bercan tutar kapak 2025

Bercan TUTAR – 07 Mart 2025

 

Batı’nın medeniyetler arası savaşı kendi arasında medeniyet içi çatışmaya dönüşüyor

 

1991’de ABD’nin zaferiyle sonuçlanan Soğuk Savaş’tan sonra küreselleşme ve neo-liberal ideoloji dünya çapında yaygınlık kazandı. Tek egemen anlayış haline geldi. Nitekim Henry Kissinger o dönemlerde küreselleşmeyi ABD’nin hegemonya araçlarının en etkili aideolojisi olarak tanımlıyordu. Francis Fukuyama ‘tarihin sonu’ diyerek liberal ideolojinin zaferini ilan etmişti. Ne var ki “Savaş henüz bitmedi daha yeni başlıyor” diyen Samuel Huntington, ‘Medeniyetler Savaşı’ makalesinde ABD’nin dünyaya tamamen hâkim olması için diğer uygarlıkları da egemenliği altına alması gerektiğini salık veriyor, ABD’yi topyekûn ve sürekli bir küresel savaşa çağırıyordu. Amerikan yönetimini…

NYT’nin köşe yazarlarından ve küreselleşme ideolojisinin amigolarından Thomas Friedman 1990’larda hemen her gün dünyanın nasıl da bütünleştiğinden ve ulus devletler döneminin geri kaldığından dem vuruyordu. Friedman’ın ‘bütünleşen dünyası’ aslında ‘Amerikalılaşan’ dünyaydı.

Fakat Yeni Roma olmaya çalışan ABD’nin yaşadığı balayı dönemi çabuk bitti. Artık küreselleşme yerine çok kutuplu dünya sisteminden, yükselen ulus devletlerden, imparatorlukların geri dönüşünden, neo-liberalizmin ölümünden, Atlantik sonrası kapitalizmden ve milliyetçilikler çağından bahsediyoruz.

“Her zirveden sonra iniş başlar”

1990’larda en tepe noktasına ulaşan küreselleşme ile ABD’nin elde ettiği tek süper güç konumu 2010’lardan sonra köklü biçimde değişmeye başladı. Boşuna “Her zirveden sonra iniş başlar” dememişler.

ABD’nin durdurulması ve inişe geçmesi gündeme geldiğinde hemen herkes Rusya lideri Vladimir Putin’in kişisel, ulusal ve küresel mücadelesinin hayati rol oynadığı konusunda hemfikir. Unutmayalım Putin tam beş ABD Başkanı’nı eskitmiş bir lider. Bill Clinton, George Bush, Barack Obama, Joe Biden ve Donald Trump. Bunlardan Bush, Obama ve Trump iki dönem başkanlık yapan isimler.

Bütün bu Amerikan başkanlarının grand stratejisi Soğuk Savaş’tan sonraki Rusya’yı renkli devrimler, darbeler, ekonomik yaptırımlar, iç siyasi krizler ve son olarak Ukrayna’da gördüğümüz üzere vekâlet savaşlarıyla ele geçirmekti. BU yolla Rusya’yı bir parya devleti haline getirmekti.

Fakat Putin direnişiyle sadece Rusya’nın değil ABD liderliğindeki Batı’ya karşı mücadele veren dünyanın da vesayet zincirlerini parçalamasına yardım etti. Bugün eğer yeni bir dünyadan konuşabiliyorsak bunun lokomotifi Putin’in sergilediği siyasi kararlılık ve sonuç alıcı stratejilerdir.

Kuşku yok ki Putin bu yolda yalnız değildi. Rus liderin açtığı yolda Çin lideri Şi Jinping de yürüdü. Çin’in milli siyasetini yeniden formüle ederek kapitalist model ile komünist idealleri birleştiren bir kalkınma hamlesi gerçekleştirdi. Çin’in köylü nüfusunu orta sınıfa yükseltti. Kendisinden önce başlayan kalkınma projelerine sahip çıkıp daha ileriye taşıyan Şi, 2013’te Kazakistan’ın başkenti Astana ilan ettiği Tek Kuşak Tek Yol projesi Putin’in Amerikan hegemonyasına karşı açtığı askeri direnişi ekonomik alana taşıdı.

İlginizi çekebilir!  ABD, Avrupa ve İsrail’in önündeki iki seçenek

Erdoğan’ın diplomasi tarzı

Amerikan hegemonyasının gerilemesinde ve çok kutuplu yeni bir dünyanın ete kemiğe bürünmesinde stratejik açıdan küresel dengelerde oyun değiştirici olarak nitelenen Türkiye’nin sergilediği tarihi performansı da unutmamak lazım.

Özellikle Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, ABD tarafından ‘Yasak Elma’ diye nitelenen Rusya ile geliştirdiği stratejik ilişkiler ve Çin ile kurduğu yeni diplomasi tarzı jeo-politik denklemlerin aritmetiğini ve gramerini değiştirdi.

Türkiye’nin bu otonom stratejilerinden olumsuz olarak etkilenen Batı dünyası 2013’teki Gezi kalkışmasıyla ülkemizin rotasını değiştirmeye çalıştı. Ardından 15 Temmuz 2016’daki başarısız işgal ve darbe girişimi geldi. Bu iki kritik saldırıdan sonra Türkiye içeride ve dışarıda daha özerk ve bağımsız bir siyaset izlemeye başladı.

Ülkemizin devreye soktuğu yeni hamleler ABD’nin sadece ülkemizi rehin almaya yönelik stratejilerini akamete uğratmakla kalmadı aynı zamanda ABD’nin Ortadoğu ve genel anlamıyla Rusya ve Çin’i kuşatmaya yönelik küresel stratejilerini de baltaladı.

Aslında Rusya, Türkiye ve Çin gibi revizyonist güçlerin yükselişe geçtiği ve ilişkilerini daha da pekiştirdiği sırada ABD bir fırsat yakaladı. 2016’da iktidara gelen Donald Trump, ABD’nin bu üç ülkeye yönelik emperyalist siyasetini değiştirmeye çalıştı. Rusya ve Türkiye ile yeni sayfa açmaya çabalayarak bütün gücünü Çin’e yoğunlaştıramaya gayret etti. Fakat Trump’ın ABD’yi yeniden büyük yapma projesi Amerikan müesses nizamına hükmeden küreselcilerin ve neo-liberal kesimlerin direnciyle karşılaştı. Ne var ki bürokratik oligarşi tarafından seçim darbesiyle iktidardan uzaklaştırılan Trump, 2024’te yeniden Beyaz Saray’a oturdu.

Donald Trump şimdi aklındaki projeyi gerçekleştirmeye çalışıyor. ABD’yi tekrar güçlü yapmak istiyor. Ve bunun yolunun da eski müttefiklerle değil yeni müttefiklerle olacağını görüyor. Fakat yeni ve potansiyel müttefik olarak gördüğü Rusya, Çin ve Türkiye’yi birbirinden uzaklaştırma denemeleri şimdiye kadar başarıya ulaşamadı. 2008-2016 arasında Barack Obama, 2020-2024 arasında da Joe Biden yönetimindeki ABD’nin Rusya, Türkiye ve Çin arasındaki ittifakı bozma gayretleri başarıya ulaşamadı. 2016-2020 arasındaki ilk döneminde Donald Trump, Rusya’yı Çin ve Türkiye karşıtı bir ittifaka ikna etmeye çalıştı fakat o da istediği randımanı alamadı. 2020’de iktidara gelen Biden Trump’ın aksine bu kez Rusya’yı hedefe koydu. Çin, Hindistan ve Türkiye ile birlikte bütün dünyayı Rusya’ya karşı seferber etmeye çalıştı. Fakat bu strateji de başarıya ulaşamadı.

İlginizi çekebilir!  Rusya'da Ne Oldu, Saldırıda Kaç Kişi Öldü, Saldırının Sebebi Nedir?

Ukrayna’da 57 ülke ile birlikte Rusya’ya karşı verilen vekâlet savaşındaki ekonomik ambargo mücadelesi de fiyaskoyla sonuçlandı. Küresel prestij kaybına uğrayan ve Ukrayna’da kaybeden Amerikan yönetimi, Donald Trump’ın ikinci döneminde köklü bir rota değişikliğine gidiyor.

Çin yine hedefte. Fakat Çin’e daha gelmeden evvel ABD, Rusya ve Türkiye ile bir uzlaşıya varıp önce Avrupa ve diğer müttefiklerinin ekonomik ve askeri mimarisini yeniden dizayn etmek istiyor.

Çünkü Trump ABD’nin küresel sahnedeki gerileyişinin en büyük faktörü olarak sadece Rusya, Çin ve Türkiye’den gelen direnişi görmüyor. Asıl direniş içerideki neo-liberal denilen küreselci anlayış. Ve bu anlayışın temsilcisi konumundaki Avrupa’nın ihaneti.

Küresel sistem yıkılıyor

Trump liderliğindeki ABD bu nedenle artık istediği askeri, siyasi ve ekonomik randımanı alamadığı kendi küresel sistemini yıkmaya çalışıyor. Hem içeriden gelen ideolojik meydan okumalara hem de dışarıdan gelen jeo-politik baskılara karşı yeni bir stratejiyi devreye sokmayı planlıyor Trump yönetimi. Bunun yolu da Rusya, Türkiye ve Çin gibi aktörlerle uzlaşıya varıp Avrupalı ve diğer müttefiklerine yeni format atmaktan geçiyor.

Başka seçeneği yok. Bir bakıma Samuel Huntington’un medeniyetler arası savaşı Batı arasında medeniyet içi çatışmaya dönüşüyor. Atlantik’in bir yakasındaki ABD ile diğer yakasındaki Avrupa arasında yeni bir jeo-politik, ekonomik ve ideolojik savaş yaşanıyor.

ABD burada Rusya ve Türkiye’yi yanına çekerek Avrupa’yı daha rahat teslim almaya çalışıyor. Çin’i ise yeni ambargolar, yüksek tarifeler ve gümrük vergileriyle Avrupa’dan ve Latin Amerika’daki hinterlandından olabildiğince uzak tutmaya çalışıyor.

Ortodoks Rusya, Ortodoks Ukrayna arasındaki savaş şimdi Protestan ABD ile Protestan Avrupa arasında bir mücadeleye doğru evriliyor. Hristiyan Batı dünyası, İslam dünyası ve Müslüman Türkiye ile sürdürdüğü savaşını erteleyerek birbirlerine karşı kılıç çekmeye başladı.

‘Önce Amerika’ stratejisini devreye sokan Donald Trump’ın hedefi aslında çatışmalardan uzak durmak ve dünyanın jandarmalığı görevine son vermekti. Savaşlara müdahil olmaktan kaçınarak ABD’nin çıkarlarını daha çok barış ve uzlaşılarla korumaktı.

Ne var ki real-politik dayatmalar buna fırsat vermiyor, vermeyecek. Rusya’ya karşı Ukrayna’da, Türkiye’ye karşı Suriye ve Ortadoğu’da ve Çin’e karşı da Hint-Pasifik’te gerileyen ABD, savaş baltasını düşmanları yerine bu kez müttefiklerine karşı çekiyor. Ve bu savaştan zaferle çıkacağına inanıyor. Ancak ABD bu savaştan zaferle çıksa da bu bir Pirus Zaferi olacaktır. Çünkü Rusya ve Türkiye başta olmak üzere hatta Çin, Atlantik dünyasındaki bu iç savaştan daha da güçlenerek çıkacaktır.

Bir Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.