Adem KILIÇ – 27 Ekim 2025
Lübnan ile Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, 2017 yılından bu yana devam eden ama Türkiye’nin bölgedeki kararlı duruşu ve dış politika hamleleri ile asla gerçekleşmeyen deniz yetki sınırlarının belirlenmesi anlaşmasını, bu hafta yeniden gündeme getirdi ve imzalanacağına dair çeşitli spekülasyonlar uluslararası medyada kendisine yer buldu.
Peki; Doğu Akdeniz’deki dengeleri tamamen değiştirme potansiyeline sahip olan, Türkiye’nin Libya hamleleri sonrası, enerji dengesi ve paylaşımı açısından kritik bir adım olarak nitelendirilen bu adım gerçekleşebilir mi?
Uluslararası basına yansıyan bilgilere göre Lübnan, iç siyasi istikrarsızlık ve yaşadığı ekonomik krizler nedeniyle anlaşmayı bir an önce tamamlamaya çalışırken, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ise İsrail ve Yunanistan’ın etkisi altında bu anlaşmaya imza atmak istiyor.
Uluslararası basına yansıyan bilgiler; tarafların son haftalarda önemli ilerleme kaydettiğini, ancak imza aşamasına gelse de, taraflar arasında, deniz alanlarının sınırlandırılmasında konusunda bazı anlaşmazlıkların sürdüğünü ortaya koyuyor.
Zira; özellikle Lübnan’ın doğu sınırını Türkiye ve KKTC’nin haklarını görmezden gelerek çizmesi, bölgesel gerilimi tetikleme potansiyeli taşıyor ve Lübnan yönetimi Tükiye’nin buna karşı sessiz kalmayacağının farkında.
KKTC seçimleri ve yansımalar
KKTC’deki son seçimler, her ne kadar ilk aşamada aksi gibi yansıtılsa da, hala Türkiye’nin garantörlüğü üzerine politikalarını şekillendiren ve adada milli çıkar odaklı bir yönetimin işbaşında olduğunu gösteriyor.
Seçim sonuçları ilk aşamada bazı çevreler tarafından, Kıbrıs Türklerinin, adanın yönetim anlayışı ve deniz yetki alanları ile enerji hakları konusundaki hassasiyetleri açısından kritik bir değişken olarak görülse de, Türkiye ve KKTC, özellikle Mavi Vatan doktrini çerçevesinde Doğu Akdeniz’deki haklarını korumaya kararlı bir duruş sergilemeye devam ediyor ve edecek.
Bu bağlamda, Lübnan ile GKRY arasında imzalanacak olası bir anlaşma, hem KKTC, hem de Türkiye açısından, haklarının ihlali olarak sayılacak ve net olarak karşı tedbirlerle karşı karşı karşıya kalacak.
İsrail’in rolü
İsrail, Doğu Akdeniz’deki enerji koridorlarını kendi lehine optimize etme hedefinde hareket etmeye devam ediyor. İsrail, olası bir Lübnan-GKRY anlaşmasını şüphesiz olarak destekliyor ve hatta gerçekleşmesi için yüksek ihtimalle, Yunanistan ve GKRY’ne baskı yapıyor.
İsrail özellikle Leviathan ve Tamar sahalarındaki gaz ihracatını güvenceye almak istediği ve 2 yıllık soykırım savaşının ardından Gazze’nin MEB alanındaki rezervlere de göz diktiği için, bu bölgelerdeki gazı Avrupa’ya taşımak için bu anlaşmanın hayata geçmesini istiyor.
Ancak İsrail, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki askeri ve diplomatik etkinliğini de dikkate almak zorunda olduğunun hiç olmadığı kadar farkında.
Zira Mavi Vatan hattındaki Türkiye varlığı, İsrail’in hedeflerini doğrudan etkiliyor ve Türkiye daha önce Libya’da attığı adımlarla, Türkiye’yi yok sayan 8 ülkeli EASTMED projesini uygulanamaz hale getirdiği gibi bu adımları da uygulanamaz
Görünen o ki İsrail, muhtemelen Lübnan ve GKRY arasında bir anlaşma imzalanmasını desteklerken, aynı zamanda da daha önceki bu tecrübesi doğrultusunda, artık gerekirse bir çatışma riskini de göze alma noktasında.
Türkiye’nin olası adımları
Türkiye bu anlaşmanın imzalanması durumunda, ilk olarak Lübnan ve GKRY’ye karşı deniz yetki alanları konusundaki haklarını vurgulayan diplomatik notalar gönderecektir.
Ancak; ABD’den İsrail’e, GKRY’den Yunanistan’a kadar etkin olan tüm aktörler artık daha fazlasının olabileceğinin farkında.
Tüm bu aktörler, Türkiye’nin artık eski Türkiye olmadığını ve gerekirse Türk donanmasının etkin caydırıcılık hamleleri ile bu gelişmeye sessiz kalmayacağını biliyor.
Türkiye böyle bir durumda, Mavi Vatan Doktrini doğrultusunda bölgedeki BM tarafından tanınan uluslararası haklarını korurken, aynı zamanda da şu ana kadar denge unsuru olarak gördüğü, KKTC ile ortak hidrokarbon arama ve işletme faaliyetlerini hızlandırarak fiili durum yaratacaktır.
Bu adımlar, Türkiye’nin hem uluslararası hukuk perspektifinden haklarını korumasını, hem de Doğu Akdeniz’de enerji ve güvenlik dengelerini lehine çevirmesini sağlayacak ortamın oluşmasına neden olacaktır.
Zira Türkiye; 1959 yılında imzalanan Zürih garantörlük anlaşması doğrultusunda Kıbrıs adasında; Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’nin onay vermediği herhangi bir anlaşmanın, tek taraflı olarak imzalayamayacağı konusundaki gerçeklik karşısında BM nezdinde adımlar atacaktır.
Sonuç
Tüm bu gelişmeler, Lübnan-GKRY arasındaki olası bir deniz yetki anlaşmasının, Doğu Akdeniz’de enerji ve jeopolitik rekabet açısından, uluslararası hukuk nezdinde bir anlam ifade etmeyeceğini ortaya koyuyor.
Türkiye’nin Mavi Vatan çizgisi, Libya’dan Suriye’ye kadar ortaya koyduğu son gerçeklikler ise; olası tek taraflı adımların önünü fiilen de kesmektedir.
Sonuç olarak, Ankara hem diplomatik hem uluslararası hukuk, hem de bölgedeki askeri gücü ile bu “oldu-bitti” anlayışını bertaraf edecek hakka ve güce sahiptir.
