Prof. Dr. Celalettin Yavuz, Güvenlik Politikaları Uzmanı – 14 Mayıs 2025
PKK terör örgütünün 12 Mayıs 2025’te kendisini feshettiğini açıklamasıyla ilgili soru işaretleri yanında, geçmişteki oyunları hatırlandı. Bu tereddütlü hava içerisinde PKK’nın tasfiye sürecinde yaşanması muhtemel yol haritası, arzu edilmese de olası “yol kazaları” da dahil, kamuoyunun PKK’nın fesih bildirisini hazmetmekte çekebileceği sıkıntıları masaya yatırmaya çalıştık.
PKK’nın Fesih Kararı Üzerine Siyasi Partiler Dışında Kamuoyu Tepkileri
10 Mayıs 2025’te sosyal medyada “Gaflet uykusundan uyanamayanlara dair” başlığı altında servis edilen Pervin Buldan’ın elindeki mikrofonla “Suriye’de ‘statü’ elde ettik, şimdi sırada Türkiye’de! Geçmiş olsun AKP’ye…” diye toplanan kalabalıktaki bir konuşması var. Çok sayıda ve büyük ölçüde tepkiye sebep olan bu konuşma belli ki yeni değil, ama Suriye’deki PYD/YPG’nin semirilme tarihine bakılırsa çok eski de sayılmaz. Bunu yayımlayanlardan biri “Ak Parti ve MHP’nin yöneticilerine yazıklar olsun. Onlara sağdan, soldan, ortadan destek veren tüm siyasilere de yazıklar olsun!” şeklinde Cumhur İttifakı’nı ağır ifadelerle eleştirebiliyor.
Ak Parti yönetimine yakınlığı ve ciddi bir platform/düşünce kuruluşunun kurucu yöneticisi bir akademisyenin PKK fesih kararı üzerine sosyal medyadaki tepkisinin özeti şöyle idi: “Devletin gerekli kurumlarının da kullanılan ifadelere yönelik titizlikle gereğini yapacağından endişe etmiyoruz. Ama PKK terör örgütü fesih bildirisinde yer alan: “Türkiye’nin ‘Kürt’ soykırımıyla suçlanmasına, Türk-Kürt savaşı denilmesine, Lozan Barış Antlaşmasının ve dolayısıyla Cumhuriyetin reddedilmesine neden itiraz edilmediğini anlamakta zorlanıyoruz. Burada geçen ‘soykırım’ ve ‘Türk-Kürt savaşı’ ifadelerine itiraz etmeyecek isek kim edecek? 5-10 yıl sonra uluslararası mahkemelerde ve yurt dışında Türkiye’nin başına büyük bela olacak şu ifadelere aydın kesimin itirazı devletin elini güçlendirir. İtiraz sürece değil, karşı tarafın kullandığı ibareleridir.”
Bir diğeri ise Bahçeli’nin, PKK’nın fesih kararı üzerine 12 Mayıs 2025’te yayınlanan basın açıklamasında “27 Şubat barış ve demokratik toplum çağrısıyla tarihsel sorumluğu üzerine alan PKK’nın kurucu önderi Abdullah Öcalan’a, İmralı-DEM Parti-Kandil arasında temas ve görüşme trafiğini yürüten heyetlere, DEM Parti’nin eş genel başkanlarına, yönetici ve milletvekillerine, Türk ve Kürt kardeşliğine sahip çıkan her vatan evladına, elbette Türk Silahlı Kuvvetleri’nin komuta kademesiyle hiyerarşik zincir içindeki tüm kahramanlarımıza teşekkür ediyor şükranlarımı sunuyorum!” şeklindeki ifadesi üzerine MHP’li olduğu bilinen bir milliyetçi, oldukça kalabalık üyeli bir sosyal medya grubunda “Öcalan’a şükranlarını sunan bir MHP genel başkanına şahit oldu bu dünya!” diyerek neredeyse karalar bağladı.
En ağır eleştiriyi getirenlerden biri de Türk Ocakları Genel Başkanlığı olup, özellikle PKK elebaşılarının Lozan Antlaşması ve 1924 Anayasası’nı yok sayarak Türk milletinin Millî Mücadele sonucu çöpe attığı ‘Sevr Projesi’ne dönme hedefini işaret etmektedir.
Türk Ocakları, fesih bildirisinde yer almasa da, PKK’nın Suriye’de kontrolünde tuttuğu alanda fiilen bağımsız iken, PKK’nın silah bıraktığına inanılamayacağını, bu sorunla mücadele için Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı harekâtlarının yapıldığının unutulmaması gerektiğini vurgulamaktadır.
Türk Ocakları; “Terörsüz bir Türkiye, elbette Türk milletinin bütün fertlerinin dileğidir!” ifadesinden sonra Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin üniter millî devlet yapısına halel getirecek ve Anayasa’daki Türk vatandaşlığı tanımını değiştirecek hiçbir ‘çözüm’ün kabul edilemeyeceğini vurgulayarak, “Türk Devleti’ni Kürtlere karşı soykırım yapmakla suçlayan bir fesih açıklamasını yapan, terör eylemlerinden en küçük pişmanlık duymayan teröristlerin ‘demokratik siyaset’ten söz etmesi ise, milletin aklı ve izanı ile alaydan başka bir anlam taşımamaktadır. ‘Ulusların kendi kaderini tayin’ ilkesi çerçevesinde ‘haklı bir silahlı mücadele’den dem vuranlar, bir devletin kendisine karşı silahlı isyana kalkışanlara karşı uyguladığı yaptırımları ise ‘soykırım’, ‘işkence’ gibi ifadelerle yaftalamaktadırlar!”
Bir başka sosyal medya grubunda ise şu ifade yer almaktadır: “Çözüm süreci adı altındaki ihanet projesi, binlerce şehidin katili Öcalan ve birkaç tane teröristin affedilmesi ve siyaset yapması ile ilgiliymiş. Peki ne olacak Kürt emekçinin, emeklinin, asgari ücretlinin ve topraksız köylünün sorunları. Zerre kadar umurunuzda değil! Siz emperyalizmin sömürdüğü bir Kürt Devleti kurmaktan başka hayal kurmayan yaratıklarsınız. (…) Teröristle pazarlık yapılmaz, teröriste güvenerek barış beklentisi içine girilmez diye boşuna konuşmuyoruz. Amacına ulaşmak için bebek, çocuk öldürmeyi, toplu katliam yapmayı normal gören insanlık düşmanı katil ruhlu psikopatlar amacına daha kolay ulaşabileceğini gördüğünde yalan söylemeyecek mi zannediyorsunuz?
Bir diğer itiraz da bir Rus atasözünden esinlenen “Bir ayıyı dansa kaldırırsan, yorulduğun zaman değil, ayı yorulduğu zaman oturabilirsin!” şeklinde olmuştur.
PKK Terör Örgütünün Fesih Kararını Nispeten Soğukkanlı Karşılayanlar
PKK’nın fesih bildirisi sonrası olası gelişmeleri soğukkanlı karşılayanlar da oldu. Üstelik Türk milliyetçisi olarak bilinen kesimlerden de var. Bu kişilerden biri gene sosyal medya üzerinden şöyle yazmış: “Kürtçülük hareketinin silahlı kanadı kendini feshetti, silah bıraktı. Bu elbette olumlu bir durum. Silah kullanan PKK’nın ‘Kürtçülük ideolojisindeki yeri’ hep öne çıkarıldı ama her alanda organize olmuş ve hatta kurumlaşmış bir hareket olduğu gözden kaçmamalı. Son 200 yıllık geçmişi ile ideolojik bir hareket olan Kürtçülük hareketi artık uluslararası boyutları da olan bir uluslararası ideoloji haline geldi. Öte yandan bu hareketin siyasi kanadı daha da güçlü, yaygın, kararlı ve etkin şekilde varlığını sürdürecek şekilde örgütlenmiş. Muhtemeldir ki siyasi kanadın taleplerinin önü anayasal ve yasal olarak daha da açılacaktır.
‘Aslında bir Kürtçülük ideolojisi olan Kürt sorununun, toplumsal destek aldığı ve alacağı belli olup, demokratik bir siyasi hareket partisi halini almış olduğu da açıktır. Birçoğumuzun endişe ettiği gibi ne Türkiye Cumhuriyeti devleti bölünür, ne bölgesel özerk bir Kürt kurumlaşması olur ne de PKK’nın açıklamasında vurguladıkları niyetleri gerçekleşir. Kısaca sorun siyasi, sosyolojik, kültürel ve ideolojik alanda devam eder!”
Gelişmeleri soğukkanlı karşılayanlardan bir başka kişi ise “Dostlar iki yüz yıllık bir terör belası ha deyince hemen bitmez. Bu işler öyle kolay değil, karamsar olmamak gerekir. ‘PKK, ben kendimi fesih ettim diyor, devletin kurumları görüşmeler yapıyor. Daha içerikte ne var ne yok bilmiyoruz. Sadece komple teorileri üretenlerin konuşmalarını dinliyoruz. Tabii ki bu işin bitmesini istemeyenler, terörden rant elde edenler ortalığı karıştırmaya çalışacaktır. Devlet aklı öyle sokak aklı değildir. Devlet aklı bir şeyi düşünürken 100 tane olumsuzluğu da hesaba katar. Kısacası bin düşünür bir karar verir, biraz sabır!”
PKK’nın Fesih Kararı Sonrası Eleştirilerin Odak Noktaları
PKK’nın fesih bildirisi sonrası genel olarak eleştirilen önemli noktalar maddeler halinde şöyle özetlenebilir:
- “Savaş” ve “barış” konusunda uzlaşmazlık mevcuttur. ‘Savaş’ kelimesi, sanki bir Türk-Kürt savaşı varmış gibi algı yaratılmaya yönelik. ‘Barış’ sözcüğü de sanki iki devlet arasında yapılan bir barış antlaşmasını çağrıştırıyor. Oysa Türkiye’de Kürt vatandaşlara karşı şiddet kullanılmadı, aksine devletin şefkatli elleri İç Anadolu’dan daha çok o bölgelerdeydi. Teröristle Kürt vatandaşının özdeşleştirilmesi kabul edilememektedir.
- Lozan Barış Antlaşması ve 1924 Anayasası’na dil uzatılması. Lozan Barış Antlaşması, Türkiye’nin bağımsızlığı sonunda imzalanan en önemli bir antlaşmadır. Bu antlaşma ile vatanı 6 yamalı bohçaya çeviren, Türkleri kısmen Karadeniz kıyısı ile İç Anadolu’ya hapseden Sevr Antlaşması çöpe atılmıştır. 1924 Anayasası da 1961 yılına kadar uygulanan, Cumhuriyet değerlerinin yerleşmesindeki en önemli hukuki belgedir.
- Bu maddenin devamında, “Kürt soykırımı”nı ileri süren ifadeler iftira olarak görülmekte, sade Kürt vatandaşa şefkatli ellerini uzatan, ancak kendi bekasını düşünen her devlet gibi terörle mücadele eden Türk devletine yapılan bu acımasız iftira kabul edilemez. Hatta devletin resmi kurumlarınca bu ifadenin reddedilerek tüm dünyaya bildirilmemiş olması bir yönetim zafiyeti gibi görülmektedir.
- PKK’nın tasfiye edileceği söylenirken, Avrupa ayağı KCK ve özellikle Suriye’deki PYD/YPG’den söz edilmemiştir. Oysa PKK/YPG, Irak’ın kuzeyinden başlayarak Suriye’nin kuzeyinden Akdeniz’e ulaşmak suretiyle bir “terör koridoru” peşinde idi. Türkiye bunu önlemek maksadıyla ABD ve Rusya’ya rağmen Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı harekatlarını icra etti. İdlib’te vaktiyle askeri noktalar tesis etti. Çok ağır bedeller ödedi.
- Öcalan’ın “özgür kalacağı” ve Kandil’deki elebaşıların ellerini kollarını sallayarak Türkiye’ye gelecekleri, hatta Meclis’te yer alacaklarına ilişkin DEM Parti ve PKK istekleri; “41 yıldır şehit verilmesi boşuna mı?” dedirtecek hale getirdi.
- PKK’nın sanki “savaşı kazanan”, hatta Türkiye Cumhuriyeti’ne diz çöktüren tavrını resmeden bildiri, Türk milliyetçileri (ve ulusalcıları) arasında büyük bir tepki çekti.
- Öcalan’a, fesih bildirisi sonrası “şükran” duygularının sunulması da milliyetçi (ve ulusalcılarca) hazmedilmesi oldukça güç bir gelişmedir. Bu sonuçla Öcalan, “Bebek katili” bir terörist başı olmaktan kurtularak, “Türk-Kürt kardeşliği”nin en önemli aktörü haline getirilmektedir. Tıpkı FETÖ’cülerin TSK komutan ve subaylarını Balyoz, Ergenekon gibi çakma davalarla alaşağı ettiği, ama Öcalan’ı “Cuma namazına da giderdi!” diyerek masumlaştırmaya çalışılan dönemle benzeşmektedir.
Tüm bu özetlenenler ve diğer hususlar dikkate alındığında, Türkiye’nin yeni bir Sevr Antlaşması’nı kabul etmek mecburiyetinde kalacağını ileri sürenler vardır. Bunlar kolaylıkla hazmedilebilecek gibi değildir.
Pervin Buldan, Kandil’deki bu elebaşıları isim isim sayarak Türkiye’de “siyaset yapmaya” çağırdı. Buna ilaveten “Kürt kimliği” konusunda DEM Parti, PKK ve Öcalan’ın beklentileri ile Türk kamuoyunun büyük bir kısmı arasında derin uçurumlar vardır. Bu konuda yeni Anayasa’da Türk kimliği’ne ilaveten Kürt kimliği ilavesi olursa, yurt içinde ciddi tartışmalar ve hatta gösteriler meydana gelebilecektir.
PKK’nın Tasfiyesinde İzlenecek Yol Haritası Nasıl Olacak?
Cumhurbaşkanına, MİT’e ve Adalet Bakanlığına yakınlığı ile bilinen bazı gazeteciler hemen izlenecek yol haritasını yazmaya başladılar. Eğer bu yol haritası belli ise devletin şeffaf bir şekilde yayınlaması gerekirdi. “Gizli” ise, o zaman da gizliliği ifşa edenlere hukuki işlem uygulanmalıdır.
Gene de bu “ifşa” olan bilgileri şöyle özetleyelim:
PKK’nın silahlı kanadı HPG içerisinde 13 bin kişi mevcut olup, Irak kuzeyindeki Kandil, Sengal (Sincar) ve Mahmur kamplarında toplanacakmış. Türkiye sınırları içerisinde bulunduğu ileri sürülen 580 silahlı PKK’lı terörist silahlarını bırakmak üzere oluşturulacak güvenli koridorlardan Irak’ın kuzeyine geçiş yapacakmış. Burada akla iki soru gelmektedir:
- Önceki İçişleri Bakanı Soylu, Türkiye’de sadece 70 PKK’lı kaldığını, bunların ayakkabı numaralarını dahi bildiklerini söylerken, milleti mi kandırıyordu?
- Güvenli koridordan Irak’a geçecek militanlar, çeşitli mağara ve depolarda mevcut tüm silahları nasıl taşıyacaklardır? Taşımayacaklarsa bunların akıbeti ne olacaktır?
Türkiye, Irak, Suriye, Ermenistan ve İran içerisindeki silahlı gruplar Irak’ın kuzeyine geçerek PKK’nın silahlı kanadı HPG içerisinde “bağlı oldukları birliklere” dahil olacak. (Bu köşe yazarı PKK’yı iyice kurumsallaştırmış!)
MİT tarafından PKK’nın silah bırakacağı yerler üzerinde kapsamlı bir çalışma yapıldığı, teslimatın PKK’nın bulunduğu ülkelerle MİT tarafından yürütüleceği bildirilmektedir. Haziran 2025 başlarında silah teslimatının başlayacağı, bu esnada silahların seri numaraları dahil künye bilgilerinin kaydedileceği ve bu işlemin 3-4 ayı bulacağı bildirilmektedir.
MİT Başkanı İbrahim Kalın’ın Cumhurbaşkanı Erdoğan’a sunacağı konuyla ilgili raporun onaylanması halinde PKK’nın silah bıraktığı resmiyet kazanacakmış
Aynı gazetecinin gazetesinde farklı bir habere göre de PKK’nın silahlı gruplarındaki Türkiye vatandaşı olanlar, yasal zemin oluştuktan sonra Türkiye’ye dönecekler, Kırmızı Bülten ile aranan 40 civarındaki elebaşılar ise Türkiye’ye dönmeyecek olup, kendilerini kabul edebilecekler içerisinde uygun buldukları 3’üncü ülkelere yerleşebilecekmiş.
Sonuç
“Cin şişeden çıktı!” sözü bu gelişmeyle bir kez daha yaşandı. Türk kamuoyunun önüne serilen yeni “Terörsüz Türkiye” şeklindeki paradigma değişikliğinin ardından TBMM’de büyük çoğunluğu oluşturan siyasi partilerin kabul edebileceği şekilde “Türk-Kürt kardeşliği” ifadesinin altının doldurulması da zaruri olacaktır. Yani bugüne kadar mevcut “Türkiye’de Kürt sorunu yok, terör sorunu vardır!” şeklindeki paradigmanın anlamının kalmadığı görülebilmektedir. Ya da DEM Parti ve feshedildiğini bildiren PKK tarafından böyle ileri sürülecektir.
Öcalan’ın, DEM Parti’nin ve fesih bildirisinde PKK’nın belirttiği gibi Türk milletinin yanında bir de “Kürt” milleti vardır. Yani “Sen ne kadar Türk isen, ben de o kadar Kürt’üm! Senin Türkiye’de ne kadar hak ve sorumlulukların varsa, benim de o kadar vardır!” denilecek bir siyasi ortama girilmiştir.
Bunun sonucunda Anayasa’dan ya “Türk” kelimesinin kalkması, ya da Türk’ün yanına “Kürt” kelimesinin konması da istenecektir. İYİ Parti ile Zafer Partisi buna şiddetle karşı çıkacaktır. Öte yandan Ak Parti, CHP ve MHP dahil milliyetçilerin (ve ulusalcıların) ne kadarı buna “Evet!” diyecektir? Bu ifadelerin geçtiği yeni Anayasanın referanduma sunulmasına cesaret edilebilecek midir? Şayet halka gidilir ve %75’lerin üzerinde kabul edilirse, milletin gönlünde de kabul gördüğü söylenebileceğinden, itirazlar dikkate alınmayabilir. Ama son Cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki gibi evet ve hayır oyları birbirine çok yakın oranda gerçekleşirse, Türkiye yeni iç sorunlara gebe demektir.
Öte yandan bu saatten sonra Kürtlerin, Anayasa’daki kimlik talepleri karşılanmaz ise, DEM Parti, Öcalan ve PKK projeyi sahiplenen ve destekleyen siyasi liderlere dönüp “Hani Türk-Kürt kardeşti?” demeyecekler midir? Mutlaka diyecekler ve bu kez dışarıdan daha da fazla siyasi destek almak suretiyle hükümet üzerinde baskı kurulmasına sebebiyet verebileceklerdir.
PKK terör örgütü fesihle birlikte, yol haritası uygulanmaya başladığında “terör örgütü” olmaktan kurtulacak iken ve demokratik hukuk devleti sistemi isterken, bir türlü kamuoyunun ikna edilemediği İmamoğlu’nun tutukluluğu ile kayyum atamaları yapılan belediyeler ne olacaktır? Tabii ki Ümit Özdağ gibi diğer tutuklu siyasiler de…
PKK teröristleri affedilecekse o zaman ceza evlerinin boşaltılacağı bir genel af çıkartılması gerekecektir. Bu bağlamda FETÖ’cülerin affı da gündeme gelecektir. Herhalde bunun adı da “PKK Affı, Öcalan Affı, ya da Kardeşlik Affı” gibi anılacaktır!
Not: Bu analizi her iki tarafın da eleştireceğini biliyorum. Ama onların hissiyatının en azından bir kısmını yansıttığımı da biliyorum. Bu pilav daha çoook su kaldırır. Yani bu konuda daha çok yazacağız…
YORUMLAR