Reşit Kemal AS – 15 Aralık 2025
Türkiye, son yıllarda eş zamanlı krizlerin üst üste bindiği ender dönemlerden birini yaşamaktadır. Yakın coğrafyamızda yaşanan gelişmeler, artık yalnızca dış politika başlıkları olarak ele alınamayacak kadar derin ve çok boyutlu bir nitelik kazanmıştır.
Orta Doğu’da devam eden çatışmalar, Karadeniz havzasında süren savaş ve küresel güç mücadelesinin yeni safhası,Türkiye’nin dış politika tercihleri kadar, iç siyasi ve toplumsal dengelerini de doğrudan etkilemektedir. Bugün gelinen noktada, dış güvenlik ile iç beka arasındaki bağ her zamankinden daha görünür hale gelmiştir.
Yakın Coğrafyada Sertleşen Tablo
Gazze merkezli gelişmelerin bölge geneline yayılma ihtimali artarken, Rusya–Ukrayna savaşı Karadeniz’i kalıcı bir gerilim alanına dönüştürmüş durumdadır. Bu tablo, Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin stratejik önemini bir kez daha ortaya koymakta ve aynı zamanda Türkiye’yi artan askeri ve diplomatik baskılarla karşı karşıya bırakmaktadır.
ABD, NATO ve Rusya arasındaki rekabetin sertleşmesi, Türkiye gibi jeopolitik açıdan kritik ülkelerin manevra alanını daraltan bir etki üretmektedir. Bu durum, dış politikadaki her tercihin ekonomi, enerji güvenliği, ticaret ve kamu düzeni üzerinde doğrudan sonuçlar doğurmasına yol açmaktadır.
Asıl Kırılgan Alan: İç Cephe
Tarihsel tecrübe, devletlerin dış baskılardan çok, iç bütünlüklerini kaybettiklerinde zayıfladığını göstermektedir. Bugün Türkiye açısından en dikkatle ele alınması gereken alan, iç cephedeki dayanıklılıktır.
Artan siyasi kutuplaşma, kurumsal yıpranma ve ekonomik baskılar, toplumda güven duygusunu aşındırmaktadır. İç politikanın kısa vadeli taktik hesaplara sıkışması, dış tehditlere karşı ortak refleks üretme kapasitesini de zayıflatmaktadır.
Beka meselesi, yalnızca sınırların korunması ya da askeri güçle sınırlı değildir. Devlet ile millet arasındaki güven bağı, bekanın en temel unsurlarından biridir.
Baskılar Artarken Taşıma Kapasitesi
Önümüzdeki dönemde Türkiye’nin enerji hatları, ticaret yolları, savunma sanayii, göç hareketleri ve finansal kırılganlıklar gibi başlıklarda eş zamanlı baskılarla karşılaşması muhtemeldir. Bu yükün, toplumsal mutabakat ve güven ortamı olmadan sürdürülebilir biçimde taşınması güçtür.
İç siyasette kullanılan sert ve ayrıştırıcı dil, kısa vadede siyasi konsolidasyon sağlasa da, uzun vadede devlet kapasitesini zayıflatıcı sonuçlar doğurabilir. Bu durum, dışarıda Türkiye’nin elini güçlendirmek yerine zayıflatmaktadır.
Nasıl Bir Yol?
Türkiye’nin bu süreçte ihtiyaç duyduğu yaklaşım, aceleci ve tepkisel adımlar değil,dengeli, öngörülebilir ve kurumsal akla dayalı bir yönetim anlayışıdır.
İç politikada temel ulusal konularda asgari müştereklerin oluşturulması, kurumlar arası eşgüdümün güçlendirilmesi ve ekonomik sorunların birer güvenlik başlığı olarak ele alınması, iç beka kapasitesini artıracaktır.
Dış politikada ise Türkiye’nin taraf olmaya zorlanan değil, denge kuran aktör konumunu koruması hayati önemdedir.
Sonuç Olarak
Beka kaybı, çoğu zaman ani ve görünür bir kırılma şeklinde gerçekleşmez. Sessizce, adım adım ilerler. Bugün atılacak doğru ve ölçülü adımlar, yarın karşılaşılabilecek daha ağır bedellerin önüne geçebilir.
Asıl soru şudur:
Türkiye, krizlerle yönetilen bir ülke mi olacak, yoksa krizleri yöneten bir devlet mi?
Bu soru ertelenemez.
Çünkü zaman, artık sadece bir imkan değil, stratejik bir zorunluluktur.
Not: Mevcut güvenlik ortamı, iç ve dış risk alanlarının karşılıklı olarak birbirini beslediği bir sürece işaret etmektedir.

YORUMLAR