Bercan TUTAR – 03 Eylül 2024
Rusya’yı kuşatmaya ve Putin’i devirmeye çalışanların trajedisi
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Ukrayna krizinin Batı’nın ülkeyi kontrol etmeye yönelik uzun süredir devam eden hırslarından kaynaklandığını söyledi. “Onlarca yıldır Batı, Ukrayna üzerinde tam kontrol sahibi olmaya çalıştı. Orada milliyetçi ve Rus karşıtı örgütleri finanse ettiler. Ukrayna’yı Rusya’nın ebedi düşmanı ve varlığına yönelik ana tehdit olduğuna ikna etmek için ısrarla çalıştılar” dedi. Rus lider, dün başlayan Moğolistan ziyareti öncesi Moğol gazetesi Onoodor ile yaptığı röportajda “Ruslara duyulan nefret, Ukrayna’nın resmi ideolojisi haline geldi. Rus dilinin kullanımı giderek daha fazla kısıtlandı ve kanonik Ortodoksluk zulme maruz kaldı ve şimdi doğrudan bir yasaklama noktasına geldi” değerlendirmesinde bulundu.
Nitekim geçen ay Ukrayna lideri Volodimir Zelenski, ülkenin en büyük inanç örgütü olan Ukrayna Ortodoks Kilisesi’ni (UOC) kapatmakla tehdit eden bir kararnameyi imzaladı.
Peki, Batı Rusya’yı kuşatma, Rusya’da rejim değişikliği yapma, Rusya’yı şeytanlaştırma ve özet olarak Putinsiz Rusya projesiyle Moskova’yı rehin alma stratejisinde başarıya ulaştı mı?
Kime sorarsanız sorun ‘hayır’ diyecektir… ABD’nin hesapları ters tepti. ABD Başkanı Joe Biden’ın hesapları tutmadı. Biden’ın ekonomik kuşatmayla Rusya’yı dize getireceğine yönelik propagandasına inanan Avrupalı liderler şimdi çıkış yolu arıyor.
Bunun en somut kanıtı da Almanya ve Avrupa’nın diğer ülkelerinde yükselen Putin yanlısı partiler. Nitekim Rus lider Putin ile ilişkileri normalleştirmeyi savunan ve Ukrayna’ya yardım edilmesine karşı çıkan Almanya için Alternatif (AfD) Partisi, Pazar günü iki eyalette yapılan seçimlerden zaferle çıktı. AfD’nin başarısı medya tarafından “Almanya’da 2. Dünya Savaşı’nın ardından bir ilk! Seçimlerde aşırı sağ ilk sırada” manşetleriyle verildi.
Almanya’nın Thüringen Eyalet Meclisi seçimlerinde AfD yüzde 33 oy alarak birinci olurken, Saksonya Eyalet Meclisi seçimlerinde ise yüzde 31,5 oy alan Hristiyan Demokrat Birlik Partisi’nin hemen ardından yüzde 30 alarak ikinci parti oldu.
Almanya’nın doğusunda yer alan iki eyalette yaklaşık 5 milyon seçmenin oy kullandığı seçimler genel seçimler için de bir gösterge niteliğinde. 6-9 Haziran’daki Avrupa Parlamentosu (AP) seçimlerinde AfD büyük bir çıkış yakalamıştı. AP seçimlerinde muhafazakâr CDU/CSU yüzde 30 ile birinci parti olurken AfD oy oranını 5 yıl öncesine göre yüzde 5 civarı artırarak yüzde 16’ya yükselmişti.
Soğuk Savaş sırasında komünistlerin kontrolü altında olan bir bölgede göçmen karşıtı Almanya için AfD zaferi, Almanya’nın siyasi merkezine özellikle de önemli kayıplar yaşayan Şansölye Olaf Scholz’un iktidar koalisyonunun üç partisi için büyük bir darbe oldu.
Doğu Almanya komünist partisinin eski bir üyesi tarafından yönetilen yeni bir popülist-sol parti olan Sahra Wagenknecht İttifakı (BSW) ise her iki eyalette de üçüncü oldu.
Siyasi yelpazenin en uç noktalarındaki partilerin yükselişi, Sosyal Demokrat Parti (SPD), Yeşiller ve mali açıdan muhafazakâr olan Hür Demokrat Parti’nin (FDP) koalisyonundan oluşan Scholz’un liderliğindeki hükümette derin bir sarsıntıya yol açtı.
İktidardaki bazı partiler barajı bile geçemedi. Örneğin Thüringen’de Yeşiller ve FDP, sandalye kazanmak için gerekli olan yüzde beşlik barajı karşılayamadıkları için eyalet parlamentosundan düşmüş görünüyor.
Kuşku yok ki bu sonuçlar en çok Soğuk Savaş sırasında o zamanlar Doğu Almanya’da Dresden’de KGB casusu olarak çalışan Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’i sevindirmiştir. Hem AfD hem de BSW, Kremlin ile daha yakın ilişkilerden yana ve Almanya’nın Ukrayna’ya yönelik askeri yardımını durdurmak istiyor.
Nitekim BSW lideri Wagenknecht, oylamanın ardından kamu yayıncısı ARD’ye verdiği demeçte, “Ukrayna’daki savaşın sona ermesini istiyoruz ve bunun giderek daha fazla silah teslimatıyla gerçekleşeceğini görmüyoruz” dedi.
Her iki eyalette de neredeyse her üç seçmenden birinin resmi uyarılara rağmen AfD’yi desteklemesi, Almanya’nın doğusundaki ana akım partilere ve kurumlara yönelik yaygın kamuoyu güvensizliğine işaret ediyor. Anketler AfD’nin, seçmenlerin 22 Eylül’de sandık başına gideceği doğudaki Brandenburg eyaletinde de önde olduğunu gösteriyor.
Anketlere göre seçmenleri rahatsız eden en önemli iki faktör göç sorunu ile Alman ekonomisi ve sanayisine darbe vurmasına rağmen Ukrayna’ya verilen destek. Alman devlet televizyonu için yapılan bir ankete göre, seçmenlerin yüzde 81’i “Daha az insanın gelmesi için temelde farklı bir sığınma ve mülteci politikasına ihtiyaç olduğu” görüşünde.
Pazar günkü oylamadan birkaç gün önce Almanya’nın batısındaki Solingen kentinde Suriye uyruklu bir göçmenin 3 kişinin öldüğü bıçaklı saldırı ülkede yoğun bir ulusal tartışmayı yeniden canlandırmıştı. Saldırıdan sonra hükümet şiddet suçları işleyen göçmenleri sınır dışı etme ve bazı durumlarda sığınmacılara yönelik yardımları kesme sözü verdi.
Doğu Almanya’nın iki eski eyaleti olan Saksonya ve Thüringen’de AfD ve BSW’nin seçim zaferinin daha da önemli kılan bu başarının Alman devleti ve medyasının bütün olumsuz propagandalarına rağmen gerçekleşmesidir. Der Spiegel dergisi, seçimlerden önce Almanya’yı Nazilerin eline geçmenin eşiğinde veya bir Faşistlerin iktidarı ele geçirdiği bir ülke şeklinde tasvir eden kapak üstüne kapaklarla çıktı.
Bu seçimlerde ana muhalefetteki CDU’yu kurtaran şey, memurlar ve 60 yaş üstü seçmenlerdi, çünkü 18-59 yaş gruplarında AfD baskındı. Doğu Almanya’nın Z kuşağı ya düzen karşıtı Sağa ya da düzen karşıtı Sola doğru ilerliyor, ancak geleneksel partilerle işleri bitti. Bunu yaparken, Yeşiller’in gençliğin partisi olduğu efsanesine de son verdiler. Düzen karşıtı hareketlerin geleceği parlak görünüyor ve seçim gecesi verilen tepkiye bakılırsa, eski ana akım partiler başarısız stratejilerini sadece ikiye katlayacak gibi görünüyor.
ABD’nin güdümündeki Alman müesses nizamı yüzde beşin altında oy alan partilerin “merkez”, yüzde 30’un üzerinde oy alan partilerin ise “marjinal ve aşırı sağ” olduğu yanılsamasına sarılacaklar. Oysa sonuçlara göre asıl gayrı meşrulaşanın bizzat müesses nizamın kendisi olduğu ortaya çıkıyor.
Hasılı kelam göçten enflasyona ve Ukrayna’daki savaşa kadar bir dizi kriz son yıllarda Almanya’dan Fransa’ya, İtalya’dan Hollanda’ya, İsveç’ten Finlandiya’ya, Slovenya’dan Macaristan’a popülistlerin seçim zaferlerini kazanmasına yardımcı oldu. Bir siyasi kriz olarak nitelenen bu sonuçlar seçmenlerin müesses nizama dair sarsılan güvenlerinin işaretidir.
Oysa “Krizler normalde hükümetler için iyidir” denilir. Ancak bu olgu artık değişiyor.
Paris merkezli bir üniversite olan Sciences Po tarafından bu yılın başlarında yayınlanan Fransa, Almanya, İtalya ve Polonya’daki seçmenler arasında yapılan bir anket, katılımcıların yüzde 60’ının siyasi kurumlara güvenmediğini gösterdi. Aynı oranda insan demokrasinin işlemediğini de söyledi.
Fransa’da siyasi parçalanma o kadar büyük ki son iki parlamento seçimi askıda kalmış parlamentoları geri getirdi. Temmuz seçimlerinden sonra hâlâ bir hükümet kurulamadı.
Avrupa genelinde siyasete güven kalmadı. Çünkü kendi ulusa çıkarlarından çok ABD’nin kaotik dış politikalarına hizmet eden siyasiler halkın gözünde meşruiyetlerini yitirmiş durumda. Siyasiler halk tarafından artık “Dürüst değiller, yetenekli değiller ve cesur değiller…” diye biliniyor.
Bu durum sadece Avrupa için geçerli değil. Dünyanın hemen her bölgesinde ABD güdümündeki ülkelerde benzer bir tablo var karşımızda.
Güven kaybı ve ekonomik krizin beslediği umutsuzluk sağlıktan ulaşıma, emniyetten askeriyeye, adaletten eğitime kadar hiçbir şeyin artık işlemediğine dair genel karamsarlığı her geçen gün daha da büyütüyor. Siyasiler kendi ülkelerinin kontrolünü kaybediyor. Bu da Putin gibi ABD’ye karşı ülkesini başarıyla koruyan ve savunan liderleri küresel cazibe merkezi haline getiriyor. ABD’nin Avrupa’yı yanına alarak Rusya’yı kuşatma projesi bu bağlamda fiyaskoyla sonuçlandı. Hatta ters tepti. Putin’in küresel popülaritesi daha da arttı. Rus liderin küresel imajıyla birleşen rasyonel hamleleri bugün içeriden sadece Avrupa’yı değil ABD’yi de kuşatmış durumda. Boşuna ‘ava giden avlanır’ dememişler. Gücünü başkasına zarar vermeye adayan kimsenin kendisi de zarar uğrar. Bunun en somut örneği ABD ve müttefiklerinin fiyaskoyla sonuçlanan Rusya’yı Ukrayna üzerinden kuşatma projesidir. Geldiğimiz aşamada Putin’i avlamaya gidenlerin kendileri bugün birer birer avlanıyor.