Kör adamın fili ile iki yapraklı ağaçtaki yılan

bercan tutar

Bercan TUTAR – 29 Aralık 2023

 

Güvenlik ve ekonomiyi ayrı kalemler olarak ele alanların dünya tasavvuru kör adamın fili tarifine benzer. Hortum yılana, kulak yaprağa, bacaklar ağaca benzer. Kısacası, ideolojik körlük içindekiler için koca bir fil, iki yapraklı ağaçtaki yılana dönüşüverir.

Bu bağlamda koca bir fil gibi birbiriyle ilişkili küresel ekonomi büyük devletlerin askeri ve siyasi fay haritasına göre bölünmüştür. Zira emperyal akıl etki sahalarından hoşlanmaz. İster ki bütün yeryüzü ve bölgeler kendisine açık olsun. Bu yüzden olsa gerek ABD, II. Dünya Savaşı’nda sonra Franklin Roosevelt’in ‘Four Policemen/Dört Jandarma’ doktrinine göre dünyayı kontrol etmeye çalıştı. Bu dört jandarma ABD, İngiltere, SSCB ve Çin’di. Hâlâ da dünya büyük oranda bu dörtlünün jeo-politik nüfuz alanlarına göre şekilleniyor.

Ne var ki bu dörtlü içinde ABD ve İngiltere’den oluşan Batı kanadı zayıflamaya başladı. Nitekim daha Kasım 2013’te ABD’nin o zamanki dışişleri bakanı John Kerry, tarihi bir açıklamada bulunarak “Monreo Doktrini dönemi sona erdi” dedi. Bunun anlamı, ABD’nin nüfuz sahalarında ısrar ederek bir süper güç olduğu yönündeki politikalarından vazgeçtiğini ilan etmesiydi. Sadece Ortadoğu ve Asya’da diğer bütün bölgelerde hegemonya kurma anlayışını terk ettiğini ilan ediyordu ABD.

Ancak Amerikan dış politika elitleri bu gerçeği kabul edemiyor. Şimdi kendi anlayışlarını liberal dünya düzeni şeklinde formüle etmeye çalışıyorlar. Otoriter eksen ile (Rusya, Çin, İran ve son zamanlarda Türkiye’yi de bu eksene dahil ederek) demokratik eksen şeklinde iki kutuplu yeni bir formülasyonu devreye soktular.

Bunun ilk deneme sahası da Suriye, Libya, Tayvan ve Ukrayna krizleri oldu. Bu anlayış buralarda sonuç vermedi. Şimdi yeniden İsrail ve PKK/YPG üzerinden terör kartını devreye soktular.

Ancak başını Avrupa, Türkiye ve Çin’in çektiği Soğuk Savaş blokunu Rusya’ya karşı yeniden küresel bir hegemonya ittifakına çevirme projesi çöktü. Türkiye, Rusya ve Çin’in liberalizme, hukukun üstünlüğüne ve global demokrasiye tehdit olduğu oyunu tutmadı. İsrail’in Gazze’deki soykırımın verilen destek bilakis ABD ve Avrupa’nın barbar yüzünü ortaya çıkardı. Savundukları demokrasi, hukuk, insan hakları, özgürlük ve adalet gibi bütün Batılı değerlerin içi boş birer klişe olduğu anlaşıldı.

Çünkü John Kennedy’nin yeğeni Robert F. Kenndy Jr’ın da ifade ettiği gibi Batılı ülkelerin en büyük hedefleri Ortadoğu ve Orta Asya enerji kaynaklarını dünya pazarlarına ulaştıran bölgelerin kontrolüdür. Bu bağlamda Ortadoğu’nun yani Türkiye’nin kontrolü Orta Asya yani Rusya ve Asya Pasifik’in yani Çin’in de kontrolü anlamına geliyor.

Çünkü Orta Asya enerjisini dünya pazarlarına ulaştıran 3 çıkış kapısı var. Bunlar, Afganistan -Pakistan hattı, Basra Körfezi ve Doğu Akdeniz havzasıdır. ABD, teröre karşı savaş adı atında Afganistan ve Irak’ı işgal ederek bu üç bölgeyi kontrol altına almaya çalıştı, çalışıyor. Şu an İsrail ve PKK/YPG üzerinden devreye sokulan yeni terör stratejisinin de hedefi budur. İşgal edilen ülkelere ve şu anki kriz bölgelerine bakınca bu denetim stratejisi net olarak görülür.

Ne var ki etnik çatışma eksenli terör ve darbelerle bloke edilmek istenen Türkiye artık serbest. Bu durum küresel ekonominin şahdamarı olan bölgelerde Türkiye’nin by-pass edilemeyeceğini gösterdi. Nitekim Katar’daki doğalgaz rezervlerinin Suriye üzerinden Avrupa ve dünya pazarlarına nakledilme projesinde Türkiye devre dışı bırakılamadı. Benzer şekilde Hindistan-Avrupa projesinde de Türkiye devre dışı bırakılmak istendi. Ancak İsrail’in Gazze’ye saldırısı ile bu proje de daha doğmadan öldü.

Şu an Türkiye ve Rusya’nın Suriye’deki mevcut varlığı bu projelerin devreden çıktığını gösteriyor. Türkiye Katar krizinden sonra Rusya ile birlikte Suriye’de de aktif rol alarak sadece kendisine enerjide tehdit oluşturan ABD’nin gaz kartını bloke etme yanında İsrail, Kıbrıs ve Filistin açıklarında keşfedilen ve çıkarılmaya başlanan Akdeniz gazının dünya pazarlarına aktarılması üzerinde de önemli bir kontrol ve denetim kozuna kavuştu.

Bu anlamda Rusya ile ortak gaz stratejisi izleyen Türkiye; İsrail, Kıbrıs, Yunanistan ve Mısır arasında imzalanan ve hedefi Akdeniz’deki enerji bloğunu denetim altına almak olan ABD destekli kirli projelere ağır darbeler indirdi.

Geçen yüzyılda çevresine kapalı kültürel bir fosile dönüştürülen Türkiye bugün organik ve dinamik jeo-politik ve jeo-kültürel hamleleriyle İslam dünyasının merkez ülkesi rolünü de aşan kozmopolit küresel bir akılla hareket ediyor.

Türkiye’ye yönelik yeni saldırılar terörden çok Suriye ve Irak’ın kuzeyinden inşa edilen İsrail ve ABD destekli etnosentrizm silahıdır. Emperyal vesayet odaklarının PKK/YPG üzerinden tezgâhladığı oyuna karşı Müslüman Türk ve Kürt siyaseti ortak cephe olmayı sürdürmeli.

Türkiye’ye Filistin’den Suriye ve Irak’ın kuzeyinden saldıran emperyal güçlerin yol açtığı tehdit sadece somut bir askeri ve güvenlik tehdidi değildir. Aynı zamanda tarihi derinliği olan ve küresel geleceğimizi de rehin almaya çalışan derin mahiyete sahip jeo-kültürel bir tehdittir aynı zamanda.

Klasik askeri önlemler yanında jeo-kültürel savunma stratejileri de deveye sokulmalıdır. Ancak Türkiye yeni bir kimlikle bu tehlikeyi bertaraf etme dinamiğine sahiptir. Bunu gören devlet aklı Başkan Erdoğan’ın talimatlarıyla ayrışma ve parçalanma yerine bütünleşme ve kaynaşma sürecini devreye soktu.

Türkiye Yüzyılı, işte bu yeni anlayışın sancağıdır. Kültürel, siyasi ve tarihi bağlarımızı güçlendirdikçe ayrışma riski ortadan kalkar. Unutmayalım ki emperyalist akıl Ortadoğu sistemini etnosentrik ve mezhebi fay hatları üzerine inşa etti. Neo-emperyal güvenlik doktrini, İslam dünyasının dayanışmasını veya bölgesel bütünleşmesini dinamitleme üzerine kuruludur.

Etnik ve mezhebi temelde ufalanmak. Afganistan, Somali ve Irak’ta yapılanlar daha sonra Libya, Mısır, Yemen ve Suriye’de devreye sokuldu.

Fakat ne yapsalar da Atlantik’in egemenliğine dayalı uluslararası ilişkiler sistemi çatırdıyor. Hatta bir çok yorumcu Atlantik’in Roma gibi çöküş sürecine girdiği kanısında.

Gerçekten de Ortadoğu’da, Avrasya’da ve Pasifik’te oluşan yeni jeo-politik eksenler Atlantik’i bir örümcek ağı gibi sarıyor. Çünkü ABD ve AB ittifakının Pasifik ve Avrasya’dan gelebilecek askeri ve ekonomik tehditlerle İslam dünyasından ise olası jeo-kültürel tehditlere yönelik geliştirdiği bütün stratejiler can çekişiyor. Atlantik bloğu, kendi tek boyutlu ve tek kutuplu renksiz dünyasına her geçen gün daha fazla sıkışacak. Dünyada artık Türkiye, Çin ve Rusya’nın başını çektiği Batı-dışı yeni başarı modelleri yükseliyor.

Bakmayın siz ABD’nin Türkiye’yi İsrail terör devleti ve PKK/YPG terör örgütleri ile kuşatmaya kalkışmasına. Bu iki hamle de tıpkı Rusya’ya karşı devreye sokulan Ukrayna krizi gibi ellerinde patlayacak. Çünkü ‘Imperium Americana’ dünyası her yerinden dökülüyor.

İbn-i Haldun ve İmam Gazali’nin de sıklıkla belirttiği gibi toplumların özünde her zaman farklılık ve zıtlıklar belirleyicidir.

Yeni girdiğimiz dünyada da diğer kültürlerin ve aktörlerin etkin olduğu çok kutuplu bir anlayış öne çıkıyor. Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov buna “Policentric veya Post West World Order/Çok merkezli veya Batı sonrası dünya düzeni” diyor.

Yeni bir küresel düzene doğru seyrediyoruz. Batı kendi içinde çözülme yaşarken uluslararası ilişkilerde kuvvet merkezi Atlantik’ten Asya’ya doğru kayıyor. Ve artık öncelik Batılı olanda değil.

Çin, Rusya ve Türkiye gibi Asyalı aktörlerin başını çektiği bu yenidünyada Batı, dominant ve belirleyici olma özelliğini yitirerek yeryüzündeki normal havzalardan bir tanesi konumuna dönüşüyor.

Bir bakıma Türkiye’nin en etkili kurucu siyasi aktörlerinden biri olduğu farklı ve çoğul medeniyetler çağına giriyoruz. Koca fili iki yapraklı ağaçtaki yılana benzetenlerin ideolojik körlüğü son eriyor. Batı sonrası yeni süreçte ve İsrail sonrası yeni Ortadoğu’da dünyanın küresel ve bölegel dengeleri yeniden kuruluyor. Zaten olması gereken de buydu!

Bercan TUTAR – 29 Aralık 2023

 

Güvenlik ve ekonomiyi ayrı kalemler olarak ele alanların dünya tasavvuru kör adamın fili tarifine benzer. Hortum yılana, kulak yaprağa, bacaklar ağaca benzer. Kısacası, ideolojik körlük içindekiler için koca bir fil, iki yapraklı ağaçtaki yılana dönüşüverir.

Bu bağlamda koca bir fil gibi birbiriyle ilişkili küresel ekonomi büyük devletlerin askeri ve siyasi fay haritasına göre bölünmüştür. Zira emperyal akıl etki sahalarından hoşlanmaz. İster ki bütün yeryüzü ve bölgeler kendisine açık olsun. Bu yüzden olsa gerek ABD, II. Dünya Savaşı’nda sonra Franklin Roosevelt’in ‘Four Policemen/Dört Jandarma’ doktrinine göre dünyayı kontrol etmeye çalıştı. Bu dört jandarma ABD, İngiltere, SSCB ve Çin’di. Hâlâ da dünya büyük oranda bu dörtlünün jeo-politik nüfuz alanlarına göre şekilleniyor.

Ne var ki bu dörtlü içinde ABD ve İngiltere’den oluşan Batı kanadı zayıflamaya başladı. Nitekim daha Kasım 2013’te ABD’nin o zamanki dışişleri bakanı John Kerry, tarihi bir açıklamada bulunarak “Monreo Doktrini dönemi sona erdi” dedi. Bunun anlamı, ABD’nin nüfuz sahalarında ısrar ederek bir süper güç olduğu yönündeki politikalarından vazgeçtiğini ilan etmesiydi. Sadece Ortadoğu ve Asya’da diğer bütün bölgelerde hegemonya kurma anlayışını terk ettiğini ilan ediyordu ABD.

Ancak Amerikan dış politika elitleri bu gerçeği kabul edemiyor. Şimdi kendi anlayışlarını liberal dünya düzeni şeklinde formüle etmeye çalışıyorlar. Otoriter eksen ile (Rusya, Çin, İran ve son zamanlarda Türkiye’yi de bu eksene dahil ederek) demokratik eksen şeklinde iki kutuplu yeni bir formülasyonu devreye soktular.

Bunun ilk deneme sahası da Suriye, Libya, Tayvan ve Ukrayna krizleri oldu. Bu anlayış buralarda sonuç vermedi. Şimdi yeniden İsrail ve PKK/YPG üzerinden terör kartını devreye soktular.

Ancak başını Avrupa, Türkiye ve Çin’in çektiği Soğuk Savaş blokunu Rusya’ya karşı yeniden küresel bir hegemonya ittifakına çevirme projesi çöktü. Türkiye, Rusya ve Çin’in liberalizme, hukukun üstünlüğüne ve global demokrasiye tehdit olduğu oyunu tutmadı. İsrail’in Gazze’deki soykırımın verilen destek bilakis ABD ve Avrupa’nın barbar yüzünü ortaya çıkardı. Savundukları demokrasi, hukuk, insan hakları, özgürlük ve adalet gibi bütün Batılı değerlerin içi boş birer klişe olduğu anlaşıldı.

Çünkü John Kennedy’nin yeğeni Robert F. Kenndy Jr’ın da ifade ettiği gibi Batılı ülkelerin en büyük hedefleri Ortadoğu ve Orta Asya enerji kaynaklarını dünya pazarlarına ulaştıran bölgelerin kontrolüdür. Bu bağlamda Ortadoğu’nun yani Türkiye’nin kontrolü Orta Asya yani Rusya ve Asya Pasifik’in yani Çin’in de kontrolü anlamına geliyor.

Çünkü Orta Asya enerjisini dünya pazarlarına ulaştıran 3 çıkış kapısı var. Bunlar, Afganistan -Pakistan hattı, Basra Körfezi ve Doğu Akdeniz havzasıdır. ABD, teröre karşı savaş adı atında Afganistan ve Irak’ı işgal ederek bu üç bölgeyi kontrol altına almaya çalıştı, çalışıyor. Şu an İsrail ve PKK/YPG üzerinden devreye sokulan yeni terör stratejisinin de hedefi budur. İşgal edilen ülkelere ve şu anki kriz bölgelerine bakınca bu denetim stratejisi net olarak görülür.

Ne var ki etnik çatışma eksenli terör ve darbelerle bloke edilmek istenen Türkiye artık serbest. Bu durum küresel ekonominin şahdamarı olan bölgelerde Türkiye’nin by-pass edilemeyeceğini gösterdi. Nitekim Katar’daki doğalgaz rezervlerinin Suriye üzerinden Avrupa ve dünya pazarlarına nakledilme projesinde Türkiye devre dışı bırakılamadı. Benzer şekilde Hindistan-Avrupa projesinde de Türkiye devre dışı bırakılmak istendi. Ancak İsrail’in Gazze’ye saldırısı ile bu proje de daha doğmadan öldü.

Şu an Türkiye ve Rusya’nın Suriye’deki mevcut varlığı bu projelerin devreden çıktığını gösteriyor. Türkiye Katar krizinden sonra Rusya ile birlikte Suriye’de de aktif rol alarak sadece kendisine enerjide tehdit oluşturan ABD’nin gaz kartını bloke etme yanında İsrail, Kıbrıs ve Filistin açıklarında keşfedilen ve çıkarılmaya başlanan Akdeniz gazının dünya pazarlarına aktarılması üzerinde de önemli bir kontrol ve denetim kozuna kavuştu.

Bu anlamda Rusya ile ortak gaz stratejisi izleyen Türkiye; İsrail, Kıbrıs, Yunanistan ve Mısır arasında imzalanan ve hedefi Akdeniz’deki enerji bloğunu denetim altına almak olan ABD destekli kirli projelere ağır darbeler indirdi.

Geçen yüzyılda çevresine kapalı kültürel bir fosile dönüştürülen Türkiye bugün organik ve dinamik jeo-politik ve jeo-kültürel hamleleriyle İslam dünyasının merkez ülkesi rolünü de aşan kozmopolit küresel bir akılla hareket ediyor.

Türkiye’ye yönelik yeni saldırılar terörden çok Suriye ve Irak’ın kuzeyinden inşa edilen İsrail ve ABD destekli etnosentrizm silahıdır. Emperyal vesayet odaklarının PKK/YPG üzerinden tezgâhladığı oyuna karşı Müslüman Türk ve Kürt siyaseti ortak cephe olmayı sürdürmeli.

Türkiye’ye Filistin’den Suriye ve Irak’ın kuzeyinden saldıran emperyal güçlerin yol açtığı tehdit sadece somut bir askeri ve güvenlik tehdidi değildir. Aynı zamanda tarihi derinliği olan ve küresel geleceğimizi de rehin almaya çalışan derin mahiyete sahip jeo-kültürel bir tehdittir aynı zamanda.

Klasik askeri önlemler yanında jeo-kültürel savunma stratejileri de deveye sokulmalıdır. Ancak Türkiye yeni bir kimlikle bu tehlikeyi bertaraf etme dinamiğine sahiptir. Bunu gören devlet aklı Başkan Erdoğan’ın talimatlarıyla ayrışma ve parçalanma yerine bütünleşme ve kaynaşma sürecini devreye soktu.

Türkiye Yüzyılı, işte bu yeni anlayışın sancağıdır. Kültürel, siyasi ve tarihi bağlarımızı güçlendirdikçe ayrışma riski ortadan kalkar. Unutmayalım ki emperyalist akıl Ortadoğu sistemini etnosentrik ve mezhebi fay hatları üzerine inşa etti. Neo-emperyal güvenlik doktrini, İslam dünyasının dayanışmasını veya bölgesel bütünleşmesini dinamitleme üzerine kuruludur.

Etnik ve mezhebi temelde ufalanmak. Afganistan, Somali ve Irak’ta yapılanlar daha sonra Libya, Mısır, Yemen ve Suriye’de devreye sokuldu.

Fakat ne yapsalar da Atlantik’in egemenliğine dayalı uluslararası ilişkiler sistemi çatırdıyor. Hatta bir çok yorumcu Atlantik’in Roma gibi çöküş sürecine girdiği kanısında.

Gerçekten de Ortadoğu’da, Avrasya’da ve Pasifik’te oluşan yeni jeo-politik eksenler Atlantik’i bir örümcek ağı gibi sarıyor. Çünkü ABD ve AB ittifakının Pasifik ve Avrasya’dan gelebilecek askeri ve ekonomik tehditlerle İslam dünyasından ise olası jeo-kültürel tehditlere yönelik geliştirdiği bütün stratejiler can çekişiyor. Atlantik bloğu, kendi tek boyutlu ve tek kutuplu renksiz dünyasına her geçen gün daha fazla sıkışacak. Dünyada artık Türkiye, Çin ve Rusya’nın başını çektiği Batı-dışı yeni başarı modelleri yükseliyor.

Bakmayın siz ABD’nin Türkiye’yi İsrail terör devleti ve PKK/YPG terör örgütleri ile kuşatmaya kalkışmasına. Bu iki hamle de tıpkı Rusya’ya karşı devreye sokulan Ukrayna krizi gibi ellerinde patlayacak. Çünkü ‘Imperium Americana’ dünyası her yerinden dökülüyor.

İbn-i Haldun ve İmam Gazali’nin de sıklıkla belirttiği gibi toplumların özünde her zaman farklılık ve zıtlıklar belirleyicidir.

Yeni girdiğimiz dünyada da diğer kültürlerin ve aktörlerin etkin olduğu çok kutuplu bir anlayış öne çıkıyor. Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov buna “Policentric veya Post West World Order/Çok merkezli veya Batı sonrası dünya düzeni” diyor.

Yeni bir küresel düzene doğru seyrediyoruz. Batı kendi içinde çözülme yaşarken uluslararası ilişkilerde kuvvet merkezi Atlantik’ten Asya’ya doğru kayıyor. Ve artık öncelik Batılı olanda değil.

Çin, Rusya ve Türkiye gibi Asyalı aktörlerin başını çektiği bu yenidünyada Batı, dominant ve belirleyici olma özelliğini yitirerek yeryüzündeki normal havzalardan bir tanesi konumuna dönüşüyor.

Bir bakıma Türkiye’nin en etkili kurucu siyasi aktörlerinden biri olduğu farklı ve çoğul medeniyetler çağına giriyoruz. Koca fili iki yapraklı ağaçtaki yılana benzetenlerin ideolojik körlüğü son eriyor. Batı sonrası yeni süreçte ve İsrail sonrası yeni Ortadoğu’da dünyanın küresel ve bölegel dengeleri yeniden kuruluyor. Zaten olması gereken de buydu!

Bir Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

En Çok Okunanlar!