Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
ferhat ünlü logo
Ferhat Ünlü

Siber Siperler ve Kontrollü Savaş – Ferhat Ünlü

“Vatanseverlik yetmez, bilim yetmez, din yetmez, sanat yetmez, siyaset ve ekonomi yetmez. Ne aşk, ne görev, ne çıkar gözetmeyen eylem, ne de en yüce düşünceler yeterlidir. Ancak hepsi birden (savaşta) gerçekten bir işe yarar.”

Aldous Huxley

Ferhat ÜNLÜ – 25 Haziran 2025

Yekten kısa bir felsefi girizgâh yapacağım; sonra bir kendimden alıntıyla çizdiğim çerçeve doğrultusunda günümüzün savaşlarının, kontrollü zaman ve kontrollü mekân tasarımını, bir başka deyişle kontrollü savaşı ve siber siperler olgusunu derinlemesine masaya yatıracağız.

Felsefede ilk olarak Alman İdealizmi’nin başlangıcı kabul edilen 17. Yüzyıl düşünürüGottfried Leibniz tarafından kullanılan yeter sebep ya da yeterli sebep ilkesi 19. Yüzyıl’ın ortalarına henüz varmadan 1830’lardan itibaren Arthur Schopenhauer’la birlikte asıl formuna kavuştu.

Schopen’e göre bu ilkenin dört kötü vardı: Bir defa her şeyden önce yeterli bir oluş nedeni ilkesi gerekiyordu. Bu kök, fizik ve doğal olayları alanıyla ilgiliydi. Her olayın veya değişimin (oluş) bir nedeni vardı. Buna yeterli bilme nedeni ilkesi, yani epistemolojik boyut ekleniyordu. Bu da insan zihninin temel besin gereksinimi olan bilmeyi, bilgiyi doğuran ve onu yeniden üreterek hayatın devamını sağlayan köktü. (Yeri gelmişken açık açık söyleyeyim türümüzün çoğu ferdi bu alanda rejim yapıyor.)

Üçüncü olarak varlık nedeni ilkesi, yani metafiziksel manada bir varlığın ortaya çıkışı için yeter varlık nedeni prensiplerinin olması gerekiyordu, elbette a-priori, yani yaradılıştan gelecek şekilde.
Bir de isteme, irade kökü var ki, bu en belirleyici olanıydı. Yalnızca insan değil, hayvanat, nebat, hatta inorganik dünyanın bile İsteme adını verdiği tanrısal iradenin a-priori motivasyonuyla harekete geçtiğini söylüyordu Arthur Baba: Yemek yer, su içer, âşık olur, çoğalır ve ölür. Bunların hepsini İsteme’nin verdiği motivasyonla yapar.

GÜNÜMÜZÜN SAVAŞLARININ YETER SEBEP İLKELERİ

Şimdi; imdi demenin zamanı geldi. Günümüzün savaş ve istihbarat yasaları bu dört kökün daimi, ama aynı zamanda dönüşen doğasıyla birlikte bambaşka bir veçheye bürünmüştür. Şöyle bir emsal vereyim: Misal Schopenhauer, zaten hiç hazzetmediği Yahudilerin devletinin, 2025’te genişleme istemine bağlı bir motivasyonla harekete geçişini küstah, barbar ve cezalandırılması gereken bir eylem olarak görürdü. Çünkü İsrail, bu dört kökün ilk üçü, yani yeterli sebep ilkesinin üçünün koşulları oluşmadan, yalnızca bir İsteme motivasyonuyla (Vadedilmiş Topraklar palavrası) bir başka deyişle Tanrı’nın kendilerini seçilmiş ırk gördüğü hezeyanıyla (bu düpedüz paranoid şizofreni belirtisidir) saldırdılar. Demek ki yeterli sebep ilkesinin tamamı ortaya çıkmadan yapılan her İsteme eylemi, ereğine henüz ulaşamadan ölmeye mahkûmdur. Çünkü doğanın, dolayısıyla Tanrı’nın yasalarına karşı gelmiştir.

Evet, şimdi uzun alıntımıza geçebiliriz. Alıntı, 2023 senesinde çıkmış kitabım MİT Efsanesi’nden:

“Çağımızda savaşların yıkıcı gücü ve dolayısıyla maddi, manevi maliyeti; geçmişe oranla misliyle artmıştır. Nükleer gücü, Soğuk Savaş döneminde ABD ile Sovyetler Birliği arasında kurulan ‘Dehşet Dengesi’ni göz önüne alarak bir parametre olarak devreden çıkarsak da savaşlarda muzaffer açısından bile ‘ganimet’ ya da kazanç, maliyeti karşılama kapasitesinden yoksun hale gelmiştir.

Dolayısıyla kelimenin bildik, konvansiyonel anlamıyla savaş; kazanan açısından dahi Pirus Zaferi ile sonuçlandığı için günümüzde terör gibi aparatların kullandığı Hibrit Savaşlar ve Vekâlet Savaşları revaçtadır. Bu tür savaşlar ise yenişmenin zor olduğu ve sürecin uzadığı savaşlardır. Soğuk Savaş döneminde nükleer güçlerin kullanılmamasına dayanan Dehşet Dengesi de artık güven vermediği için egemen güçler, yeni savaş yöntemlerine yönelmişlerdir.

Bunlardan geleceğe en çok damgasını vuracak olan elbette Siber Savaş’tır. Esasında bugün, 21. yüzyılın başında bile sık kullanılan savaş türüdür Siber Savaş ve bundan sonra daha da yaygınlaşması, eşyanın tabiatı gereğidir. Siber Savaş ile birinci derecede bağlantılı olan da gizli servislerdir. Bu savaş türü konvansiyonel ordulardan çok istihbarat teşkilatlarının görev, yetki ve sorumluluk alanındadır. Dolayısıyla günümüzde savaş, daha çok istihbarat teşkilatları arasındadır.

20. Yüzyıl; çok farklı olarak cephede milyonlarca askerin ve ayrıca öldüğü bir ‘Siper Savaşı’ yüzyılı idi. Birinci ve İkinci Dünya Savaşı, ‘Siper Savaşı’nın bir daha tekrarını görmek istemediğimiz müşahhas örnekleridir.”

TEK BİR GÜÇ PARAMETRESİYLE SAVAŞ KAZANILMAZ

Bu satırlar; İran-İsrail Savaşı’nın çıkışından tam iki yıl önce kaleme alındı ve sanırım bu kadar çarpıcı biçimde canlı savaş öyküsünü, 1990 Birinci Körfez Savaşı’ndan bu yana (CNN War in the Golf diye ne tatava yapardı ama!) bu kadar ‘live’, canlı izlememiştik.

Günümüzün savaşları melez olduğu için zafer tek parametreye bağlı değildir. Boşuna değildir, 20. yüzyılın bilimkurgu ve distopya roman türündeki büyük isimlerinden Aldoux Huxley’in yazı girişine epigraf niyetine seçtiğim sözünde bilimin, dinin, sanatın, siyasetin ve ekonominin kazanmak için tek başına yeterli olmadığını söylemesi. Kazanç ya da galibiyet bütün bu parametrelerin güçlü bir senteziyle erişilebilecek bir eşiktir artık.

Bu zaviyeden bakarsak efendim; İran-İsrail Savaşı’nın galibi tam olarak netleşmese de şu durumda İran öndedir. Her ne kadar taraflar tam olarak yenişemese de psikolojik, ahlaki ve askeri olarak ilk ateşkeste durum İran’ın lehine görünmektedir. İran, yalnızca istihbarat alanında ağır bir yenilgiye uğramıştır. Gelgelelim İsrail, içerideki yani İran’daki Mossad hücrelerini ilk sabotajlarda kullandıktan sonra hücre kaybetmeye başladı. Çünkü istihbaratta sabotajı savaş döneminde sınırlı ölçüde kullanabilirsiniz. Ve İsrail bu stoku daha savaşın ilk günlerinde harcadı.

İran-İsrail geriliminde siper savaşından siber savaşına uzanan çok yönlü bir muharebeler zinciri ile karşılaştık. Savaşın kamuoyuna yansıyan sonuçlarının, bilhassa da görüntüler üzerinden notunu veriyor ve ona göre savaşta son durumu değerlendiriyoruz. Öyle ki -dünya kamuoyunun yüzde 90’ı İran füzelerini havai fişek gösterisi gibi izledi.

İran-İsrail Savaşı siber siperlerde de geçti ve burada İran önde. Ancak bu; bölgedeki ABD gölgesini ve Siyonist Rejim çılgınlığını bertaraf etmeye yeterli bir galibiyet değil. “Buldun da bunuyor musun” demeyin, İran az bir iş yapmadı; tüm İslam ülkeleri eli kolu bağlı otururken İsrail’i patakladı.

Ancak İran’ın kendi öz gücüyle attığı bir kontrollü dayak; 1979’dan 2025’e uzanan neredeyse yarım asırlık statükonun yıkılması için yeterli değil.

Ama en azından Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın, Ekim 2023’te erken bir sezgi ve yerine risk tehdidi değerlendirmesiyle “Ya büyük bir savaşa ya da barışa gideriz” söyleminin dünya liderlerince doğru okunduğunu gösteriyor. Henüz büyük bir barış çıkmadı ama benim kendi namıma başından beri iddia ettiğim gibi buradan bir dünya savaşı çıkmayacak. Dünya Savaşı ihtimali; bu gerilimin sönümlenmeye başlamasıyla birlikte maksimum oranının, yani yüzde 20’nin de altına düşecektir.

DÜNYA SAVAŞI ÇIKMAYACAK, ÇÜNKÜ…

Size elli yıllık tecrübeyle net bir şey söyleyeyim: Dünya savaşı çıkmayacak. Dünya savaşına yol açabilecek yeter sebep ilkelerinin (ne kadar var oldukları da tartışılır) önünde çok büyük bir engel vardır: Nükleer dehşet dengesi. Artık savaştan sonra şunu da net biçimde göreceğiz: Dünyada nükleer silahlara sahip bazı ülkeler vardır ve nükleer silahı olmayan ülkeler üzerinde hegemonya kurar. O devir de geçti. Artık olmayanın bile nükleer silahı var. Siz sanıyor musunuz ki bu savaş uzasaydı (ya da halen risk var uzayabilir) İsrail’in nükleer silah tehdidi karşısında İran ve müttefiklerinin eli de armut toplayacaktı. İran uranyum zenginleştirme programı yüzde 90 üzeri sonlandırılmamış olsa da İran’a nükleer silah verecekler ülkeler vardı, başta Pakistan olmak üzere…

Nükleer silahlar varken günümüzün savaşları ancak Vekâlet Harbi, günler veya haftalar süren savaşlar (1967’deki Altı Gün Savaşı gibi) Siber Siper Savaşları ve giderek kontrollü savaş şeklinde tezahür eder. Burada kontrol kelimesini misal Türkiye’de bir ara kimilerinin kullandığı gibi kontrollü darbe kelimesindeki pejoratij manasıyla kullanmıyorum. Şu cümleyle son noktayı koyayım: Nükleerin dehşet dengesinin verdiği kontrol, İran-İsrail Savaşı’nın da zamansal ve mekânsal olarak kontrolden çıkması önledi, bundan sonra da önleyecek.

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER