celalettin yavuz 800-563 yeni

Prof. Dr. Celalettin Yavuz, Güvenlik Politikaları Uzmanı – 08 Nisan 2025

 

Ne yazık ki son gelişmeler dikkatlice bakılırsa Türk dış politikasının irtifa kaybettiği söylenebilir. Yurt içinde “koltuk kavgası” ile uğraşılırken, Kıbrıs’ta, Doğu Akdeniz’de, Türk Dünyası’nda ve Suriye’de Türkiye aleyhine gerçekleşen sonuçları sadece hayretle izler gibiyiz.

Suriye’de Ahmed el-Şara rejiminin kapsamlı kabinesinde bir Türk (Suriyeli Türkmen) bakanı arada bul diye düşünürken, son olarak Türkmenistan’ın bayram tatili sırasında Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY)’ne büyükelçi ataması ile adeta ters köşe olduk.

“Lider Ülke Türkiye” diye göklere çıkarılan ülkemiz dış politikada irtifa kaybetmeye başlayınca çok ciddiye alınması gereken bu konu masaya yatırıldı.

Kazakistan, Özbekistan Derken Türkmenistan da GKRY’yi Tanıdı

5 Nisan 2025’te Türkmenistan, “Kıbrıs Cumhuriyeti” olarak GKRY’ye ilk kez büyükelçi atayarak, Türkiye’ye ve KKTC’ye rağmen GKRY’yi tanıdı. Türkmenistan, Türk Devletleri Teşkilatı (TDT)’nın gözlemci statüsündeki ülkesi idi. KKTC de bir süredir aynı statüde idi.

Bu gelişmeden bir kaç hafta önce Kazakistan, 26 Şubat 2025’te Türkiye’ye rağmen GKRY’de büyükelçilik açarak GKRY’yi tanımıştı. GKRY’ye Kazakistan Büyükelçisi olarak atanan Nikolay Zhumakanov, GKRY Cumhurbaşkanı Hristodulidis’e güven mektubunu sunarken Türkiye ve KKTC’nin kabul etmediği ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’ ifadesini kullanmış, “Kazakistan, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin uluslararası alanda tanınan sınırları içindeki egemenliğini ve toprak bütünlüğünü kararlılıkla desteklemektedir!” demişti.

Zhumakanov, Kıbrıs Cumhuriyeti (Güney Kıbrıs) ile köklü ilişkileri olduğundan bahisle “Kıbrıs’ın, küresel güvenlik ve iş birliğinin temeli olan uluslararası hukuk, egemenlik ve toprak bütünlüğü ilkelerine bağlı kalma konusundaki kararlılığını özellikle takdir ediyoruz!” diyerek sürdürdüğü konuşmasını, “Kazakistan, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin uluslararası alanda tanınan sınırları içindeki egemenliğini ve toprak bütünlüğünü kararlılıkla desteklemektedir!” ifadesiyle tamamlamıştı.

Bu “tanıma” günü sırasında GKRY Cumhurbaşkanı Christodulides de, ”Türkiye’nin Kıbrıs’ta 50 yıldır işgalci olduğunu!” söylerken, Kazak Büyükelçi susmakla yetinmişti.

Kazakistan, Türk Devletleri Teşkilatı (TDT)’nın gözlemci üyesi olmasına rağmen KKTC’yi 10 Kasım 2023’te Astana’da düzenlenen TDT’nin 10. Yıl zirvesine de davet etmemişti.

Kazakistan’dan daha önce de geçen yılın nisan ayında Özbekistan GKRY’yi tanımıştı.

Bilindiği üzere TDT, bağımsız Türk devletleri arasında siyasi, ekonomik, kültürel ve stratejik iş birliğini güçlendirmek amacıyla 2009 yılında Nahçıvan Anlaşması ile kurulan bağımsız bir teşkilat olup, Türk dünyasını ortak bir çatı altında birleştirmeyi hedeflemektedir. TDT üyeleri Türkiye, Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan ve Özbekistan iken, Macaristan, Türkmenistan ve KKTC de gözlemci üyedirler. TDT’nin amacı; Türk devletleri arasında ticaret, enerji, ulaştırma, güvenlik ve kültürel alanlarda ortak projeler geliştirerek üye ülkeler arasındaki iş birliğini artırmaktır.

KKTC’nin Tanıtımı Konusunda Verilen Beyanlar “Cumhurbaşkanlığı Seçimleri” İçin İç Politikaya Dönük Algı Yönetimi miydi?

11 Kasım 2022’de Özbekistan’da gerçekleştirilen TDT zirvesi sonunda KKTC gözlemci üye olarak kabul edilince Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Bu şekilde çözüm sürecine katkı sağladık” diyerek Kıbrıs konusunda mavi boncuk dağıtmıştı.

Mayıs 2024 ayı sonlarında TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş, Türk Dünyası ülkelerindeki gezisinin sonunda “Hem Kazakistan’da hem de Özbekistan’da muhataplarımıza özellikle Nahçıvan anlaşmasının ratifikasyonu (tasdiki) sağlanarak Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin üye olarak Türk Devletler Teşkilatına kabul edilmesini ısrarla ifade ettik. Hepsinden de olumlu bir yaklaşım gördük!” demişti. Bu beyanata göre Kurtulmuş ya aldatılmış, ya da birkaç hafta önce Anamuhalefet Partisi karşısında mahalli seçimlerde alınan yenilgiyi hafifletmek maksadıyla “algı yönetimi” yapmıştı. Her ikisinin de Türkiye açısından kabul edilebileceği söylenebilir mi?

İlginizi çekebilir!  Yeni Dönemde Ortadoğu ve Suriye'de Yaşanan Gelişmelerin Geleceği - Adem Kılıç

Türkiye’de iktidar hala mahalli seçimlerin sonuçlarıyla şaşa kalırken, GKRY Özbekistan yeni büyükelçisi Yiorgallis güven mektubunu sunmuş, başkent Taşkent’te, KKTC’nin Türk Devletleri Teşkilatı ve İslam İş birliği Teşkilatı çerçevesinde, “uluslararası hukuku ihlâl ederek ayrılıkçı oluşumu yükseltme çabaları hakkında” aleyhte propagandalarını başlatmıştı.

Özbekistan, Kazakistan ve derken Türkmenistan’ın da GKRY’yi tanıması üzerine KKTC’nin hiç değilse “TDT” nezdinde tanınması şansı ne yazık ki yok denecek kadar azaldı. Peki bu gelişmeler nasıl yaşandı? Dış politikada hangi yanlışlar ya da eksikler sonunda bu kabul edilmesi güç durumlara düşüldü?

Öncelikle dış politikada “diplomasi” adeta terk edilerek, iç politikaya dönük algı yönetimini destekleyecek hamasetin öne alınmış olduğu bugün daha net görülebilmektedir. Gerçek olması mümkün olmasa da “Dünya Lideri Erdoğan”ın Türk Dünyası’nın da lideri olduğu yönünde iç politikaya dönük olarak pompalanan hamasi ifadeler, ne yazık Türk devletleri tarafından da şaşkınlıkla izlendi.

Hele de Azerbaycan-Ermenistan arasındaki 2021 tarihli Dağlık Karabağ savaşında Azerbaycan’ın zaferinin Türkiye tarafından kazanıldığı yönündeki anlaşılmaz beyanatlardan Azerbaycan yöneticilerinin duyduğu rahatsızlık henüz unutulmadı. Genelde “laik” sistemi benimsemiş bağımsız ve egemen Türk devletlerine karşı zaman zaman hamaset ve ümmetçi yaklaşımın verebileceği rahatsızlıklar da zaman zaman unutulabilmektedir.

Burada en ilginç husus ise, Türk Dünyası, GKRY’ye Büyükelçi atadığı halde devletin Anadolu Ajansı ve TRT Haber’in bu gelişmelere karşı nasıl olur da duyarsız kalabileceğidir. Türk kamuoyu bu gelişmeyi Rum basınından veya KKTC basınından mı öğrenmeli? TRT kadro ve yerleşke olarak alabildiğine genişletilirken, İletişim Başkanlığı da “bakanlıklar” düzeyinde tesis edilmişken, bu tür bir gelişme nasıl olur da haber değeri taşıyamaz?

Maalesef ‘Lider Ülke Türkiye’ Dış Politikada İrtifa Kaybediyor

Osmanlı Padişahı 4. Murat’ın “Bugün yardım alan, yarın emir de alır!” sözü, AB ve Türk Dünyası arasındaki ilişkilerde de görüldü. Türk devletlerine ihtiyaç duyulan desteği veren AB üyelerinden Yunanistan ve GKRY’nin bastırması sonucunda, Türk devletleri Türkiye’yi “unutarak” GKRY’yi tanıdılar ve büyükelçilerini atamaya başladılar.

KKTC mi? Türk Devletleri Teşkilatı tarafından, “Gözlemci Üyesi” KKTC de Türkiye gibi unutuldu…

Bu gelişmelerde iki önemli eksiklik ya da yanlışlık olduğu söylenebilir. Birincisi, Türkiye’nin ekonomik imkanlarını “mirasyedi” zihniyetiyle ve “tek kişinin arzusu” ile harcamış olduğudur. Özellikle Ekim 2021 ayında Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından; Ekonomi ve Maliye Bakanlığı’nda, danışma kurullarında, milletvekilleri arasında, iktidara yakın ticaret ve sanayi odalarında, Cumhur İttifakı’nın diğer destekçileri arasında yığınla “ekonomist” olmasına rağmen “Faiz sebep, enflasyon sonuçtur!” şeklinde, bilimsel hiç bir dayanağı olmadığı halde adeta dayatılan ekonomi anlayışı sonucu, ülke kalkınmasına sarf edilebilecek kaynaklar ile gerektiğinde bu Türk devletlerinde yatırımlarda kullanılabilecek kaynaklar buharlaştı.

İşin ilginç yanı, yukarıda özetlenen ve içlerinde onlarca, hatta yüzlerce “ekonomist” içerisinde bir Allah’ın kulu çıkıp da “Sayın Cumhurbaşkanım, böyle bir ekonomi kuralı yok. Bu konuda ısrarcı olursanız ülkenin yeni bir ekonomik dar boğaza sürüklenmesi kaçınılmazdır!” demedi, diyemedi…

Mehmet Şimşek yönetimindeki yeni ekonomi yönetimi mi? “Vur abalıya!” diyerek ekonomik sıkıntıyı ücretliler ve emeklilerin üzerinden kapatmaya çalışıyor. Allah’ı var, yurt içinde ve yurt dışında yatırım için yırtınıyor ama yapabileceği çok fazla bir şey de yok! Üstelik şimdi bir de İmamoğlu türbülansı yaşatıldı ve bu “koltuk kavgası” sonucu sadece Merkez Bankası’nın kaybı 30 milyar dolarmış. Burada bir not düşeyim: Kahramanmaraş merkezli deprem felaketinin yaşandığı illerde 2024 yılı içerisinde yapılan binlerce konutun toplam maliyeti bile bunun altında…

İlginizi çekebilir!  Artık Söz Suriyelilerin! - Haydar As

Hazine ve Maliye Bakanı Şimşek de Türk Dünyası ülkeleri gibi AB’nin ayağına giderek yatırım çekmeye çalıştı. Ne yazık ki iyi yönetilemeyen son İmamoğlu krizi sonucu bu çabaları da sonuçsuz kalacak gibi…

Suriye ve Doğu Akdeniz Politikalarında da İrtifa Kaybı

1 Ocak 2025 günü World of Türkiye adlı e-gazetemizde yayınlanan “2025 Yılında Türkiye İçin Öngörüler” başlıklı yazımda “Türkiye, enerjisinin büyük bir kısmını İsrail’in saldırganlığını önlemeye dönük diplomatik çıkışlara ayırırken, pek azını KKTC’nin tanınmasına ayırabildi.” şeklinde not düşmüştüm. Türk Dünyasına ait ülkelerin birer birer GKRY’yi tanımasına ve büyükelçi atamalarını gördükten sonra bu uyarımın ne kadar yerinde olduğu bir kez daha anlaşıldı.

Türkiye, İsrail’in Gazze Şeridi ve Lübnan’a saldırılarında İsrail’e karşı en büyük tepkiyi verirken, Cumhur İttifakı “hamaset” yüklü gemileri habire doldururken, bu gelişmeler sırasında ABD ve AB ülkelerinin GKRY’yi önce bir ileri üs, ardından da “doğal üs” gibi kullanmasına ses çıkartılamadı. Devlet ricalinden hiç biri tarafından hala yürürlükte olan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurucu antlaşmaları hilafına olan bu gelişmeleri önlemek bir yana, ciddi bir tepki bile gösterilemedi.

Son zamanlarda İsrail-GKRY ve Yunanistan arasındaki işbirliği alanlarına, İsrail-Yunanistan arasında deniz tabanından elektrik kablosu döşenmesi de gündemde. Bu kabloların geçeceği bölgenin içerisinde Türkiye’nin münhasır ekonomik bölgesi de var. Acaba “Yunanistan’la normalleşmeyi bozmayalım, AB ile iyi geçinelim!” diye mi suskun kalınmaya devam edilecek mi?

Suriye’de de “Esad’ı deviren ülkenin” Türkiye olduğu pompalanmış, MİT Başkanı Kalın’ın Emeviye Camii çıkışında rejimin Lideri Ahmed el-Şara ile kolkola arabaya binmesinden, Dışişleri Bakanı Fidan ile Şara’nın kırk yıllık dost gibi sarılmalarından beklentilerimiz oldukça artmıştı.

Ancak 4 Nisan 2025 tarihli World of Türkiye adlı e-gazetemizde yayınlanan “Suriye’de ‘Türkmensiz’ Şara Kabinesi ve İsrail’den Gözdağı” başlıklı analizde, Şara kabinesinde bir Suriyeli Türk (Türkmen) olmayışı da Türk dış politikasının büyük bir eksikliği olarak yansıtılmıştı.

Sonuç

Ne yazık ki son yıllarda Türk Devletleri Teşkilatı diye yere göğe sığdırmadığımız teşkilat’ın Kıbrıs konusundaki tutumuna bakılırsa, bu organizasyonda oldukça irtifa kaybettiğimiz açıkça görülebilmektedir.

Ne yazık ki bu irtifa kayıpları Suriye’de ve Doğu Akdeniz’de de devam etmektedir.

Uluslararası ilişkiler, ABD’nin sıra dışı Başkanı Trump’a bakarak “tek kişinin” diğer ülke devlet ve hükümet başkanlarını “Dostum” diyerek telefon veya karşılıklı görüşmeyle yönetilemeyecek kadar karmaşık ve bilimsel bir konudur. Trump, telefonla konuştuğunda yanlış yapsa bile “küresel güç” olmanın duyarsızlığı ile sözünden cayabilmektedir. Türkiye’yi yönetenlerin ise böyle bir lüksü yoktur.

Türk Dünyası veya bölge ülkeleriyle uluslararası ilişkileri düzenlerken de bu işin öncelikle Dışişleri Bakanlığı’nın meslek memurlarına, yani diplomatlara bırakılması gerektiği bir kez daha anlaşıldı. “Monşer” diye kenara bırakılmak istenen bu meslek memurları, ikili veya çoklu uluslararası ilişkileri “hamaset” ile değil, karşılıklı örtüşen çıkarlar üzerinden ve bilimsel yöntemlerle yürütürler. Keşke bundan sonra uluslararası ilişkileri, yolunu ve yordamını bilenler ve onların yürekli önerileri ile yürütmeyi deneyebilsek!

  1. Uğur öz dedi ki:

    Malesef dini referanslar ülkemizi her konuda geriletiyor

  2. Reşit Taşkın dedi ki:

    Hocam tesbitleriniz çok doğru maalesef bu gelişmeler beni şok etti.aceba demeden kendimi alamıyorum.
    Birde çok önemli bir konu Türk devletleri teşkilatı gözlemci üyesi Macaristan ın netanyauyu kırmızı halılarla karsılayıp misafir etmesi beni yaraladı.bu konuyada girerseniz sevinirim.

  3. Mustafa TEKEREK dedi ki:

    Hocam kalemine sağlık umarım bu yazınız dış politikada uyanış olur.

    1. Celalettin Yavuz dedi ki:

      Mustafa Bey, en azından milletine ve devletine karşı sorumluluk sahibi biri olarak, “çok iyi bildiğimi” sandığım konulardaki görüşlerimi paylaşarak tarihe not düşmeye çalışıyorum.

  4. Fevzi Yavuz dedi ki:

    Acı gerçekleri dile getirmişsiniz. Sağolun varolun. Ancak, duyarlı insanlara ihtiyacımız var.
    “Söz konusu vatansa, gerisi teferruattır. ” Diyenlerin, milli sorunlara ilgisizlikleri, milli çıkarlarımızı teferruat olarakalgıladıkları intibaını vermiştir.

    1. Celalettin Yavuz dedi ki:

      Biz de “söz konusu vatansa, gerisi teferruattır!” diyebilen sayısı oldukça azalmış kelaynak kuşlarından biriyiz zaten…

Bir Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.