Ersoy DEDE – 28 Temmuz 2025
Tarihler 2025’i gösterdiğinde, Türkiye bir kez daha kader eşiğindeydi. Cumhuriyet’in ikinci yüzyılında, terörsüz bir Türkiye hayali artık yalnızca bir temenni değil, üzerine düşünülmesi gereken bir somutluk haline geldi. Bu yeni dönemin adı ne olursa olsun —ister “çözüm”, ister “normalleşme”, isterse “sıfır terör”— şurası kesin: Bu yol, Meclis’ten geçiyor. Hem de yalnızca fiziksel olarak değil; demokratik meşruiyet, toplumsal mutabakat ve tarihsel sorumluluk açısından da…
Hatırlayalım: 1920’de açılan Türkiye Büyük Millet Meclisi, yalnızca bir yasama organı değil, Anadolu’nun işgale karşı direnişinin de siyasi merkeziydi. Gazi Mustafa Kemal’in ifadesiyle, “milletin istiklalini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktı”. Bugün de Türkiye’nin iç barışını sağlayacak olan, yine bu milletin iradesidir; yani TBMM’dir.
Bir Sürecin Anatomisi: Pazarlık mı, Müzakere mi?
Kuşkusuz, “Terörsüz Türkiye süreci” denince akla ilk gelen soru şu: “Müzakere yok deniyordu, o halde neyin konuşulması gerek?”
Bu soru meşrudur, haklıdır; ama aynı zamanda eksiktir. Çünkü gerçek şu ki, hiçbir toplumsal dönüşüm tek taraflı olmaz. Fransa’da Cezayir’le yapılan Evian Antlaşması, Güney Afrika’da apartheid rejiminin kaldırılması, Kuzey İrlanda’da imzalanan Hayırlı Cuma Anlaşması… Tüm bu süreçlerin ortak noktası; silahların bırakılmasının, karşılıklı güven inşasının ve hukuki teminatların eşzamanlı olarak gelişmesiydi.
Türkiye’nin yaşadığı durum, sadece bir güvenlik meselesi değil; aynı zamanda bir kimlik, adalet ve temsil meselesidir. Bu nedenle, konuşulması gerekenler vardır —ve bu konuşmaların meşru zemini TBMM’dir.
Üç Başlıkta Gelecek Tartışmalar
1-Siyasi ve Kültürel Haklar
Kürtçenin kamusal alanda daha görünür hale gelmesi, yerel yönetimlerin yetkilerinin artırılması, toplu tutuklamaların yeniden değerlendirilmesi… Bunlar yalnızca bir etnik grubun değil, tüm yurttaşların demokratik yaşam kalitesini ilgilendiren meselelerdir.
Unutmayalım: 2004’te Avrupa Birliği müzakereleri öncesinde çıkarılan reform paketleri, sadece AB’ye uyum için değil, aynı zamanda içeride toplumsal huzur için de atılmıştı.
2-Güvenlik Politikalarının Yeniden İnşası
Operasyonların durdurulması, bölgedeki askerî varlığın azaltılması, köy koruculuğu sisteminin gözden geçirilmesi gibi adımlar, “devletin gücünden taviz” anlamına gelmez. Tam tersine, güvenin olduğu yerde güce daha az ihtiyaç olur. 1999’da Abdullah Öcalan’ın yakalanmasından sonra yaşanan görece sükûnet dönemini hatırlayalım; o dönemde askerî değil, siyasi söylemler öne çıkmıştı.
3-Müzakere ve Meşruiyet
PKK ile doğrudan ya da dolaylı diyalog meselesi, en çok tartışılan alan. Ancak mesele sadece PKK değil; onu temsil ettiğini iddia eden siyasi yapılarla nasıl bir ilişki kurulacağıdır. Bu noktada HDP’nin ya da DEM Parti’nin konumu, yalnızca bir parti meselesi değil, bir demokratik temsil meselesidir. Anayasal zeminde siyaset yapan her yapının, çözüm süreçlerinde söz hakkı vardır; olmalıdır.
Meclis Olmadan Ne Olmaz?
Yargı bazı adımları atabilir, yürütme bazı niyet beyanlarında bulunabilir. Ancak kalıcı, yapısal ve sürdürülebilir bir barışın yolu Meclis’ten geçer. Çünkü:
- Anayasa’yı değiştirmek için TBMM gerekir.
- Affı, yalnızca Meclis ilan edebilir.
- Kültürel hakların tanımı ve güvencesi ancak yasalarla sağlanabilir.
- Yerel yönetim reformları, yalnızca idari değil, yasama süreciyle yapılabilir.
2013-2015 çözüm sürecinde yaşananlar hâlâ hafızamızda. Ne Dolmabahçe Mutabakatı ne “Akil İnsanlar Heyeti” Meclis zemininde tartışıldı. O yüzden kırılgandı, toplumsal desteği sınırlıydı ve siyasi iklim değişince kolayca dağıldı.
Tarihi Bir Fırsat, Tarihi Bir Sorumluluk
Eğer bugün gerçekten PKK silah bırakmışsa, bu sadece güvenlik kurumlarının değil, siyaset kurumlarının da başarısı olacaktır. Ama bu başarının taçlandırılması için, şimdi Meclis’in tarih sahnesine bir kez daha çıkması gerekir. Anayasayı yeniden yazmak, toplumsal sözleşmeyi güncellemek, yurttaşlık tanımını tüm Türkiye’yi kapsayacak biçimde revize etmek…
Bu, yalnızca Kürt sorununu değil; Türkiye’nin demokrasi sorununu da çözmek anlamına gelir.
Tarih bazen bir millete bir kez el uzatır. 2025 yılı, Türkiye için işte tam da böyle bir eşiktir.
Ve bu eşikte…
Ne olacaksa, TBMM’de olacak.
YORUMLAR