Reşit Kemal AS – 31 Aralık 2025
Modern güvenlik anlayışı artık yalnızca sınırları, dağları ya da hücre evlerini kapsamaz.
Asıl mücadele, çok daha erken bir yerde başlar: zihinlerde ve kavramlarda.
Türkiye’nin son yıllarda karşı karşıya kaldığı radikal tehditler, bize açık bir gerçeği gösterdi: Terör örgütleri önce silahlanmaz; önce anlamları ele geçirir.
Bu noktada toplumda hala netleşmeyen hayati bir ayrım var: Mücahit kavramı ile DEAŞ, El Kaide ya da Vahhabi-selefi terör yapıları arasındaki fark. Bu farkın bulanık kalması, yalnızca sosyolojik bir sorun değil; doğrudan ulusal güvenlik riskidir.
📌İstihbarat literatüründe bilinen bir kural vardır: Radikal örgütler, insan devşirmeden önce meşruiyet devşirir.
Bunu da en kolay, kutsal kavramları istismar ederek yaparlar. “Cihat”, “şehadet”, “ümmet” gibi kavramlar; bağlamından koparılarak şiddetin kılıfı haline getirilir. Böylece örgüt, kendini suç şebekesi değil, sözde bir inanç hareketi gibi sunar.
En Büyük Zarar Yine Müslüman Toplumlara
Oysa sahadaki gerçeklik nettir. DEAŞ ve benzeri yapılar, klasik anlamda birer terör örgütüdür. Hedefleri bellidir: Kaos üretmek, devlet otoritesini zayıflatmak, toplumları birbirine düşürmek. En büyük istihbarat verisi de şudur: Bu örgütlerin en çok zarar verdiği kesim, yine Müslüman toplumların kendisidir.
Burada kritik hata, her dini referanslı silahlı yapının aynı kategoride değerlendirilmesidir. Güvenlik birimleri için bu ayrım hayati önemdedir. Çünkü tehdit doğru tanımlanmazsa, mücadele yanlış hedefe yönelir. İstihbaratın görevi yalnızca izlemek ve yakalamak değil; tehdit tipolojisini doğru okumaktır.
Devletin bu alandaki en güçlü silahı operasyon değil, önleyici bilinçtir. Gençlerin hangi söylemlerin radikal propaganda olduğunu, hangi ifadelerin manipülasyon içerdiğini ayırt edebilmesi, sınır ötesi bir operasyondan çok daha stratejik bir kazanımdır. Çünkü önlenmiş bir radikalleşme, hiç yaşanmamış bir terör eylemi demektir.
Bu nedenle güvenlik ve istihbarat perspektifinden bakıldığında, devletin toplumu bilgilendirmesi bir “iletişim tercihi” değil, bir güvenlik zorunluluğudur. Eğitim müfredatından dini rehberliğe, medyadan dijital platformlara kadar her alanda net bir dil kullanılmalıdır: Meşru olanla gayrimeşru olan, inançla ideoloji, savunmayla terör arasındaki çizgiler kalınlaştırılmalıdır.
Anlam Boşluğu Bırakan Devlet, Alan Kaybeder
Unutulmamalıdır ki istihbarat yalnızca bilgi toplamaz; anlam üretir. Anlam boşluğu bırakıldığında, o boşluğu radikaller doldurur. Devlet sustuğunda, örgüt konuşur. Devlet anlatmadığında, terör propaganda yapar.
Sonuç olarak Türkiye’nin güvenlik mücadelesi, yalnızca sınır ötesinde değil; zihin sınırlarında da verilmektedir. Bu mücadeleyi kazanmanın yolu, kavramları netleştirmekten geçer. Çünkü güçlü devlet, tehdidi yalnızca etkisiz hale getiren değil; onu doğmadan boğan devlettir.
Ve bu, en sessiz ama en stratejik zaferdir.




YORUMLAR