
Fatih ÜNLÜ – 26 Mart 2025
Genç Dergisinin İnternet sitesinde okumuştum *1:
Kayserili meczup Cemil Baba’ya sormuşlar:
“Allah ile aran nasıl?”
Cemil Baba hiç duraksamadan cevap vermiş:
“Çok iyi, çok iyi de hep O’nun dediği oluyor.” *
Meczup Cemil Babayla tanışsaydık, bu cevabı üzerine “İyi ki de öyle oluyor.” demek isterdim. Çünkü birçok kişi gibi ben de çok şahit olmuşumdur: Tüm konularda nihai kararın Allah’a ait olması biz kullar için eşsiz bir imkân ve ferahlıktır.
Örneğin ben: Bazen kendi yanlışlarımın kötü sonuçları beni alaşağı etmek üzereyken, Allah’ın hükmünün yetişmesiyle sayısız kez kurtulmuş ve “şad u mesrur” olmuşumdur.
Meczup Cemil Babanın sözünden bağımsız olarak belirtelim. Bizce hayatı zorlaştıran -haşa- hep Allah’ın dediğinin olması değil, bazı insanların geçici imtihan dünyasında güç sahibi olduklarında düştükleri yanlışlar ve bunların diğer insanlar üzerindeki tesirleridir.
Hiç şüphesiz hep Allah’ın dediği olur. Fakat Âlemlerin Rabbi olan Allah insanı kendi kaderi üzerinde büyük bir güç sahibi kılmıştır. Bir manada hayatı ve imkânları bizim emrimize vermiştir.
Bizim için sayısız sebepleri yaratan ve bunları bizim emrimize veren Rabbimiz tabiri caizse bize açık bir çek ihsan etmiştir. İnsan hem mevcut imkânların hem de Âlemlerin Rabbine duanın gücünü keşfettiğinde inanılmaz işler yapabilir.
“Hiç şüphesiz Allah her şeyi hakkıyla Bilen’dir.”
Bu hüküm Ankebut Suresinin 62. ayetinde geçer.
Mahlûkat içerinde en yüksek ilmi bize ihsan etmesine rağmen yine de Rabbimiz Bakara Suresinde mealen “Allah bilir, siz bilmezsiniz.” buyurur.
Çünkü onca şeyi bilmekle birlikte bizim bilgimiz mutlak değildir. Mutlak ilim sahibi ancak Allah’tır. Allah’ın ilmi yanında bizim bildiklerimiz ancak o ezeli ilme ram ise anlamlıdır. Yoksa bilirken bilmez hale gelebiliriz.
Mesnevi’de geçen gözü kapalı insanların fili tarif ettikleri kıssayı hatırlarsınız: O kıssayı dünyayı ve olayları yorumlama işine uyarlarsak, insan külli ilimden feyz almazsa, yaşadıklarını salt görebildiği noktalardan ancak bir yere kadar anlamlandırabilir, bu da kuşatıcı olamaz. Nice dâhiler hayata dair bazı sırları çözmüş ama çözemedikleri yüzünden de bunalıma düşüp elim acılar çekmişlerdir. Bu bunalımlarda intihar edenler de ne yazık ki çoktur.
İnsan eşsiz bir deha sahibidir ama aynı zamanda da aciz bir varlıktır. Fıtratından gelen ve mutlak maliki olmadığı dehası kendisini ancak bir yere kadar götürebilir. Dr. Ertan Yülek ağabeyin de dediği üzere çoğu zaman “hemen anlaşılır, sade prensipler üzerine inşa edilmiş olan hayatın” çok karmaşık ve çetrefilli yönleri de vardır.
Bir noktadan sonra Âlimler ve ilmi talep edenler çözemedikleri sırlar için Âlemlerin Rabbine “Bizi Doğru Yola ilet” niyazında bulunabilirlerse, önlerine eşsiz yeni yollar açılır. Yoksa insan dehası şu koca Kâinattaki sırları çözmeye ne vakit bulabilir, ne de takat. Bulduğunu sansa da bulduğu başka bir şeydir. İnsanlık tarihi mutlak doğru sanılan nice yanlış fikrin izleriyle doludur.
Şimdi bile bunca imkân içerisinde bilemediğimiz o kadar çok şey var ki. Kaldı ki o asıl İlme ulaştıysak, bu da bir eksiklik değil bir süreçtir.
Bu yüzden insanlığın Allah’ın gönderdiği ilimle ve vahiyle tümden barışması ve O’nun razı olduğu bir yola girmesi kendi selameti açısından da kaçınılmaz görünüyor.
Düşünürsek, iyiliklerimiz zaten hep O’ndan, kötülüklerden de bizi mutlak manada ancak O koruyabilir.
“ALLAH İLE ARANIZI DÜZELTİNİZ”
Peygamber Efendimizin (s.a.v.) arkadaşlarına hitaben “Allah ile aranızı düzeltiniz.” sözünden daha önce bahsetmiştik. Bu hadisi şerif şüphesiz hepimiz için de geçerlidir ve hayatın en temel hedefine işaret eder.
Amaç şüphesiz bu değildir ama Allah ile arasını düzeltenin bütün Kâinatla da arası düzelir.
Pekâlâ, Allah ile aramızı nasıl düzelteceğiz? Bunun birçok yolu olabilir çünkü “Allah’a giden yollar sayısızdır”. Bazen bir susamışa su vermek, bazen affedici olmak, bazen de bir kula hayrı öğretmek…
Tüm bunlar büyük tablonun içerisindedir ve işin temelinde de Allah’ın gönderdiği vahye ve O’nun Peygamberlerine uymak vardır.
Bunun dışında da bazı insanlar türlü hayırlara erişebilirler şüphesiz. Ama bunların zor anlarda ve ağır imtihanlarda -çölde güçlü rüzgârlarda savrulan kum tepeleri gibi- sebat ve kalıcılık sorunu yaşayabilecekleri birçok örnekle görülmüştür.
Elimizde Allah’ın son Kitabı Kuran-ı Kerim mahfuz olarak duruyor. Ve O’nun son Resulunun (s.a.v.) söz ve fiilleri de en detaylı şekilde bize ulaşmış. Önümüzde de yüzyılların ilmi ve manevi birikimi var. Bu şartlarda samimi bir yönelişle kişinin Allah ile arasını hemen düzeltmesi işten bile değildir.
Allah ile aramızı düzeltmenin önemli bir boyutu da O’nun yarattığı fıtrat nurundan tümden uzaklaşmamış olmamızla ilgili görünüyor. Allah azimüşşan çoğu zaman O’nun emirlerinden uzak düşsek bile hayra yöneldiğimizde bizi asla yalnız bırakmıyor.
Hz. Hamza’yı (r.a.) uzaktan mızrakla şehit ettikten sonra Hz. Vahşi (r.a.) bile yönelince İslam’la sahabe olarak şereflenmişti. Sonra da aynı mızrakla artık sadece yalancı peygamber Müseyleme gibilerini hedef almıştı.
Evet, Allah tek bir vakit namaz kılmamış kullarına da Cennetini ihsan edebilir. Bir kula bu ve benzeri makamların nasip olması da her şeyden önce Allah’ın rahmetindendir ve ulaştığı makam kulun halleri ve yönelişlerinin yanı sıra Allah’ın başlangıçta kendisine ihsan ettiği fıtratı – pak yaratılışı yitirmemiş olmasıyla ilgilidir.
Elden geldiğince herkesin iyiliği istemek, hayrını dilemek ve haset etmemek Allah’ın ihsanını en çok celbeden hallerin başında gelir.
Enes bin Mâlik (r.a.) anlatıyor:
Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ile beraber oturuyorduk. Buyurdular ki:
“Şimdi yanınıza cennetlik bir adam gelecektir.”
Bir de baktık ki Ensâr’dan, abdest suyu sakalından damlayan ve ayakkabılarını sol eline asmış bir adam çıkageldi. Ertesi gün olunca Rasûl-i Ekrem-sallâllâhu aleyhi ve sellem-yine evvelki gibi söyledi. Bu adam yine önceki gibi çıkageldi. Üçüncü gün olunca Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz yine aynı sözü tekrar etti ve yine aynı adam ilk hâliyle geldi.
Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem-kalkınca Abdullah bin Amr -radıyallâhu anh-, o adamı takip etti ve ona:
“Ben babamla münakaşa ettim, üç gün onun yanına gitmeyeceğime yemin ettim. Bu zaman zarfında beni evinde misafir eder misin?” dedi. Adam da kabul etti.
Daha sonra olanları, Abdullah bin Amr -radıyallâhu anh- şöyle anlattı:
“Üç geceyi onunla bir arada geçirdim. Fakat gece boyunca uzun uzun ibadet ettiğini görmedim. Ancak fecre kadar, zaman zaman uyanıp zikretti ve tekbir getirdi. Onun hayırdan başka bir şey söylediğini de işitmedim. Üç gün geçince sanki onun amelini küçümser gibi oldum ve dedim ki:
«Ey Allah’ın kulu! Babamla aramda bir ihtilâf yoktur. Fakat Resul-i Ekrem’in senin için üç kere; “Şimdi yanınıza cennetlik bir adam gelecektir.” buyurduğunu işittim. Üç defa da sen çıkageldin. Ne gibi ameller işlediğini öğrenmek için senin yanında kalmak ve seni örnek almak istedim. Fakat senin büyük bir amel işlediğini de görmedim. Seni Resulullah’ın söylediği mertebeye ulaştıran amel nedir?»
O zât:
«Şu gördüğünden başkası değildir.» dedi.
Fakat ben ayrılmak için döndüğümde ardımdan seslenerek dedi ki:
«Evet, benim amelim, senin gördüğünden başkası değildir. Ancak ben Müslümanlardan hiç kimseye karşı kalbimde en ufak bir kin tutmam ve Allah’ın verdiği herhangi bir nimet ve hayırdan dolayı da kimseye asla haset etmem.»
Bunun üzerine:
«İşte seni o dereceye ulaştıran bu hâlindir.» dedim.” (Ahmed, III, 166) *1
Bu da Allah’ın mutlak ilmine bir işarettir. Biz bazı yönlerini gördüğümüz kişinin asıl üstün yönünü olur ki göremeyebiliriz. Ama Allah her hâli görür ve bilir.
Dıştan bakınca, bunda ne var ki dediğimiz işlerin gerçekte ne büyük bir değer taşıdığını ancak Allah takdir edebilir.
Hadis-i şeriflerde anlatıldığı üzere, susuz kalmış hayvanlara su veren o iki insan da kurtuluşa ermiş ve Cennetlik olmuştur. Netice itibarıyla,
Kimse Allah gibi bilemez, kimse O’nun gibi cömert de olamaz.
Yazımızın sonuna yaklaşırken, yeniden Meczup Cemil Babanın “(Allah ile aram) çok iyi, çok iyi de hep O’nun dediği oluyor “ sözüne dönersek, bir de şöyle düşün Cemil Baba diyebiliriz: -Sen onu kast etmiyorsun da- Bilfarz hep senin dediğin olsaydı, o cezbe hallerinle kendini ve etrafındakileri kim bilir ne hallere atardın.
Veya hep benim dediğim olsaydı, nakıs ilmimle kim bilir hangi hataları yapar, kendimi ve çevremi nice tehlikelere duçar ederdim. İnan, Allah’ın hep yanımızda olması, bizi bize bırakmaması meczup, meczup olmayan, inanan inanmayan herkes için müthiş ve büyük bir imkân ve hakikattir.
Anlaşılacağı üzere, tüm bunları Cemil Babayla uğraşmak için söylemiyoruz bilakis onun tespitinin bizi götürebileceği hikmetli yerleri keşfetmeye çalışıyoruz.
Bir de merhum Rasim (Özdenören) ağabeyimizin güzel üslubunu ara ara örnek alarak –ne kadar yapabilirsek- Cemil Baba’nın şu üstün yönünü de ifade edelim:
Meczup Cemil Baba’nın hep Allah’ın dediğinin olduğunu bu kadar keskin bir ilimle bilebilmesinin onun yüksek manevi makamına da işaret ettiğini kabul etmemiz gerekiyor. Biz de “Allah’ın Dediği Olur.” ibaresini çocukluğumuzdan beri sayısız kez görmüşüzdür ve duymuşuzdur ama bu hakikati yaşanır bir bilgi olarak ilme’l yâkin veya ayne’l yâkin bilebilmek, yaşar gibi bilmek -benim kendi adıma çok yakın olamadığım- üstün bir hâl ve makam.
Bir de Cemil Babanın sözlerine açılım getirirken, onun bulunduğu cezbe hâlleri içerisinde bu gibi sözlerle neleri kast ettiğine de işin doğrusu tam vakıf değiliz. Meczupların kelimelere yüklediği anlamlarla bizim yüklediğimiz anlamlar bazen çok farklı olabilir. Biz tabiatıyla kendi dünyamızdan konuşuyoruz, gücümüz de ancak buna yetiyor.
Zaten Dinen mahzurlu kelimeler kullanmıyorlarsa cezbe halindeki insanları kendi hallerine bırakmak, kullanıyorlarsa da onları Allah Resulünün örnek hayatıyla ikna etmek gerek.
Neticede gerçek meczuplar da -ya Mecnun adıyla bilinen Kays misali- önce dünyevi bir aşk berzahından geçerek veya doğrudan Allah’ın yüce sevgisinde bir ömür süren aziz insanlar sınıfındandır. Allahualem onlar Şems-i Tebrizi hazretlerinin şu sözünün sırrına varmışlardır:
“Sevmek bu kadar güzelse, sevmeyi Yaratan kim bilir ne kadar güzeldir.”
====
Kaynaklar:
* 1 Gencdergi.com
https://m.gencdergisi.com/8886-Allah-ile-aran-nasil.html
* 2 İslamveihsan.com
Kaleminize kuvvet Üstad,
Kandile ve içinde bulunduğumuz mübarek günlerin ruhuna münasip harika ahenkli bir yazı.
Yazdıklarında okuyucularının da yazar kadar bir hissesi vardır.
Şu hayırlı günlerde cümlemizin kalbine ve ruhuna kuvvet.
Allah razı olsun Memduh kardeşim.
Fatih kardeşim
Sadece bir noktaya dikkatinizi çekeyim. Allah ile aramızı düzeltmenin yolu amellerden önce , amellerin arkasında sahip olunan nasıl bir Allah inancına sahip olduğumuzdur. Ama bu amelleri sadece Allah rızası için yapmak söylemi ile sınırlı değildir. Allah rızası kavramının içini nasıl doldurduğumuz ile bağlantılıdır. Bu dünyada varoluş anlamımızla ilişkilidir. Selam ve saygılarımla.