.
Günlük hayatta bu durum zaman şöyle görünür: Bir arkadaşınızla konuşuyorsunuz ve yaptığınız bir hatayı ona anlatıyorsunuz. İçten içe sizi çok eleştireceğini, hatta belki utandıracağını düşünüyorsunuz. Oysa o şöyle diyor: Bu durumda ben de aynı hatayı yapardım. Hatanı fark etmiş olman çok önemli. Bu cümle gerçeği saklamaz; hatayı insani hale getirir ve sizde derin bir güvenlik alanı oluşturur ki iyileşme burada başlar.
Tatlı Söylenmiş Acı, Cesareti Artırır
Psikoterapide sıkça rastlanan bir durum vardır: Danışan, terapistin ona kötü bir şey söylemesinden ya da onu eleştirmesinden korkarak bekler. O yüzden bazı gerçekleri saklar. Fakat iyi bir terapist tıpkı iyi bir dost gibi acıyı tatlı söyleme sanatını kullanarak danışanın cesaretini güçlendirir.
Şöyle düşünelim: Bir gerçek, sert söylendiğinde bizi kendimizden nefret eder bir hale sokabilir. Aynı gerçek, yumuşak söylendiğinde ise bizi kendimize şefkat duymaya çağırır.
Dostun tatlı dili, bizim kendimize karşı olan acımasızlığımızı azaltır. Çünkü çoğu insanın en sert eleştirmeni kendisidir. Dostun tatlı sözü, içimizdeki zalim yargıcı biraz olsun susturur ve yerine daha insani bir sesi yükseltir.
Dost Senin En İyi Halini Hayal Eden Kişidir
Her terapist tanıştığı danışanın çözmek istediği sorunlardan oluşan hayatıyla karşılaşır. Görüşmeler devam ettikçe bugün yaşananların geçmişteki olanlarla ilişkisi de ortaya çıkar. Lakin terapist danışanının sadece geçmiş ve bugününü tanımaz. Onun gelecekteki en iyi halini de hayal edebilir.
Bir dostun da aynı şekilde acıyı tatlı söyleyebilmesi, sizin sahip olduğunuz potansiyelinizi gördüğü anlamına gelir. Sert eleştiri çoğu zaman “Sen zaten hep böylesin” mesajını verirken tatlı söylenen her geri bildirim “Sen bundan daha iyisini yapabilirsin” der. Bu yüzden incelikle söylenen hakikat, insanın içindeki gelişme arzusunu uyandırır ve diri tutar.
Çoğumuza yabancı olmayan başka bir örnek ise hatalı bir karar verdiğinizde bir dostun şöyle demiş olmasıdır: Bu seçimin seni zorladığının farkındayım ama sen bunun üstesinden gelebilecek birisin. Bu cümle hem yaşadıklarınızı yok saymazken hem de geleceğe doğru ışık alan kapıları aralar.
Birine hakikati söylemek zaten başlı başına cesaret ister. Fakat bunu incelikle söylemek daha büyük bir cesarettir. Çünkü bu, karşınızdakinin duygusal bütünlüğünü önemseyen bir sorumluluk bilincini de gerektirir. İncelik çoğu zaman hafife alınır ama aslında büyük bir ahlaki eylemdir. Bir insanın gönlünü incitmemeye, onurunu korumaya çalışmakla başlar ve kaçınılmaz kırgınlıkları onaracak bir iletişim inşa eder. Sanırım en doğrusu, iyi insanların yalnızca doğruyu söylemeyi değil, doğruyu söylemenin yollarını da düşünüyor olmasıdır.
Sonuç Niyetine
Dostluğun özü, hakikati eğip bükmek, ya da gerçeği görmezden gelmek değil, olanı taşınabilir hale getirmektir. Acıyı tatlı söyleyen dost, hayatın en zor anlarında bile insanın kendini daha az yalnız hissetmesini sağlar. Çünkü birinin bize gerçekleri şefkatle söylemesi, bizi küçük düşürmez. Bilakis bizi kendimizi fark etmeye ve iyileştirmeye doğru adım atmaya çağırır.
Sert doğrular yaralar açar,
yumuşaklıkla söylenen doğrular ise açılmış yaraları iyileştirir.
Dost, acıyı söyleyen değil;
acıyı insanın taşıyabileceği bir biçime dönüştürebilendir.

YORUMLAR