Fatih ÜNLÜ – 28 Ekim 2025
İlk yazımızda müzakerelerde önemli olabilecek birkaç başarı unsurundan bahsetmiş ve hakka ve insani değerlere dayalı bir duruşun müzakerelerde insana çok büyük bir avantaj sağlayacağına değinmiştik. Bugün de müzakerelerde mükemmellik nasıl yakalanabilir sorusuna katkı olmak üzere birkaç pratik örneği irdeleyeceğiz.
Müzakere yeteneğinin geliştirmesinde en öğretici unsurlardan birisi de mükemmel müzakere örneklerini detaylı incelemek ve onlara vukufiyet kesbetmektir. Bunlar hem insana bir yol haritası sunabilir hem de müzakerelerde çok önemli bir unsur olan yenilikçiliğin ve dehanın daha da açılmasına vesile olabilir.
Bir önceki yazımızda Büyükelçi Semih Günver’in akıcı ve güzel Türkçesiyle yazdığı “Fatin Rüştü Zorlu” adlı kitabındaki mükemmel müzakere örneğinden bahsetmiştik. Gençlerimizden Fatin Rüştü Bey’in adını duymamışlar olabilir. Fatin Rüştü Zorlu Menderes döneminin efsanevi Dışişleri Bakanıdır.
Semih Bey’in bu eseri de, iyi yazılmış diğer anı ve biyografiler gibi, yaşandığı döneme dair çok önemli ipuçları vermenin yanı sıra anlatılan somut vakalar üzerinden de yetişmemize büyük katkılar sağlayabilir.
Müzakere örneğine geçmezden önce ısınma kabilinden bu kitapta yer alan güzel bir anekdotu aktaralım.
Şatt’ül-Arap Meselesi
Başbakan Adnan Menderes o dönem Karaçi’de yapılan bir Zirveye katılmaktadır. Semih Günver de heyet üyesidir. Hava da çok sıcaktır. Semih Günver’e “Başbakanımız seni çağırıyor” diye bir haber gelir. Başka bir mekânda kalan Adnan Bey’in yanına apar topar intikal eden Günver kısa bir hoşbeşten sonra umulmadık bir soruyla karşılaşır. Adnan Menderes
“Semih Bey, bize şu Şatt’ül-Arap *1 meselesini bir anlatsanız. Kâğıt üzerinde çizerek haritada da gösterebilirseniz iyi olur.” deyince kendi anlatımıyla Semih Günver’in sırtından bir ter boşanır. Çünkü o dosyaya başka bir daire bakmakta, kendisi de konuyu çok iyi bilmemektedir. Zirve’de görüşülecek bir konu olmadığı için anlaşılan bilgi notu da yoktur. Semih Bey de zorlansa da bildiği kadarıyla konuyu anlatır. Merhum Başbakan da kendisine teşekkür eder.
Buradan sözü müzakerelere ve görüşmelere hazırlıklarla ilgili önemli bir detaya getirmek istiyorum. Müzakere ve görüşmelerde doğrudan veya dolaylı gündeme gelebilecek konuların her biriyle ilgili hazırlıklar yapılır ve heyet dosyasında bu konularda bilgi notları ve konuşma notları yer alır. Buna rağmen heyet üyelerinin başına Semih Bey’in başına geldiği gibi sürprizler ve umulmadık sorular da gelebilir.
Vefatından bir yıl kadar önce rahmetli Turgut Özal’a verilen bir Brifinge biz de katılmıştık. Brifingde Turgut Bey bir bakanlığımızın temsilcisine çok detay bir soru sordu. O da “Şu anda bilemiyorum Efendim” şeklinde bir cevap verdi. Turgut Bey de sakince “Ben böyle sorular sorarım, hazırlıklı gelin lütfen.” diye mukabele etti.
Rahmetli Erbakan Hocamız da Brifinglerde konuyla doğrudan ilgili çok detay sorular sorabilirdi. Cevaplanmazsa da kızmaz fakat Brifing bitmezden önce ciddi ama sevimli ses tonuyla “Size şu hususu sormuştum ama henüz cevaplamadınız.” diye hatırlatırdı.
Bir müzakere veya toplantıya giderken gündeme gelebilecek doğrudan veya dolaylı konularda muhakkak hazırlıklı olmak gerekir, bilgi ihtiyacı açısından da olasılıkları kapsamakta büyük fayda vardır. Ama “Şattül Arap meselesi” gibi bir duruma düşmekten aşırı çekinip te olayı abartmak ta kişiye asli odağını kaybettirebilir.
Elden gelen hazırlığı çok iyi yaptıktan sonra Allah’a tevekkül edip rahat davranmak gerekir. Bilgi bir umman. Odağı dağıtırsanız, bu kez de önemli konularda zayıf kalabilirsiniz.
Hayatta olduğu gibi, müzakere ve görüşmelerde de bir Mecelle hükmü olan “Ehem mühimme müreccahtır.” “En önemli önemliye tercih edilir.” prensip edinilmelidir. Öncelik en önemli konulardadır. En önemli konularda geri kalırsanız, önemli konulardaki başarınız da gölgelenir.
Şimdi imkânlar da çoğaldı. Anında bilgiye ulaşılabilir, ilgili kişilere danışılabilir. Bu gibi durumlarda bilmediğini biliyor gibi yapmak zaten doğru sonuç vermez ama asıl dürüstçe de olmaz. Bir yetkilinin cevabını bilmediğiniz bir sorusuyla karşılaştığınızda “Şu anda bilemiyorum ama hemen öğrenip bilgilerinize arz edeyim.” denilebilir ve doğrudan veya özel kalemi üzerinden cevap kendisine sunulabilir.
Bir de çok dar zamanlarda mükemmel olacağım derken Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan da olmamak ve en azından makul bir hazırlığı yapabilmek gerekir. Zaman varsa, o ayrı.
Şimdi gelelim yazımızın en önemli kısmına, birkaç yazıdır bahsettiğimiz mükemmel müzakere örneğine. Önce şunu belirtmeliyim ki dağınıklığımdan dolayı bu müzakerenin anlatıldığı Semih Günver’in “Fatin Rüştü Zorlu” adlı kitabını bir süre önce dağınıklığımdan -herhalde taşınırken- kaybettim. Kitabın baskısı da tükendiği için bu serlevha örneği hatırladığım kadarıyla özetle anlatmaya çalışacağım. Dolayısıyla sürç-ü lisan edersek, affola.
(Yalnız müzakerenin üçüncü turunu anlatırken kaynaklarda bahsettiğim yazıdan da kısmen faydalandım.)
Mükemmel bir Müzakere Örneği
1950’li yıllarda İngiltere Kıbrıs’tan çekilmeye karar verince Yunanistan adayı kendisine bağlama hevesine kapılır. Bizimkiler de adadaki Türk nüfusunu dikkate alarak buna haklı olarak karşı çıkarlar.
Konu BM platformuna taşınır. Konuyla ilgili önemli bir toplantıya Türkiye dönemin Dışişleri Bakanı merhum Fatin Rüştü Zorlu başkanlığında bir heyetle katılacaktır. Toplantı için sadece o an Kıbrıs’la ilgili konulardan sorumlu olanların değil, önceden o dosyalara bakmış yetkililerin ve o alanda birikimi olan kimselerin de katkılarıyla çok güzel bir hazırlık yapılır.
Toplantıda önce dönemin Yunanistan Dışişleri Bakanı Evangelos Averoff söz alır ve der ki:
“BM Şartı gereğince ulusların kendi geleceklerini belirleme -self determinasyon- hakkı vardır. Bırakalım da ada halkı kendi geleceğini belirlesin.” Averoff muhtemelen adada Rum nüfus çoğunlukta olduğu için sonuç istediğimiz gibi çıkar beklentisi içerisindedir.
Merhum Fatin Rüştü Zorlu da bu sözlere şu şekilde karşılık verir:
“Sayın Bakan BM şartı gereğince ulusların kendi geleceklerini belirleme haklarından bahsettiler. Hatırlatmak isterim ki Kıbrıs’ta bir değil, iki millet yaşamaktadır.” Fatin Bey’in “Eğer plebisit yapılacaksa, bunun her iki millet için de yapılması gerekir.” gibi bir cümlesi de var diye hatırlıyorum ama doğrusu tam emin değilim.
Neticede Yunanistan’ın bu fikri tutmaz ve -tabiri caizse- ilk turu Türk Heyeti kazanır.
Bilahare o dönemin Hindistan BM temsilcisi olan Büyükelçi bir konuşma yapar. O dönem henüz resmen kurulmamış olsa da altyapısı oluşturmuş bulunan Bağlantısızlar Hareketinde de mühim bir yere sahip olan Hindistan’ın görüşleri önemli addedilmektedir. Bu Büyükelçi de Yunan tezlerine yakın kendi görüşlerini dile getirir.
Fatin Rüştü Bey tekrar söz alır ve kısa bir müdahaleden sonra Hindistan Büyükelçisinin görüşleriyle ilgili Yunanistan Parlamentosundaki tartışmaların tutanaklarını okur. Bazı Yunan milletvekilleri Büyükelçi hakkında “Bu adama ne oluyor? Biz Kıbrıs’ı Yunanistan’a bağlamak istiyoruz.” gibi eleştirel sözler sarf etmişlerdir.
Fatin Rüştü Bey ilaveten “Biz bu cümleleri Yunanistan Meclis tutanaklarından İngilizceye birebir tercüme ettik. Zaten Yunan heyeti de burada.” der. Haliyle çok şaşıran Hindistan Büyükelçisi artık bir şey diyemeyecek hale gelmiştir. * 2 Bu turu da Türk Heyeti kazanır.
Yunan Dışişleri Bakanı Averoff yeniden söz alır ve ada halkının barış içerisinde yaşayabileceğini ima etmek için İngiliz yazar Lawrence Durrell’in Acı Limonlar adlı kitabından buna dair pasajlar okur.
Fatin Rüştü Bey de söz alarak “Sayın Bakan madem edebiyattan söz açtılar. Ben de telaffuzu çok iyi olan Büyükelçi arkadaşımdan Shakespeare’nin Othello piyesinden bazı pasajlar okumasını rica ediyorum.” der. Heyetteki bir Büyükelçimizin okuduğu bu pasajlarda Shakespeare Kıbrıs’ın Türkler için öneminden bahisle Türklerin Kıbrıs’ı göz ardı edecek kadar beceriksiz olmadıklarından söz etmektedir.” * 3
Bu pasajlarla Fatin Rüştü Bey muhtemelen hem adayla olan tarihi bağımızı vurgulamak hem de 1571’de fethedilen Kıbrıs adasında ondan sonra hâkim olan uzun süreli barış ve huzur döneminin altını çizmek istemiştir. Durrell’in eserinde bahsettiği güzel ortamda bu tarihi altyapının da şüphesiz önemli bir tesiri vardır…
Bu tür müzakereler neticesinde, çok taraflı BM platformunda self determinasyon kararı alınamayınca, çeşitli gelişmelerden sonra Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’nin Kıbrıs’ta garantör olduğu 1959 Zürih anlaşması imzalanmıştır.
Daha sonraki olaylara bakılınca, hem merhum Adnan Menderes’in hem de merhum Fatin Rüştü Zorlu ve ekibinin Kıbrıs konusunda ne kadar ferasetli davrandıkları daha iyi anlaşılmıştır…
Evet, bence bu hazırlık süreci ve icrasıyla mükemmel bir müzakere örneğidir.
Düşünün, muhtemelen bir ipucundan yola çıkılarak Yunan Parlamentosunda Hindistan Büyükelçisi hakkındaki tartışmaların tutanakları bile tercüme edilmiş ve ihtiyaç anında hemen devreye alınmıştır. Ne söylense, ona verilecek güzel bir cevap düşünülmüştür. Nereye varmak istediğini çok iyi bilen bu müzakere günümüzde yapacağımız müzakereler ve zorlu aşamalar için de hiç şüphesiz eşsiz bir numunedir.
Benim nakıs hafızamla eksik anlatabildiğim bu süreç tüm önemli konularda ne kadar detaylı ve titiz hazırlıklar yapılması gerektiğini de gösteriyor.
Yazılarımızda bazen “daha sonraki yazılarımızda ele alabiliriz” dediğimiz hususları gündem hızlı değiştiği için atladığımız oluyordu. Bu örneği Allah’a şükür vakitlice okuyucularımızla paylaşabildik. Umarız faydalı olmuştur.
Allah’a emanet olun.
====
Notlar ve Kaynaklar :
* 1 Şatt’ül-Arap meselesi: Şatt’ül-Arap (Arap Nehri) Irak’ın güneyinde Dicle ve Fırat’ın birleşmesiyle oluşan takriben 200 km’lik nehirdir. Öneminden dolayı tarihte de son dönemde de ara ara bölge ülkeleri arasında bir sorun kaynağı olmuştur.
* 2 Fatin Rüştü Zorlu Kitabı– Semih Günver
* 3 Ayşe Hür, Othello’nun Güzel Ülkesi Kıbrıs. Haksöz Haber

YORUMLAR