Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Avatar photo
Fatih Ünlü

Ene – Benlik Meselesine Kısa Bir Giriş – Fatih Ünlü

Fatih ÜNLÜ – 20 Eylül 2025

 

İşte tüm iyiliklerimi Sen’den
Ve hüsranımı kendimden biliyorum
Rabbim!

Diyor şairimiz*. Allah kalemini bereketli kılsın. Gerçekten Allah’a kulluğun edebini çok çarpıcı ifade eden muhteşem dizeler.

Aslında, başımıza gelen iyiliklerin Allah’tan geldiğine, kötülüklerin de bizimle, nefsimizle ve tercihlerimizle ilgili olduğuna inanmak Nisa Suresi 79. Ayet-i Kerimesinin de bir gereğidir: Mealen

“İyiliğe dair sana her ne ulaştı  ise Allah’tandır, başına gelen kötülükler de kendi nefsindendir.”

İnsan merkezli bir dünyada, bazen de insanın ilahlaştırıldığı bu çağda bu keskin hakikatin anlaşılması ilk başta elbette kolay olmayabilir. Ama düşününce…

Sonsuz Cömertlik ve Hikmet Sahibi olan Allah azimüşşan “İnsanı” yoktan  yaratmış, ona sayısız  imkanlar vermiş ve bir imtihan aleminde ona iyiliğini ve kötülüğünü gönderdiği kitapları ve Peygamberleri (a.s.) vasıtasıyla  öğretmiştir. Ve sayısız örnekle de görülmüştür ki:

Bu imtihan aleminde iyilik yapan Allah’ın emrine uyduğu için yapıyor, yanlışa sapan da bu emirlerden uzaklaştığı için sapıyor.    

Bu hükmün doğruluğunun şahitleri bizzat Allah’ın emirleri ve o emirlere gerçekten uyan insanların eriştikleri hâllerdir.

Allah’ın Emirlerindeki mutlak iyilik çoğunlukla hemen anlaşılır ama bir kısmı da zamanla anlaşılabilir. Kendi fikrini Allah’ın hükmü zanneden sapkınlıklar ayrı. Bunları anlaması da ilim ve feraset sahibi insanlar için çok kolaydır.

Allah iyiliği emreder ve ancak ondan razı olur. Cuma namazlarında okunan Nahl Suresinin 90. Ayetini hatırlarız. Mealen:

“Muhakkak ki Allah size adaleti, iyiliği ve akrabaya yardım etmeyi emreder; çirkin işleri, kötülük ve azgınlığı da yasaklar.” 

Kabil Allah’ın emrine asi olduğu için Habil’i öldürdü. Günümüzdeki katiller, rüşvetçiler, onbinlerce insanı öldüren muannit zalimler… İnsanları birbirlerine düşüren fitneciler ve kendi küçük çıkarı uğruna milyonlara zarar veren  nefsine esir kimseler de  Allah’ın emrine uymadıkları için o işleri yaptılar ve yapıyorlar.

Yanlışa sapanların ortak özelliği Allah’ın güzel emirlerine değil nefislerinin heva ve hırslarına uymalarıdır: Oysa nefsin hakları ancak meşru dairededir, ötesine geçerse, kısa sürede  yanlış yapar ve başkalarına ve kendine zarar verir.

Yine cahiliyye devrinde kızını fakirlik endişesiyle veya başka sebeplerle diri diri toprağa gömen bir insan da bunu şüphesiz Allah’ın emirleri hilafına yapmıştı. Allah azimüşşan da bu yanlışları düzeltmek için o coğrafyaya en sevdiği kulunu (aleyhisselam) eşsiz bir rehber olarak gönderdi. Artık yolun doğrusunu öğrenen aynı insanlar, değil evlatlarına kıymak bir kuş yavrusunu annelerinden ayırmamak için ellerinden geleni yapar hale geldiler.

İşte bu gibi ve diğer sayısız  sebepten dolayı mutlak manada iyilik ancak Allah’tandır. Bu yüzden  başta bütün peygamberler (aleyhimüsselam), bütün kıymetli insanlar iyiliklerini kendilerine mâl etmezler, hep Allah’tan bilirler.

Her şeyi Allah yaratmış ve yaratıyorken insanın bir işin mutlak sahibi olduğunu düşünmesi zaten baştan batıl ve yanlış olurdu, bu hâl de bu büyük insanlardan  uzaktır.

Diyelim bir kuşu besledin, çok iyi de yaptın ama o yemi sen yaratmadın, o kuşu ve onun yeme ve yediklerini hazmetme sistemini sen yaratmadın. Kendi içindeki iyi duyguların yaratıcısı da haşa sen değilsin. Sen o büyük tabloda bir noktada iyi bir yönelişle güzel bir iş yaptın. İnsanın da zaten en büyük gücü inancı ve yönelişidir.  

Özetleyecek olursak, bütün süreçlerde “olmazla olmaz” olan Allah’ın yaratmasıdır. Biz iyi işlere vesile olabiliriz ama işlerin gerçekleşmesinde “olmazsa olmaz” unsur asla biz değilizdir.

Diğer yandan, malum, imtihan dünyasında şerre de süreli bir izin verilmiştir. Şerri tercih edenler de  kendi işlerini yaratamazlar, yanlış tercihlerle şerre yönelir ve onu çağırırlar. Dolayısıyla dönmezlerse, o işin vebali onlardadır.

Nefis – Ene – Benlik

Nefis bir istekler, büyük hedefler ve keskin talepler ummanı gibidir. Tüm bu yoğun talepleri içerisinde  yaratma noktasında da mutlak bir acziyet içindedir nefis, ister ama o sonucu kendisi yaratamaz. Bir bitkiyi yetiştirmeyi, bir işi yapmayı yaratmak sanabilir ama bizim kastımız unsurları bir araya getirip sonucu beklemek değil bir şeyi yoktan var edebilmektir.

Biz kısa bir girişte eksik anlatmış olabiliriz, tüm bu süreç insanın bir hiçe indirgenmesiyle ilgili değil, O’nun kendisine haksız bir surette yaratıcı sıfatı atfetmeden güzel tercihleri ve işleriyle eşrefi mahluk makamına yükselmesiyle ilgilidir.

Evet, insan eşref-i mahluk – yaratılmışların en şereflisi olma potansiyeline sahiptir. Nefis te meşru sınırlarda insanın en önemli yardımcılarındandır, insanı gayrete getiren eşsiz bir vesilesidir. İnsanın Rabbini bilmesinde de en önemli unsurlardandır.

Peygamber efendimizin (s.a.v.) “Kim ki nefsini bildi, Rabbini bildi.”  hadisi şerifi meşhurdur. Bu hadisin bir hikmeti de Allahualem nefsin aynı zamanda nefsin bir vahid-i kıyasi, kıyaslama unsuru olmasındandır.   Üstad Bediüzzaman bu konuda şöyle der: “Cenâb-ı Hak tarafından insanlara verilen benlik ve hürriyet, ulûhiyet sıfatlarını fehmetmek üzere bir vâhid-i kıyasî vazifesini görüyor.” (Mesnevî-i Nuriye)

Bu anlamda, Yüce Dinimiz nefsi bizatihi şer görmez ama onun terbiye edilmesine azami önemi verir. Çünkü terbiye edilmemiş ve hep hırslarının peşinden giden “ham nefis” – kötülüğü emreden nefis kısa sürede birçok şerre sebep olur. Nefsin bu kasır ve uzağı göremeyen bakışı hem başkalarını hem de kendini vurur.

Bu yolda insanın hem kendisini – nefsini ve diğer mahlukatı doğru konumlandırabilmesi, bütün yaratılmışların Allah’ın eşsiz birer sanatı olduğunu unutmaması ve nefsini de meşru sınırlarda tutabilmesi elzem görünüyor.  

Meşhur bir hikayedir:

Bir süredir hazine arayan üç arkadaş nihayet büyük bir hazine bulurlar. Hazine çok ağır olduğu için o üç kişiden ikisi  hem yiyecek hem de hazineyi taşımak için malzeme getirmek üzere şehre giderler.

Fakat ne yazık ki bu iki arkadaş yolda şeytanın vesvesesine ve nefislerinin hevasına uyarlar. Hazine büyük ama bunu üç kişi yerine neden ikimiz paylaşmayalım diye düşünürler. Ve arkadaşları için zehirli bir yemek  hazırlayarak malzemelerle beraber dönerler.

Bu arada diğer arkadaşları da benzer şekilde şeytanın ve nefsin haksız çağrısına uymuş ve bu büyük hazineye ben neden tek başıma sahip olmayayım, demiş ve onları öldürmek için bir plan yapmıştır. İki arkadaşı gelir gelmez de hızla üzerlerine çullanır ve ikisini de hançerle öldürür.

Bu arada hazineyi taşımazdan önce karnımı doyurayım diyerek yemeği de yer. Biraz sonra o da acılar içerisinde can verir.

Ortada, devam edebilecek üç güzel hayat yerine veballerini de Ahirete götürmüş üç ceset vardır. Her zaman bu hikayedeki kadar keskin olmasa da, şeytanın çağrısına ve nefsin haksız isteklerine uymanın ağır bedelleri olagelmiştir.

Allah’ın eşsiz emirleri ve “güzel sınırları” nefis için de bir selamet ve huzur alanıdır. Tevbe ve helalleşme ise insanın tüm ağır veballerden kurtulmasına vesile olacak eşsiz imkanlardır.

Allah bu yolda hepimize kolaylıklar ihsan eylesin, yardımını refikimiz eylesin, yoldaşımız kılsın.

 

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER