
Prof. Dr. Celalettin Yavuz, Güvenlik Politikaları Uzmanı – 30 Nisan 2025
Son dönemde çok önemli gelişmelerin yaşandığı Suriye’de, “devrim”in heyecanı geride kalırken, taşların pek de uygun şekilde yerine oturmadığı daha iyi seçilebilmektedir. Devrimin gerçekleştiği günlerde sunmuş olduğum ilk analizde bile Suriye’nin geleceğinin çok iyi olmasını temenni etmekle birlikte, zafer sarhoşluğu içerisindeki “uzmanların” aksine, yeni yönetimin işinin pek de kolay olamayacağını belirtmiştim.
Sadece Suriye’deki yeni yönetim değil, ilişkiler sağlam tutulmazsa, Türkiye için de beklentiler dışında ciddi değişmeler yaşanabileceğini eklemiştim. Nitekim bunlardan ilki, Suriye Geçici Dönem Cumhurbaşkanı el-Şara’nın kabinesinde bir Türk (Türkmen)’in bulunmayışıyla görüldü.
Yakın bir tarihte Şara’nın ABD Başkanı Trump’a yazmış olduğu mektup ve 26 Nisan 2025’te Kamışlı’da toplanan Ulusal Kürt Konferansı sonuç bildirgesi ile yeni sıkıntıların ortaya çıktığı görülünce, bu konuda video çekimiyle yetinilmeyerek ayrıntılı bir analize daha ihtiyaç duyuldu.
Suriye’de Ulusal Kürt Konferansı ve Konferansa Katılanlar
26 Nisan’da Fırat’ın doğusunda, Türk sınırına çok yakın Kamışlı’da icra edilen konferans; Suriye Kürtleri Ulusal Konseyi (ENKS) ile PKK terör örgütünün Suriye uzantısı PYD/YPG’nin ev sahipliğinde icra edildi. Bu iki grup, Esad döneminde birbiriyle düşman iken, bugün bir araya geldiler. Oysa Suriye’yi yakından takip edenlerin rahatlıkla hatırlayacağı gibi, Ekim 2011’de Suriye’de muhaliflerin kurduğu Ulusal Konsey üyesi ve Lideri Mişel Temo, Kamışlı’da bir suikast sonucu katledilince, 50 bin kişi yürümüştü.
Daha sonra bu katliamın YPG tarafından gerçekleştirildiği anlaşılmış, nitekim Temo katledildikten sonra Kasım 2013’te Kamışlı’da toplanan 82 üyeli kurucu meclis daha sonra Kobani, Cizre ve Afrin özerk kantonlarını ilan etmiş, Türkiye ise o dönemde PPK ile sözde “Çözüm Süreci”ne halel getirmeme düşüncesiyle sesini çıkartmamıştı.
Buna rağmen yakın zamana kadar Suriye’deki Kürt aşiretleri ile PYD/YPG arasında, bu Kürt aşiretlerinin çocukları PKK’ya militan yetiştirmek üzere kaçırıldığı gerekçesiyle sıkça çatışma yaşandığı da bilinmektedir.
Ulusal Kürt Konferansı’na, ENKS üzerinde önemli bir etkisi olduğu söylenen Irak Kürt Bölgesel Yönetimi Lideri Mesut Barzani ile Bafıl Talabani’nin temsilcileri yanında, PKK’nın bağlısı olduğu KCK dahil, Türkiye, İran, Irak ve Suriye’deki Kürt siyasi partilerine, STK’lara ve gruplarına ait toplam 400 kişilik temsilcilerin katıldığı bildirildi. ABD ve Fransa’nın da temsilci gönderdiği konferansa Türkiye’den DEM Parti adına Batman Milletvekili Keskin Bayındır katıldı.
Konferansın düzenleyici lideri gibi öne çıkan YPG elebaşısı Mazlum Abdi, açış konuşmasında. Konferansa verdiği destek sebebiyle Mesut Barzani’ye teşekkür ederken, “Terörsüz Türkiye” çıkışı için Öcalan’ın olumlu cevabına da destek verdiklerini açıkladı.
Suriye’de Ulusal Kürt Konferansının Amacı, Alınan Kararlar ve Şara Yönetiminin Tavrı
Konferans sonunda konferansın amacını açıklayan bir sonuç bildirgesi de yayınlandı. Bildirgede konferansın amacı; “8 Aralık 2024’te devrilen ve Suriye’nin tüm halklarının, inançlarının ve toplumlarının özgürlüğünü, onurunu çiğneyen; Suriye coğrafyasını baştan başa viran eden, milyonlarca insanı katleden, göçerten baskıcı rejimin devrilmesinin ardından yeni Suriye’nin inşasında Kürtler arasında bir ortak görüş oluşturmak, Kürt sorununun çözümü ve Suriye’nin geleceğini şekillendirmektir…” şeklinde açıklandı.
Bildirgeye “Tarihi sorumluluklarımız ve mevcut sürecin gereklilikleri, kolektif iradeyle Kürtler arasında ortak bir görüş oluşturmak ve Suriye’deki Kürt sorununa demokratik ve ademi merkeziyetçilik gibi adil bir çözümü gerekli kılmaktadır!” şeklinde devam ettikten sonra ilaveten insan hakları, kadın hakları, din ve vicdan özgürlüğü gibi ayrıntıları takiben “Konferans kısa bir süre içinde Kürtlerin ortak bir heyet kurarak, bu görüşü somut bir siyasi gerçeklik haline getirmek, ilgili taraflarla ilişkiler ve diyalog başlatmak için adım atmasına karar verdi!” şeklinde devam etti.
Gene bildirgenin sonunda ise Suriyeli Kürtlerin aldığı ortak karar gereği adem-i merkeziyetçi Suriye talebi ile buna uygun bir anayasa hazırlanması, bu hususu Şam yönetimi ile görüşmek üzere de bir heyet gönderilmesi kararının verildiği belirtilmektedir.
Bu konferansın, Şara’nın başkanlığında 24-25 Şubat 2025 tarihlerinde yapılan Suriye Ulusal Diyalog Kongresi ile uyuşmak bir yana çatıştığı söylenebilir. Zira o kongrede Suriye’nin bütünlüğüne, silahların birliğine ve bunların ‘tekelinin’ devletin elinde olduğuna dikkat çeken Şara, “bölünmez bir bütün” olarak nitelediği Suriye’de “Silah kullanma yetkisinin devletle sınırlandırılmasının ve profesyonel bir ulusal ordu kurulması, resmi kurumlar dışındaki tüm silahlı oluşumların yasa dışı gruplar olarak görülmesi gerektiği” üzerinde durmuştu.
Bilindiği üzere YPG hala silahlarını teslim etmediği gibi, henüz savunma bakanlığı çatısı altına da girmiş değil! Üstelik Türkiye’nin de üzerinde durduğu “üniter” yapı hilafına, Esad döneminde ABD’nin desteğinde Suriye’nin kuzeyinde ve doğusunda tesis edilen özerkliği sürdürebilmek maksadıyla ısrarla adem-i merkeziyetçilik üzerinde durulmaktadır.
Ulusal Kürt Konferansı’nın sonuç bildirgesine Şara yönetiminin cevabı; “Federalizm veya özerk yönetim gibi isimler altında, kapsamlı bir ulusal uzlaşı olmadan bölücü bir gerçeklik dayatma veya ayrı yapılar oluşturma girişimlerini açıkça reddediyoruz!” şeklinde olurken ayrıca, Suriye’nin “toprak ve halk olarak birliğinin kırmızı çizgi” olduğu belirtildi.
Konferanstan bir gün sonra da Dışişleri Bakanı Fidan da Suriye’de terör örgütlerinin kabul edilmeyeceğini, vatandaşların anayasal garanti temelinde eşit, kendi kimliklerini ortaya koydukları sistem dışı hiçbir girişimin kabul edilmeyeceğini ifade etti.
Türkiye ve Şara yönetimi sert tepki gösterse de bir gerçek var ki, o da Suriye Kürtlerinin bir araya gelmeleri ve silahlarını da hala bırakmamış olmalarıdır. DEM Parti temsilcisi dahil, konferansa dünyanın her yerinden katılan temsilciler “özerklik” konusunu dillerine dolamışlar. Bu durumda, hele de ABD ile gerektiğinde AB ile Rusya’nın bile desteğini yanında hisseden Suriyeli Kürtlerin, düzenli ve güçlü bir ordudan yoksun, ekonomiyi düzeltebilmek maksadıyla ABD ve AB yaptırımlarının kalkmasından medet uman Şara yönetimine karşı görece olarak çok daha güçlü hale geldikleri açıkça görülebilmektedir.
Bu zafiyet, Şara’yı adeta ABD’ye, dolayısıyla İsrail’e, AB’ye, hatta PYD/YPG’ye karşı bile mahkum hale getirmektedir.
Şara’dan Trump’a Mektup
24 Şubat 2025’te Şam’ı ziyaret eden ilk Amerikalı ABD’li Kongre Üyesi Cory Mills ve Indiana milletvekili Marlin Stutzman, Şara ile 90 dakikalık bir görüşme yaptılar. Bu ziyaret sırasında Şara’nın Trump’a, yaptırımların kaldırılması konusunda mektup yazdığı, mektupta İsrail’e karşı olan “terör örgütlerine” müsaade edilmeyeceği, ABD’nin istediği zaman Suriye’de terörle mücadeleyi sürdürebileceği gibi hususlar var.
ABD’li ziyaretçilerle görüşme sırasında ayrıca, şartlar oluşursa İsrail’le “İbrahim Anlaşmaları”nın da imzalanabileceği söylenmiş.
Bu noktada Türkiye ile Şara yönetiminin politikalarının ayrıştığı açıkça görülebilmektedir. Zira İsrail’e göre İslami Cihad ve Hizbullah gibi, 1.5 yıldır Gazze’den silmeye çalıştığı HAMAS da terör örgütüdür. Türkiye’nin “terör örgütü” olarak görmediği ve Gazze Şeridi için büyük çabalar sarf ettiği bir ortamda, Şara yönetiminin HAMAS ve İsrail karşısındaki tutumu karşılaştırıldığında, Türkiye ile Şara yönetimi arasındaki ayrışmanın giderek büyümekte olduğu anlaşılabilmektedir.
Bilindiği üzere Trump yönetimi halen Suriye’deki yeni yönetimi hala “cihatçı” bir terör örgütü olarak görmekte ve muhatap olmamaya itina göstermektedir. ABD’nin Suriye’den beklentileri arasında İsrail’e olabilecek tehditlerin giderilmesi, “bir birlik hükümetinin kurularak, çoğulcu bir anayasanın hazırlanması, hesap verebilirlik, şeffaflık ve yabancı savaşçıların uzaklaştırılması” gibi hususlar ağırlıklıdır.
S-400’lerin Suriye’ye Yerleştirilmesi Söylentisi
Son haftalarda Türkiye’nin Suriye’de askeri üs kuracağıyla ilgili haberler üzerine, Türkiye’nin 2019’da Rusya’dan 2.5 milyar dolara satın aldığı, füze ve hava savunma silah sisteminin Suriye’ye kaydırılacağı yönünde ileri geri değerlendirmeler yapılmaya başlandı.
Türkiye, S-400’leri satın almakla ABD ve onu izleyen Avrupalı NATO üyelerinin hışmına uğradı. ABD, ABD hasmı ülkelere uygulanan CAATSA yaptırımlarını Türkiye’ye de uygulamaya başladı. Bu bağlamda Savunma Sanayii Başkanlığı’nın en üst düzeydeki yöneticileri ile Milli Savunma Bakanına yaptırım uyguladı. Ayrıca başlangıcından itibaren Türkiye’nin ortak olduğu, 1.5 milyar dolara yakın kaynak aktardığı, hatta ilk parti F-35 yeni nesil muharebe uçaklarının pilotlarının ABD’de eğitimlerini de tamamlayıp uçaklar Türkiye’ye sevk edilecek iken sevkiyat durdu. Üstüne üstlük Türkiye, F-35 projesinden de çıkartıldı. Avrupalı NATO ülkeleri de Türkiye’ye silah ambargosu uygulamaya başladı.
Türkiye o tarihten itibaren muharebe uçağı ihtiyacını gidermek maksadıyla pek çok girişimde bulunsa da hala bu sorunu çözemedi.
Şimdi uğruna bu kadar sorunlarla yüz yüze kalınan S-400’leri Türkiye’nin hava sahasının savunması için değil de, Suriye’nin hava sahasının savunması için mi gönderilecek. Oysa bu silah sisteminin Türkiye’nin had safhadaki ihtiyacını karşılamak maksadıyla ve mecbur kalarak alındığı ileri sürülmüştü. Türkiye’nin hava savunma savunması diğer silahlarla sağlandığı ve S-400’ler ihtiyaç fazlası olduğu için mi Suriye’ye gönderiliyor? Böyle bir durum da yok. Anlaşılan o ki, satın alınırken hata yapılan S-400’lerin, kullanılırken de hata yapılmaktadır. Burada akla şu soru gelmektedir: Türk milletinin vergileriyle 2.5 milyara satın alınan silah sistemi, Türkiye’nin değil de Suriye’nin hava savunması için mi alındı?
Suriye’de Yeni Bir Sorun: Dürzilerle Şam Yönetiminin Çatışması
29 Nisan 2025’te Suriye başkenti Şam’ın güneyindeki Ceramane Mahallesi’nde, Şara yönetimine ait güvenlik güçleri ile Dürzi toplumuna ait silahlı guruplar arasında çatışma yaşandığı duyuldu. İlk duyumlara göre bu çatışmalarda iki kişi ölürken, 8 kişi de yaralandı.
Gerekçesinin, Süveyda Dürzi şeyhlerinin Şara’nın ekibi olan HTŞ’nin egemenliğini kabul etmedikleri, mevcut yönetime ait güvenlik kuvvetlerinin bölgelerine girmesine izin verilmemesi imiş.
Bu gelişme de Şara yönetiminin bir diğer ciddi sorunudur. Ülke içerisinde önce Lazkiye bölgesinde Esad yönetimine sadık Nuseyri-Alevi kesimle yaşanan çatışmaların Dürzilerle de çıkabileceği anlaşıldı. Üstelik Dürzilerin İsrail tarafından da desteklendiği bilinmektedir.
Türk Resmi Haber Kaynaklarının Ulusal Kürt Konferansı ile İlgili Anlaşılamayan Tutumu
Analizin ana konusu Ulusal Kürt Konferansı idi. Türkiye’yi oldukça yakından ilgilendiren bu konuda her nedense Türkiye’nin devlet kurumu TRT ile yarı özel olsa da gene de “resmi” sıfatı daha belirgin Anadolu Ajansı da ona uydu.
Hadi diyelim ki Anadolu Ajansı her ne kadar resmi kurum özelliği taşıyorsa da hissedarları içerisinde özel kişi/kurumlar da var ve bu yüzden Ulusal Kürt Konferansı’na haber olarak itibar etmedi. Peki bir bakanlıktan çok daha fazla kadroya sahip, tamamen devlete ait TRT’nin bu gelişmeyi görmezlikten gelmesine ne demeli? Türkiye’nin güvenliği ve “Terörsüz Türkiye” girişiminin geleceği açısından son derece önemli olan bu tür gelişmeler ille de Rudaw, BBC, Imdependent Türkiye, Sputnik gibi yabancı haber ajanslarından mı öğrenilecek?
Yurt içinde, son mahalli seçimlerde en fazla oyu alan ana muhalefet partisi CHP’yle ilgili haberleri “görmeyen”, sadece ve sadece iktidarı memnun edecek veya mutsuz etmeyecek haberleri vermeyi ilke edinmiş görünen ve vatandaşın haber alma özgürlüğünü pas geçen TRT için “Fahrettin Efendi’nin Çiftliği’ne dönüştü!” diyenler haksız sayılabilir mi?
Sonuç
Türk dış politikasının alarm verdiğine World of Türkiye (WOT) adlı internet gazetemizin 7 Nisan 2025 tarihli sayısında “Kıbrıs, Türk Dünyası ve Suriye Derken Türk Dış Politikası Nereye?” başlığı altında değinilmişti. Anlaşılan o ki, Suriye’de geçici dönem Cumhurbaşkanı Şara, kontrolü iyiden iyiye kaybediyor gibidir.
Zira düzenli ve güçlü bir ordudan yoksun, ekonominin rayına oturabilmesi için yaptırımların kaldırılmasına ve mali yardıma ihtiyacı vardır. Devrimin ilk günleri Şam Fatihi gibi resim veren Şara, her geçen gün daha yakından öğrendiği ve günden güne ağırlaşan ülke sorunları sebebiyle ABD, AB, Arap Birliği’ne, dolayısıyla İsrail ile PYD/YPG’ye daha fazla tavizler vermek mecburiyetinde kalacak gibidir.
Türk devlet adamları devrimin ilk haftalarında Emevi Camii’nde Şara ile birlikte Cuma namazı kıldılar, karşılaştıklarında “kardeş” gibi birbirleriyle kucaklaştılar, Şam’a yukarıdan bakan tepelerde birlikte çay keyfi yaptılar. O dönemde bunları alkışladık. Ancak görüldü ki, tüm bu samimi pozlar Şara’nın kabinesine bir Türkmen bakan sokmaya bile yetmiyormuş!
Artık Türkiye’de iç politika çevresine mesaj verecek sarılmalar ve koklaşmalar yerine, devletten devlete ilişkilerin kişiler arası samimi ilişkiler, havada kalan sözlerle değil, imza altına alınmış belgelerle gerçekleşebileceği hatırlanmalıdır. Zira Türkiye giderek Suriye’de Zemin kaybetmektedir. Zira Şara’nın nazını sadece Türkiye’nin çektiği görülmektedir.
Zemin kaybını asgariye indirebilmek maksadıyla Şara yönetimiyle öncelikle 1998 Adana Mutabakatı benzeri bir güvenlik antlaşması imzalanmalıdır. Hemen devamında Suriye’nin Enerji, telekomünikasyon, ulaştırma (kara, deniz-limanlar, hava, demiryolu), bankacılık-sigortacılık, turizm gibi alanlarında Türk firmalarının veya Türk firmalarıyla ortak diğer ülke firmalarının yatırım yapması konusunda anlaşma metinleri hazırlanarak imza altına alınmalıdır.