Ceyhun BOZKURT – 13 Aralık 2024
Fransız Hariciyesine (Dışişleri), 1912 yılının Ocak ayında Suriye’deki gizli servis elemanlarından bir rapor gönderilir. Raporda şunlar yazılıdır:
“Suriye ahalisini, İngiltere’nin Suriye’yi işgalini istemeye ikna ve teşvik etmek için gayret sarf eden iki komite, Şam ve Beyrut’ta çoktan mevcut bulunmaktadır. Bu iki komite ahiren Beyrut’ta birleşerek galiba hatt-ı hareketleri hakkında talimat almak üzere Mısır’a bazı murahhaslar (delegeler) göndermişlerdir. İngiltere lehine propaganda çoktan beri açıktan açığa yapılıyor. 10 Ocak 1012 günü İngiliz Burhanı kruvazörü Trablusşam (Günümüzdeki Tartus-CB) limanına demir attı. Kruvazörün süvarisi, mutasarrıfı ziyaret ederek şehirde asayişi iade etmekte muztar kalacağını ve bu maksatla karaya çıkarılacak bahriye efradının ancak muntazam İngiliz birliklerinin gelmesi halinde yerlerini onlara terk etmek üzere geriye alınacaklarını söylüyordu. Bu esnada hiçbir Fransız harp gemisinin bulunmaması, İngiltere tarafından Suriye’yi işgalin takarrür ettiği (karar verildiği-CB) yolundaki rivayet ve zannı bir kat daha kuvvetlendirmiştir.”
Bu raporu şüpheli bir şekilde ölmesinin hemen öncesinde yazdığı “Petrol Fırtınası” kitabında aktaran Raif Karadağ, şu notu da düşmüştü: “İngiltere mutlak olarak Orta Şark petrollerine tek başına sahip olmak istiyordu.” (Raif Karadağ, “Petrol Fırtınası”, Emre Yayınları, 4. Baskı, Haziran 2005, s. 95-96
***
Ardından Birinci Dünya Savaşı sürerken meşhur Skyes-Picot anlaşması yapıldı. Bu anlaşmaya göre, bugün güney İsrail ve Filistin , Ürdün ve Kerkük hattının güneyi itibariyle Irak’ın kontrolünü İngilizler aldı. İngilizler ayrıca Akdeniz’e erişim sağlamak için Hayfa ve Akka limanlarını içeren ek küçük bir alanı tahsis etti. Fransa da, o dönem Klikya olarak adlandırılan güneydoğu Türkiye’yi, Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı bölgeleri, Musul vilayetini, Suriye’yi ve Lübnan’ı kontrol edecekti.
***
Fransa Başbakanı Georges Clemenceau, 1918 yılının Kasım ayı sonunda, İngiltere Başbakanı David Llyod George’u ziyaret amacıyla Londra’ya gitti. Savaş bitmiş, galip gelmişlerdi. Daniel Yergin’in ifadesiyle petrol konusu artık savaş sonu politikalarının bölünmez parçası olmuştu. Clemenceau ve Llyod George, Londra sokaklarındaki halkı selamlarken ikisinin aklında da Mezopotamya petrolleri vardı.
İngiltere’nin niyeti o tarihlerde artık ölmüş olan Türk Osmanlı İmparatorluğu’na ait, sonradan Irak olarak tanınacak olan topraklar üzerindeki hakimiyetini garanti altına almaktı. Çünkü bu toprakların büyük petrol potansiyeline sahip olduğu düşüncesi hakimdi. Ancak Fransa da bu bölgenin diğer bir yerinde – Bağdat’ın kuzeybatısındaki Musul üzerinde egemenlik iddiasındaydı. Zaten paylaşımda bu bölge ona düşmüştü.
Fransız Başbakanı Clemenceau ve İngiliz Başbakanı Lloyd George, Fransız sefaretine geldiklerinde Clemenceau mevkidaşına şu soruyu sordu: “Acaba İngiltere tam olarak ne istiyordu?”
Lloyd George, bu soruya başka bir soruyla yanıt verdi ve İngiltere’nin komşu ülke Suriye üzerindeki Fransız kontrolünü tanıması koşuluyla Fransa’nın Musul üzerindeki iddiasından vazgeçip vazgeçmeyeceğini sordu.
Clemenceau’nun bu soruya verdiği yanıt olumluydu. Musul’dan gelen petrol üretiminden kendisine bir hisse verilmesi koşuluyla Fransa’nın buna itirazı olmayacaktı. Llyod George da bu kararı kabul ediyordu. (Daniel Yergin, “Petrol-Para ve Güç Çatışmasının Epik Öyküsü”, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Birinci Baskı, Mart 1995, s. 209)
Tarihe Clemenceau -Lloyd George Anlaşması olarak geçen 1 Aralık 1918 tarihli anlaşmaya göre Clemenceau, Fransa’nın Musul, Kuzey Mezopotamya ve Filistin üzerindeki iddialarından vazgeçmiş, kontrolü Britanya’ya devretmişti. Karşılığında Fransa, önemli yataklara sahip olduğu bilinen ve şu anda Britanya’ya ait olan Musul’da keşfedilecek tüm petrolün büyük bir kısmına hak kazanacaktı; ancak kesin yüzdeler 8 Nisan 1919’daki Long-Berenger Petrol Anlaşması’na kadar (Bkz. San Remo Petrol Anlaşması olarak da biliniyor) belirsizliğini koruyacaktı.
(NOT: Londra’daki Fransız elçiliğindeki bu anlaşma iki ülke arasındaki sorunları çözmeyecek, hatta anlaşmazlık yüzünden Paris Barış Konferansı sırasında ABD Başkanı Wilson araya girmese iki Başbakan neredeyse tekme tokat kavga edecekti.”
***
İngilizler, Musul-Kerkük petrollerini istiyordu. Paris Barış Konferansı’nda İngiliz delegasyonu danışmanlarından Arnold Toynbee’nin Başbakan Lloyd George’a bazı belgeler götürmesi gerekmişti. Toynbee içeri girdiğinde, İngiliz Başbakanı Toynbee’nin varlığını unutup yüksek sesle düşünmeye başladı: “Mezopotamya… evet… petrol… sulama… Mezopotamya’yı almalıyız; Filistin; Suriye… hmmm… ne var Suriye’de? Orayı Fransızlar alsın.” (Margaret MacMillan, “Barış Yapanlar-Dünyayı Değiştiren 6 Ay, 1919 Paris Barış Konferansının Hikayesi”, Alfa Yayınları, Birinci Basım, Ekim 2015, s. 582)
Özetle İngilizler Irak’ta istediklerini almıştı. Türkiye’nin verdiği Musul mücadelesi de Şeyh Sait isyanının Milletler Cemiyeti’nde elini zayıflatması nedeniyle boşa düşmüştü. Türkiye’nin Irak’la sınırı da 1926 yılında belirlenince İngilizler için artık iş petrolü bulmaya ve çıkarmaya kalmıştı. Bu aramaların yapıldığı günlerden bir gün, Kerkük’te, 15 Ekim 1927’de., sabah saat 3’te, Baba Gurgur denen 1 no’lu kuyudan, daha kazılan derinlik henüz yaklaşık 450 metreyi ancak geçmişken, kükremeyi andıran ve çölü baştan başa saran korkunç bir ses duyulacaktı. Gürültüden sonra uzunluğu iskelenin yaklaşık 15 metre üstüne çıkan ve beraberinde kuyunun dibinden kopup gelmiş kayaları da getiren güçlü bir fışkırma gözükecektir. Bölge baştan başa petrole bulanacaktır. Akıncı o kadar fazladır ki, Kerkük kent merkezi başta olmak üzere tüm yerleşim alanları petrol seli riskiyle karşı karşıya kalır. (Yergin, age., s. 234)
Zamanında Suriye’yi Fransızlara veren İngilizler için yeni bir problem baş göstermiştir. Kerkük’ten çıkan petrolün Akdeniz’e ulaştırılması.
Zaten bölgedeki petrol çıkarma imtiyazını, adı Türk ama hissedarları yabancı olan şirket almıştı. Türk Petrol Şirketi’nin yerini daha sonra yine hisseleri yabancılara ait Irak Petrol Şirketi (IPC) aldı.
Şirket Kerkük petrollerinin Akdeniz’e uzanması için iki çalışma yapmak zorunda kaldı. Tamamen finansal gerekçelerle, boru hattının denize en kısa ve en güvenli rotayı izlemesi gerektiği ve bunun da Trablusşam’a, yani günümüzdeki Tartus’a doğru ilerlemesi gerektiği açıktı. Ancak bu coğrafya, Fransız mandası altındaki topraklardan geçmek ve dolayısıyla Fransız kontrolüne tabi olmak anlamına geliyordu; bu da siyasi ve ticari nedenlerle Fransızlar’ın işine yarıyordu.
Bu nedenle İngilizlerin itirazı vardı. İki taraf da çıkmazdan başka bir çıkış yolu bulunana kadar geri adım atmaya istekli görünmüyordu. Dönemin önemli petrol aktörlerinden Gülbenkyan ailesinin aktarımına göre, Amerikalıların önerisi üzerine iki boru hattı olması kararlaştırıldı.
İki hat için detaylı planlar çizildi.
Kaynak: https://gulbenkian.pt/biblioteca-arte/en/read-watch-listen/construction-of-the-iraq-mediterranean-oil-pipeline/
Petrol boru hattı projesi, 24 Mart 1931’de Irak Petrol Şirketi Limited ile Irak hükümeti arasında imzalanan yeni anlaşmayla daha da ivme kazandı.
Bu arada Filistin (5 Ocak 1931), Ürdün (11 Ocak 1931), Lübnan (25 Mart 1931) ve Suriye (25 Mart 1931) hükümetleriyle boru hattının topraklarından geçmesine izin veren anlaşmalar yapılmıştı.
Dünyanın ilk ulusötesi petrol boru hattı gerçeğe dönüşme yolundaydı.
İnşaat çalışmaları 1932’den 1934’e kadar devam etti. Kerkük’ten başlayarak, rota Fırat kıyılarına yakın olan El-Fatha Geçidi’nden günümüz Irak’ında yer alan Haditha’ya kadar belirlendi ve burada iki hatta ayrıldı. Bu noktadan, kuzey hattı El-Kaim’den ve ardından Palmira ve Humus’tan geçerek son olarak Trablus’taki terminale ulaştı. Güney hattı Muhaiwir’e ve oradan Rutbah, Um-el-Jemal ve Jisr al Majami üzerinden Hayfa’daki terminale ulaştı.
Kerkük’ten Haditha’da çatallandığı yere kadar boru hattının K1’den K3’e kadar üç pompa istasyonu vardı. Haditha’da ayrıldıktan sonra, kuzey hattı, Trablusşam’a kadar dört istasyona (T1’den T4’e) sahipken, güneye Hayfa’ya giden hat beş istasyona (H1’den H5’e) sahipti.
Özetle bu hat yapıldıktan sonra 1948’e kadar Kerkük petrolleri sevkiyatı gerçekleştirildi. Süreç içinde boru hattına yönelik çok sayıda saldırı girişimi yapıldı. İngiliz ordu güçleri tedbirler almak zorunda kaldı. İsrail’in kurulduğu yıl olan 1948’de çatışmalar artık derin bir ayrılmaya ve gerilime evrilince proje rafa kaldırıldı.
Şimdi Suriye meselesine, ABD-İsrail ikilisinin saldırılarına, teröre verdikleri desteğe bu haritalar ekseninde yeniden bakmak ve gereken tedbirleri almak elzem görünüyor.