Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya

Batı’nın Türkiye İle Stratejik İşbirliği Zorunluluğu ve Typhoon – Adem Kılıç

Adem KILIÇ – 03 Kasım 2025   Türkiye’nin son yirmi

Adem KILIÇ – 03 Kasım 2025

 

Türkiye’nin son yirmi yılda geçirdiği köklü dönüşümler; şüphesiz olarak dış politikada kendi eksenini çizen dış politika anlayışı, etkiye karşı tepki üreten değil de etki üreten bir ülke olma yaklaşımı ve savunma sanayisinde ortaya koyduğu atılımlar olarak öne çıktı.

Bundan sadece 20 yıl önce savunma sanayisinde %87 dışa bağımlı olan, ambargo korkusuyla, terör sorunu dahil olmak üzere stratejik adımlar atma konusunda kendisini kısıtlı olarak hisseden bir Türkiye’den; bugün kendi silahını, uçağını, füzelerini, uydusunu ve gemisini üreten bir ülkeye dönüşen Türkiye, dengeleri tamamen değiştirdi.

Ancak tüm bu hamleler, sadece teknolojik bir ilerleme değil, aynı zamanda da tarihsel olarak köklere geri dönüşün ve yeni dünya düzeninde yeniden stratejik bağımsızlığın ilanıydı.

Çünkü modern çağda bağımsızlığın gerçek ölçüsü, bağımsız dış politika, etki alanları oluşturma ve kendi savunma kapasiteni kendin inşa edebilmekten geçiyordu.

Bugün Türk savunma sanayisi denildiğinde akla gelen neredeyse her ürün, tüm dünyada artık birer “marka değeri” taşıyor.

Bayraktar TB2’ler; Ukrayna’dan Etiyopya’ya, Azerbaycan’dan Libya ve Nijer’e kadar geniş bir coğrafyada savaşların seyrini değiştirirken, Akıncı, Aksungur ve Kızılelma gibi platformlar, Türkiye’yi insansız hava sistemleri liginde, Global Firepower’dan SIPRI’ye kadar tüm bağımsız uluslararası kurumların değerlendirmelerinde, dünyada öncü üç ülkeden birisi haline getirdi.

MİLGEM sınıfı savaş gemileri, denizlerdeki bağımsızlığın sembolü haline gelirken, TCG Anadolu, bir amfibi hücum gemisinden çok daha fazlası olarak ABD, Çin, Fransa ve İngiltere’ye kadar, savunma sanayi konusunda öncü ülkelere örnek teşkil etti.

Roketsan’ın HİSAR ve SİPER hava savunma sistemleri, ASELSAN’ın radar teknolojileri, TÜBİTAK SAGE’nin geliştirdiği hassas güdüm kitleri, Türkiye’nin bağımsızlığının simgeleri olarak ortaya çıkarken, Türkiye bu kazandığı özerkliği ile terör örgütlerini sınır ötesinde durdurma anlayışını hayata geçirebildi ve dış destekli örgütleri ya iflasa ya da masaya oturarak hayatta kalma muhasebesine sürükledi.

Etki alanı ve yeni gerçeklik

Türkiye’nin bu hamleleri ve güç artışı sadece sahada değil, diplomaside de etkisini gösterdi.

Yıllardır siyasi gerekçelerle Türkiye’ye savaş uçağı satmayı reddeden Avrupa, geçtiğimiz günlerde Türkiye’ye Eurofighter Typhoon satışının onayını, kendi iç kamuoylarına büyük bir başarı olarak lanse etti.

İngiltere Başbakanı Starmer, Türkiye’ye Eurofighter Typhoon satışını, kendi sosyal medya hesaplarından “tarihi bir başarı” olarak duyurdu ve hatta, Türkiye ile KAAN ve Kızılelma projelerine katılma ihtimallerini de yine bir başarı olarak nitelendirdi.

İngiltere, Almanya, İspanya ve İtalya’nın ortak üretimi olan bu uçaklara onay verilmesi, aslında Türkiye’nin geldiği noktanın açık bir kabulüydü.

Eskiden Ankara’nın talepleri karşısında “bekleyelim, görelim ve değerlendirelim” diyen Avrupa başkentleri, artık Türkiye’yle işbirliği yapmayı stratejik bir zorunluluk olarak görüyor.

Çünkü sahada güçlenen bir Türkiye, masada da ağırlığını hissettiriyor.

Nitekim bu durum, ABD ve NATO’nun Türkiye’ye karşı yaklaşımını da kökten değiştirdi.

Washington uzun yıllar boyunca Türkiye’yi sadece Ortadoğu’nun bir sınır bekçisi ve belki de 1990’lardaki savaş muhabiri olan Behçet Alkan’ın literatüre giren ifadeleri ile, “ABD’nin ileri karakolu” olarak görüyordu.

Ancak Türkiye’nin Libya’da dengeleri değiştiren hamleleri, Suriye’de tüm aktörlere rağmen kararlılığı, Güney Kafkasya’da Karabağ zaferindeki rolü, Ukrayna-Rusya savaşında aldığı rol ve Karadeniz’in güvenliği ve ticaret-enerji koridorlarının istikrarının Ankara olmadan mümkün olmadığı gerçekliği, yüzyıllık anlayışı tamamen yerle bir etti.

NATO, içerisinde olduğu ve Türkiye’nin yanlarında olmadığı bir varoluşsal güvenlik sorununun altından kalmayacağının net bir şekilde farkına vardı.

 ABD ise, bir yandan Yunanistan’ı denge unsuru olarak öne çıkarmaya çalışsa da, diğer yandan da bölgede Türkiye’nin olmadığı bir denge kurulamayacağını yaşayarak gördü.

Özetle Türkiye; dünya tarihi düşünüldüğünde, sadece 20 yıllık kısa bir sürede, tüm küresel dengeleri değiştiren bir strateji ile; bir NATO üyesi olarak ittifakın içinde ama aynı zamanda da kendi politik eksenini kurabilen bir güç haline geldi.

Türkiye; bu dönemde, Orta Doğu, Afrika ve Asya’daki Türk etkisinin arttığı bir döneme imza atarken, stratejik özerkliğini de ilan etti.

Bugün sadece Afrika kıtasında, 2001’de 12 olan Türk büyükelçiliği sayısı, 40’tan fazla noktaya ulaştı ve Somali’den Libya’ya, Cezayir’den Nijer’e kadar birçok ülke artık Türk SİHA’larını kullanıyor.

Bu gerçeklik, şüphesiz olarak sadece askeri bir ticaret değil, daha geniş anlamda büyük bir güven inşasının da sembolü olarak kabul ediliyor.

Türk savunma sanayii ürünleri artık, Batılı güçlerin yıllarca sömürgeci yaklaşımlarına alternatif olarak, “kazan-kazan” anlayışının bir simgesi haline geldi.

Sonuç

Tüm bu gerçeklikler ışığından görülen o ki; Güney Kafkasya’da, Suriye’de, Libya’da ve Afrika’da çok sayıda noktada ortaya çıkan şey, aslında sıradan bir gelişme değil. Türk savunma teknolojisinin ve etkisinin sahadaki gücünün ilanıydı.

Bugün dünya yeniden şekillenirken, Türkiye kendi etki alanını ve eksenini, ekonomik, kültürel ve askeri işbirlikleri ile vazgeçilmez bir noktaya taşıyor.

Bundan sonrası ise, bugüne kadar atılan temellerin stratejik olgunlaşma süreci olacak.

Eurofighter Typhoon satışı Türkiye’nin bu geçiş sürecini tamamlarken, milli muharip uçak KAAN’ın devreye girmesiyle Türkiye, hava gücünde tamamen yeni bir sayfa açacak ve  insansız kara ve deniz sistemleri ile de, kendi eksenini tüm dünyaya geri dönülmez olarak kabul ettirecek.

Savunma ihracatının artık sadece gelir kaynağı değil, aynı zamanda da diplomatik etki aracı olduğunu anlamayan çevreler, Türkiye’nin yakın gelecekte dost ve müttefik ülkelerinin daha da arttığı bir eksene şahitlik edecek.

Sonuç olarak Türkiye artık; yalnızca diplomasiyle değil, sahadaki etkisi ile de konuşulan, ne Batı’nın dayattığı sınırlara sıkışan ne de Doğu’nun geleneksel kalıplarına muhtaç bir ülke olmayacağını ortaya koyuyor.

Türkiye, kendi iradesiyle, dengeleri yeniden çizen bir güç olarak yeni bir tarih yazıyor ve bu güç, sessiz ama kararlı bir şekilde, dünyanın yeni dengelerini şekillendirmeye devam edecek.