Fatih ÜNLÜ – 15 Aralık 2025
BM Güvenlik Kurulu’nun 17 Kasım 2025 tarihli 2803 No’lu Gazze Kararıyla bir Barış Kurulu kuruldu.
Karar metni şu şekilde:
“Kapsamlı Plan (Trump Planı)” uyarınca ve ilgili uluslararası hukuk ilkeleriyle uyumlu bir şekilde Gazze’nin yeniden inşası – geliştirilmesi için çerçeveyi belirleyecek ve finansmanı koordine edecek, uluslararası tüzel kişiliğe sahip bir geçiş yönetimi olarak Barış Kurulu’nun (BK) kurulması memnuniyetle karşılanmıştır.”
Trump bu Kurula kendisinin başkanlık edeceğini ve Kurulun devlet başkanları ile çok üst düzey yetkililerden oluşacağını ifade ediyor. Bu Kurulla Gazze yönetiminin geçici olarak devralınması, bölgenin uluslararasılaştırılması, yeniden inşası ve silahsızlandırılması hedefleniyor.
Bu Kurulun üyelik yapısıyla ilgili belirsizlikler ve Tony Blair gibi bölgeye güven telkin etmeyen siyasi figürlerin de kararın ekindeki Trump Planı üzerinden üye olarak bahsedilmeleri soru işaretleri uyandırıyor.
Ama daha da önemlisi, çok yıpransalar da yenilmeyen ve soykırım mağduru olan Gazzelilerin elinden -geçici olarak ama kritik bir zamanda- yönetimin geri alınması doğrusu hakkaniyetle de savaş hukukuyla da uyuşmuyor.
Ayrıca kararda, soykırımı yapan İsrail’e karşı tazminat dâhil en küçük bir yaptırım bile öngörülmüyor, bilakis aşağıda izah edeceğimiz üzere bazı hayati noktalarda İsrail’in kırmızı çizgilerine dikkat ediliyor. Kararda farklı kaynaklardan çok ciddi bir İsrail etkisi gözlemlenebiliyor.
Bu kararla ve onayladığı ateşkesle ulaşılan temel kazanım hemen hemen herkesin söylediği gibi yoğun soykırımın durması. Yüksek Düzeyli bir Barış Kurulu’nun ve Uluslararası İstikrar Gücü’nün bu kazanımın sürdürülmesine bir süre için yardımcı olacağı tahmin edilebilir.
Diğer yandan, İsrail saldırılarını ne yazık ki Gazze dâhil belirli bölgelerde hâlen sürdürüyor. Uluslararası baskıyla Gazze’de İsrail saldırganlığı bir nebze durdurulsa bile bu kez de İsrail’in ve yerleşimci adı verilen işgalcilerin Batı Şeria’da ve başka alanlarda saldırılarını yoğunlaştırmaları riski var.
İsrail’in Barı Şeria’ya ve diğer bölgelere yönelik yayılmacı niyetinin bir işareti de İsrail Ulusal Güvenlik Bakanı Ben Gvir’in başlattığı silahlanmayı teşvik girişimiyle son 2 yılda 230 bin civarında yeni silah ruhsatının verilmesi. Bu konu İsrail basınındaki ve diğer ajanslardaki haberlerde de yer alıyor. Gvir’in Bakanlığının açıklamasına göre, Ekim ayı itibarıyla çoğunluğunu Batı Şeria, Gazze ve Lübnan sınırındaki yerleşimci adı verilen işgalcilerin oluşturduğu 120.000 İsrail vatandaşına silahlar dağıtılmış durumda. *
Bu durum, Bölgenin barışa kavuşabilmesi için asıl İsrail’in saldırganlığına ve yayılmacılığına engel olacak mekanizmaların oluşturulması ve önlemlerin alınması gerektiğini gösteriyor.
Uluslararası Barış Gücü
Barış Kuruluna üye ülkelerin ve Barış Kurulunun bir görevi de Gazze’de bir Uluslararası İstikrar Gücü kurmak. İstikrar Gücünün fonksiyonları 7. Maddede şu şekilde tarif ediliyor:
“Uluslararası İstikrar Gücü (UİG), mevcut anlaşmalarına halel gelmeksizin, aşağıdaki konularda İsrail ve Mısır’ın yanı sıra yeni eğitilmiş ve onaylanmış Filistin polis gücüyle çalışacaktır:
– Sınır bölgelerinin güvenliğini sağlamaya yardımcı olmak;
– Askeri, terör ve saldırı altyapısının imhası ve yeniden inşasının önlenmesi ve devlet dışı silahlı grupların silahlarının kalıcı olarak devre dışı bırakılması dâhil Gazze Şeridi’nin silahsızlandırılması sürecini sağlayarak Gazze’deki güvenlik ortamını istikrara kavuşturmak;
– İnsani yardım operasyonları da dâhil olmak üzere sivilleri korumak; onaylanmış Filistin polis güçlerini eğitmek ve desteklemek; insani yardım koridorlarının güvenliğini sağlamak için ilgili devletlerle koordinasyon sağlamak ve Kapsamlı Plan’a (Trump Planına) destek olmak üzere gerekli olabilecek diğer ek görevleri üstlenmek…”
Uluslararası İstikrar Gücü (UİG)’ne Gazze’nin tümden silahsızlandırılmasının yanı sıra tüneller dâhil oradaki askeri altyapının imhası ve yeniden yapılmasının önlenmesi görevi de veriliyor. Ve bunu yaparken İsrail’le de çalışması isteniyor.
Orada iki yıldır yaşanan soykırımın kaynağında İsrail varken, süreçte, özellikle de silahsızlanma ve tüneller gibi altyapıların imhasında İsrail’le çalışılacak olması Uluslararası İstikrar Gücünün kompozisyonu, kalıcılığı ve garantörlük gibi konularda ciddi önlemler alınmazsa, İsrail’in sahada baş edemediği, içte ve dışta boğazına tıkanan Gazze’nin masada ona ikram edilmesi riskini beraberinde getiriyor.
Ayrıca İsrail’in bulunduğu bölgelerden geri çekilmesi de Gazze’nin silahsızlandırılmasıyla ilişkilendirilmiş ve silahsızlandırmanın standartlarının belirlenmesinde İsrail’e (IDF’ye) de bir rol verilmiş.
Gazze – Filistin Devleti
Bu kararın çok sorunlu bir bölümü de Gazze’de Filistin Devletine ulaşmak için yapılan olağanüstü dolambaçlı tarif.
After the Palestinian Authority (PA) reform program is faithfully carried out and Gaza redevelopment has advanced, the conditions may finally be in place for a credible pathway to Palestinian self-determination and statehood.
Filistin Yönetimi (FY) reform programı sadakatle uygulandıktan ve Gazze’nin yeniden kalkınması ilerledikten sonra, Filistin için güvenilir bir kendi geleceğini belirleme (self determinasyon) ve devlet kurma yolu koşulları nihayet oluşmuş olabilir.
Bu kararı kaleme alanların Gazze Şeridi’nin zaten Filistin Devleti’nin bir parçası olduğunu bilmemeleri mümkün değil. Filistin Devletini de son dönemde artan bir şekilde birçok ülke tanımış durumda. Bu anlamda Gazze için zaten müktesebi olan ve birçok ülkenin de tanıdığı bir hakka ulaşmak için bile yukarıda aktarılan çok dolaylı bir yolun tarif edilmesi ve kullanılan “the conditions may finally be in place” gibi ifadelerdeki siliklik, realitenin geriye sarılması ve diplomatik birikimin göz ardı edilmesi demek.
Sonuç ve Değerlendirme
Yukarıda kısaca açıkladığımız sebeplerle, BM GK 5803 No’lu kararı çok ciddi zaafları ve açık uçları olan bir karar.
Bu kadar belirsizliğe ve içeriğindeki İsrail’i kollayan unsurlara rağmen böylesi bir kararın nasıl kabul edilebildiği sorusu tabiatıyla birçok çevrede soruldu ve soruluyor. Veto yetkisi olan iki ülke Çin ve Rusya da kararı bloke etmediler sadece çekincelerini belirterek çekimser kaldılar.
Bu kararın -birçok zaafına ve yanlı tavrına rağmen- kabul edilmesinin en önemli sebebi olarak ülkelerin Gazze’de ateşkesin bozulmasından çekinmesi gösteriliyor.
Ateşkesin bozulması ve soykırıma yeniden dönülmesi endişesi insani ve anlaşılabilir bir durum ama ya uluslararası toplum sonraki görevlerini tam yapamazsa ne olacak? Birlikte çalışılması istenen İsrail şimdiye kadar birçok durumda olduğu gibi bu yeni tasarımda da bildiğini okursa?
Bunu engelleyebilecek bir altyapı ve kompozisyon geliştirilmediği sürece, bu karardaki bazı maddeler ne yazık ki İsrail’in yaptığı soykırımdan dolayı ceza görmesi yerine ödüllendirilmesine giden yolu açabilecek mahiyette. Çünkü ateşkes sona ermesin ve soykırım sürmesin diye ABD’nin de desteğini alan İsrail bu kararın içeriğini beklentileriyle uyumlu hale getirmiş durumda.
Kararın ekinde yer alan Trump Planında bu yargıya istisna tutulabilecek “İsrail Gazze’yi ilhak etmeyecektir.” gibi hükümler de mevcut ama bunların da hukuki bağlayıcılığı sorunu var.
Ayrıca, yakın tarihten İsrail’in BM kararlarına bile uymadığı ve Trump’ın Gazze Planı gibi türlü plan ve kararların bağlayıcı yönlerinin daha çok diğer tarafları icbar ettiği de gözlemlenebiliyor.
Anlaşılacağı üzere, özetle durum şu: Bölgede bir grubun elinden silahların alınması planlanıyor, diğer taraf olan İsrail ise ülke olarak zaten olağanüstü silahlanmış durumda iken bunun da ötesinde bir program dâhilinde vatandaşlarını, özellikle de yerleşimci adıyla insanların topraklarına el koyan, onları sindiren işgalcileri sürekli silahlandırıyor. Ve bölgede yayılmacı hedefleri olan da zaten bu silahlanan taraf.
Madem İsrail bu kararla mevzi kazandıysa, İsrail’de aşırı sağ unsurlar bu karara neden itiraz ediyorlar diye sorulabilir. Mesela, aşırı sağcı İsrail Evimiz Partisi lideri Avigdor Liberman, kararın İsrail hükümetinin başarısızlığının bir sonucu olduğunu ve İsrail güvenliğini tehlikeye atan bir “tasfiye anlaşması” olduğunu savunmuş.
Bu belki kısmen oyun içinde bir oyun olabilir, kısmen de Netanyahu gibi bir soykırımcıyı bile tavizkar olmakla eleştiren bir zihnin daha da uçuklaşmasıyla izah edilebilir.
BM Güvenlik Konseyi yeni bir karar almazsa, 2803 sayılı kararla kurulan Barış Kurulu ve Uluslararası İstikrar Gücü gibi yapıların yetkisi 31 Aralık 2027 tarihinde sona erecek.
Dolayısıyla, Gazze silahlardan arındırılır ve oradaki tüneller vs. gibi altyapılar imha edilirse, İstikrar Gücü de oradan ayrıldığında, şu an için gerçek manada resmi bir garantörlük mekanizması da geliştirilmediğine göre Gazze’de kalıcı barış nasıl sağlanacak?
Gazze’de bir refah ortamı oluşacak, dolayısıyla savaşa da gerek kalmayacak diye düşünenler olabilir. Gazze yeniden imar edilirse, mülkiyet konusu bir yana İsrail’in oraya dair emellerinin biteceğinin garantisi nedir? Muhtemel bir saldırıyı kim engelleyecek? Mesela, Trump’tan sonraki Başkan topu Trump’a atarak işin içinden sıyrılırsa ne olacak?
Bu saydıklarımız illaki olacak demek değil ama bunların zayıf ihtimal olmadığı da bilinerek önlem alınması gerek.
Sonsöz
Güçlü önlemler alınmazsa, ileride bu kararla istediklerini alan İsrail’in hamlelerinin oluşturacağı komplikasyonların faturası elbette ABD’ye ve Donald Trump’a çıkarılacaktır. Ama fatura bundan çok daha yoğun bir şekilde Ülkemizin de arasında bulunduğu aracı olan İslam ülkelerine de çıkarılacaktır. Bundan daha önemlisi de orada yaşanabileceklerin vebali…
Bu çok olumsuz bir senaryo gibi görünse de bunun bu geç noktada bile alınabilecek ciddi önlemlerle olumluya döndürülebileceğinin farkındayız.
Bu açıdan, Barış Kurul’unun ve Uluslararası İstikrar Gücünün doğru bir kompozisyonla kurulması hayati bir öneme sahip. Doğrudan kastımız da hem bölge gerçeklerine vakıf hem de hakkaniyetli bir tavır alabilecek üyelerin çoğunluğu oluşturabilmeleri.
Uluslararası İstikrar Gücünün kompozisyonunun yanı sıra detaylı görev tanımı, kalıcılığı, gücü ve sonrası için de resmi bir garantörlük sisteminin geliştirilmesi bölgede kalıcı barış için elzem görünüyor.
Bunları gerçekleştirmek te ne yazık ki kolay değil. Çünkü İsrail lobi gücünü ve diğer tesirlerini kullanarak süreçleri istediği yöne çekmeye çalışıyor ve “başarılı” da oluyor. Güçlü bir müdahale olmazsa, süreçte özellikle ABD desteğiyle İsrail’i kollayan eğilimin değişmesi de kolay olmayacaktır.
Fakat güç oyunu bozar deyişinde olduğu gibi çok güçlü cevabi planlar ve hamleler oyunu bozabilir. Ama asıl soru bunları kimin ve nasıl yapacağı…
Dışişleri Bakanımız Hakan Fidan’ın 8 ay önce Antalya Forumunda önerdiği üzere, İslam ülkelerinin kolektif gücü ve başta ABD olmak üzere ilgili ülkeler üzerindeki etkileri çok daha iyi değerlendirilebilir. Bu tür girişimler Filistin’i destekleyen diğer ülkelerle de koordine edilebilir.
Bu çerçevede, süreçte donör olacak ülkeler de hibe şartlarını Gazze halkının lehine olacak şekilde formüle edebilirler. Bu ve benzeri konularda nelerin yapılabileceği detaylı olarak çalışılabilir. Bu tür çalışmalar hiç şüphesiz birçok yeni fikre vesile olacaktır.
Yazımız çok uzadı. Şimdilik müsaade isteyelim.
Allah’a emanet olun.
====
* Anadolu Ajansı, Times of Irael, Jerussalem Post ve Middle East Monitor’ün konuyla ilgili haberleri.

YORUMLAR