Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
mehmet hakan kekeç
Mehmet Hakan Kekeç

Uludağ Harap Olduktan Sonra – Mehmet Hakan Kekeç

Mehmet Hakan KEKEÇ – 27 Temmuz 2025

 

Osmanlı’nın beyaz ve nazlı sevgilisi Uludağ, şimdi alevler, beton ve taş ocakları arasında mahsur…

Uludağ’ın eski adı Keşiş Dağı’dır. Bu dağ (Olympos Bithynion), Roma-Bizans döneminde, Allah’ını gönlünce sevmek, o sevgiyi ve rabıtayı şevk ve neşeyle yaşamak isteyen gözü yaşlı keşişlere (Maide 82-83’e bakınız) sığınak olmuştu. Bugün dahi o günlerden kalma birçok manastır kalıntısı Keşiş’in eteklerinde kaderlerine terk edilmiş bir şekilde durur.

Malazgirt sonrası Bitinya’ya gelen Yabgulu Türkmenleri (Kutlamışoğlu Süleyman Şah’ın yanında bulunurlardı), ilk sığınaklarını İznik ve Bursa dağlarında buldular. Süleyman Şah’ın bu dönemde söylencelere giren efsanevi kişiliği, Âşıkpaşazâde tevarihine de “Osman Gazi’nin dedesi Süleyman” şeklinde sızmasına neden oldu.

Osman Gazi de devletini kurarken bu görklü dağı kendisine bir sığınak yaptı. İlk Osmanlı köyleri bu dağın eteklerinde kuruldu. Pahimeres tarihinden anlıyoruz ki bir Moğol ordusu 1307 yılında Osman ve yanındaki Türkmenleri yok etmek için yola çıktığında; Cebel-i Ruhban’ın derinlerine giren müslümânları bulamadan geri dönmek zorunda kaldı.

Bursa fethedilirken, Geyikli Baba, geyicekleri ve dervişleriyle Uludağ’ın eteklerinden yola çıkıp surlara dayandı. Bursa fethedildikten sonra da İbn Battuta’dan öğreniyoruz ki Uludağ’ın yamaçları aşıklar ve ariflerle dolmuştu. Onların Uludağ’a sinen kanaati ve şecaati; Osman ve Orhan nökerlerine rehber olmuştu.

Abdal Murad kendisine Keşiş’in kollarında huzur buldu. Lami Çelebi’nin kış ile bahar savaşı bu dağda yaşandı. Hz Üftade, şeyhi Hızır Dede’yi sırtında taşıyarak çilesini bu dağın yamaçlarında çıkardı. Somuncu Baba’nın ekmeklerinin kokusu yıllarca bu dağı sardı. Emir Sultan’ın peşine takılan kuzular bu dağı kendilerine ev yaptı.

Molla Fenarî’nin torunu, Fatih dönemi alimi Alaaddin Ali bey, tam üç mevsim Uludağ’da yaşıyor; kitaplarına kadar kara gömülüyormuş. Bir gün karla kaplı bir kitaba uzanırken yanındakilere şöyle demiş: Beyaz ama soğuk tabiatlı bir sevgiliye benziyor.

Uludağ bugün neredeyse kış turizmi dışında pek akla gelmiyor. Oysa Uludağ Anadolu’daki varlığımıza, burada kalıcı olmamızı sağlayan kavgalara, dizinin dibinde oturan çile ehline en mühim şahitliği yapmış kahramanlardan biridir. Umarız ki bir gün bu dağın tarihi hakkıyla yazılabilir.

Uludağ’ı hakkıyla gezmek, görmek ve anlamak isteyenler; bu dağı kışın değil bahar aylarında gezerler. Yamaçlarına tırmanır, ağaçlarının arasında serinler, berrak sularında susuzluğunu giderir, temiz havasını ciğerlerine doldurur, geyiceklerinin sesleri ile şölen yaşar. Ama bu sırada hep bir yanında burukluk taşır. Çünkü taş ocakları ve fabrikalar Uludağ’ın içlerine doğru girmeye başlamış, bir zamanlar dünyayı doyuran Bursa Ovası beton binalardan artık görülmez olmuştur.

Ne yazık ki, cennet vatanın ana rahmi olan bu görklü dağı ve çevresini hakkıyla koruyamıyoruz. 26 Temmuz yangını olmasaydı o ağaçlar sahiden de kurtulmuş olacak mıydı? Öyle düşünüyorsanız çok iyi niyetlisiniz demektir. Çünkü bu görklü dağ bazıları için rant dışında başka bir anlam asla taşımıyor. Lütfen bir gün buraları sağınıza solunuza dikkatli bakarak gezin. Gri duman, beton yığınağı, dağları delen ocakların kiri, kurutulmuş yataklar ve artık yerini benimsemiş çöplerden başka bir şey göremeyeceksiniz.

Ormanları yakmak ya da koruyamamak… Veya o ocak şu çimento için ağaçları yok etmek… Bunların, Resûlullah’ın şu nasihatı karşısındaki hükmü nedir, siz söyleyin? Efendimiz, bir gün, bir ağacın dallarına sert bir şekilde vuran Bedeviyi yanına çağırıyor ve onu ağaca karşı daha yumuşak olması için uyarıyor.

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER