Rabia YAVUZ – 22 Kasım 2025
Bir gün sosyal medyada vakit geçirirken, o tanıdık his içimizi yoklar: Bizimle aynı yaştaki biri, muazzam bir sergi açmıştır. Bir arkadaşımız, yıllardır ertelediği yüksek lisansını tamamlamıştır. Bir meslektaşımız, hayatımın projesi dediği bir işi gururla duyurmuştur. Biz ise her şeyi yarım bırakmış ya da hiç başlamamış gibi hissederiz kendimizi. Başkalarının başarısı bize başarısız olduğumuzu fısıldar içten içe.
Psikologlar bu tepkiyi “sosyal karşılaştırma” olarak tanımlıyor. Doğamız gereği, kendimizi başka insanlara bakarak konumlandırırız. Güvende olup olmadığımızı, doğru yolda ilerleyip ilerlemediğimizi, emeğimizin karşılık bulup bulmadığını hep bir başkasının aynasında okuruz. Fakat bu aynanın bize her zaman gerçeği gösterdiği söylenemez.
İnsan zihninin tuhaf bir yanı vardır: Birinin başarısı çoğu zaman bizim başarısızlığımızın kanıtı gibi görünür. Mantık düzeyinde bunun saçma olduğunu biliriz. Biri maraton koştu diye herkesin koşması gerekmez, biri kitap yazdı diye geri kalanlarımız sessizliğe mahkûm değildir. Yine de içimizdeki yargılayıcı bir ses şöyle fısıldar: “Sen geride kaldın.”
Bu ses, rekabetten çok varoluşsal bir kırılganlıktan beslenir. Günümüzde modern toplum başarıyıbir tür ahlaki ölçüt hâline getirmiştir. Başarılı bir insanın iyi, çalışkan, hak eden olduğu varsayılır. Başarısız insan ise görünmez, eksik ya da yetersiz olarak etiketlenir. Dolayısıyla başkalarının başarıları, sadece olduğumuz yeri değil, olduğumuz kişiyi de bizlere sorgulatır hale gelir. Ama mesele çoğu zaman başarı değildir. Mesele, kendimize söylediğimiz hikayede saklıdır.
Araştırmanın Gör Dediği
Psikolog Penelope Lockwood ve Ziva Kunda, sosyal karşılaştırmanın aslında birden fazla anlatıma sahip olduğunu gösterir. Eğer karşımızdaki kişinin başarısını ulaşılabilir görüyorsak, çevremizdeki başarılar bizlere ilham verir. Aksi halde başkalarının başarıları bizlere ulaşılmaz görünüyorsa, moralimizi bozar. Bu ayrımın belirleyicisi bir cümlede gizlidir:
“O çalıştı; ben de çalışırsam yapabilirim.”
Bu cümleyi kurabildiğimizde umut doğar. Karşımızdaki kişiyi bizi rahatsız eden bir tehdit olarak değil yolumuzu aydınlatan biri olarak görürüz. Lakin ikinci tür bir cümleye geçiş yaparsak hikaye değişir. Mesela, “O yetenekli, ben değilim” gibi bir ifade kendi ellerimizle motivasyonumuzu boğmak anlamına gelir. Sanki başarı birilerinin doğuştan sahip olduğu gizli bir yetidir ve bizde o yetilerden hiç yoktur gibi. Kurguyu değiştiren ayrım, başarıyı çaba ile mi yoksa öz ile mi açıkladığımızla ilgilidir.
Gündelik Hayattan Küçük Bir Sahne
Bir kafede oturduğunuzu hayal edin. Yan masada biri dizüstü bilgisayarında hararetle çalışıyor; klavyenin sesi bile özgüven saçıyor. Bir süre sonra o kişi bilgisayarını kapatıp rahatça geriye yaslanıyor. Belli ki üretken bir saat geçirmiş. Biz ise hala boş bir sayfaya bakıyoruzdur. Bu sahne çoğu insanda şu etkiyi yaratır: “O üretken, ben değilim.” Oysa daha gerçekçi bir yorum, “O bugün odaklanabildi; ben de başka bir gün odaklanabilirim” olabilirdi. Fakat aklımız olasılıkları değil, öz-değerimizi tehdit eden kısımları seçer. Çünkü karşılaştırma yaparken duygular genellikle gerçeğin önüne geçer.
Bugün kıyas yapmadan bir gün geçirmek bile neredeyse devrimci bir eylem hâline geldi. Sosyal medya, iş dünyası, akademi, popüler kültür… Hepsi aynı soruyu tekrar tekrar fısıldıyor kulağımıza:
Ne kadar ürettin?
Ne kadar değerlisin?
Ne kadar görünürsün?
Bu soruların hepsi, farkında olmasak da aynı sahte zeminde yükseliyor. Başkalarının ölçütleri üzerinde. Hiç kimse bize, “Bu ürettiğin şey seni nasıl dönüştürdü? Bu işi yaparken kendine yakınlaştın mı? ya da Bugün daha iyi bir insan oldun mu?” sorularını sormuyor. Modern dünyanın ölçüm cihazları niyeti değil çıktıyı, anlamı değil sayıyı, derinliği değil görünürlüğü kaydediyor. Belki de bu yüzden, kendimizden daha ileride gördüğümüz her insan içimizde küçük bir deprem yaratıyor: Ben neden o değilim? Oysa asıl soru, neden o olmadığımız değil; neden kendimiz olduğumuzdur.
Anlam, Sessizce Köşede Bekler
Günlük hayatımıza baktığımızda, sayılarla ölçülen performansların giderek daha çok öne çıktığını görürüz:
Kaç yayın yaptın?
Kaç resim çizdin?
Kaç danışan gördün?
Kaç proje tamamladın?
Kaç takipçin var?
Bu soruların hiçbiri yanlış değildir. Ama eksiktir. Çünkü başarıyı sadece sayılardan ibaret gördüğümüzde bir insanın içsel büyümesini, niyetini, dönüşümünü, yavaş ilerleyen ama güçlü kök salan gelişimini gözden kaçırırız.
Birinin 70 tablo yapması etkileyici olabilir; ama bir başkasının 7 tabloyla kendini bulması, içsel bir kırılmayı onarması, dünyayı başka bir yerden görmeye başlaması bambaşka bir başarıdır. Yedi tablonun görünürlüğü az olabilir, ama anlamı derindir.
Başarı bazen dışarıdan parlak görünür; ama anlam, çoğu zaman yalnızca sahibinin iç dünyasını aydınlatır.
Kıskançlık Değil, İnsanlık
İnsanın kıyas toplama eğilimi, doğamızın en eski köklerinden biridir. Bir çocuk, arkadaşının bisiklete binişini izleyerek denge kurmayı öğrenir. Bir öğrenci, sınıftaki başarılı arkadaşının yöntemini merak ederek kendi çalışma düzenini geliştirir. Kıyas, ilk biçiminde zarif bir rehberdir; bizi daha iyiye götüren bir tür işaret tabelası.
Ama modern dünyada kıyas, artık öğrenmenin değil kendini değersizleştirmenin aracına dönüştü. Bir başkasının kaleminden çıkan cümleye, sahnedeki sesine, popüler bir hesapta gördüğümüz fotoğrafa baktığımızda içimizden geçen şey çoğu zaman şu oluyor: Neden ben o değilim?
Bu soru, her ne kadar soru gibi görünse de ders almaya değil yargılamaya dönük bir cümledir. Kendi içimizde kurduğumuz mahkemenin savcısı hep çok sert, hâkimi ise pek affedici değildir. Ve sorunun sonuçları tahmin edilebilir: İçimizde sessiz bir çürüme başlar. Eğer dikkat etmezsek, bu kıyas artık öğrenmenin değil, kendini incitmenin bir aracına dönüşür.
Bir başkasının başarısı içimizi acıttığında bunu ahlaki bir zafiyet gibi okuruz. “Niye kıskandım? Neden kötü hissettim?” diye kendimizi sorgularız. Yetersizlik duygularıyla boğuşurken bir de ahlaki ikilem içinde bulabiliriz kendimizi. Oysa bu hisler insan olmanın doğal bir parçasıdır. İçimizdeki bu sızı, bir kötülüğün değil, bir arzunun işaretidir: “Benim de bir şeylere dönüşme ve üretken olma isteğim var.”
Bu bakımdan kıskançlık çoğu zaman saldırgan bir duygu değil, yönünü kaybetmiş bir özlemdir. Bir başkasının ışığı gözümüzü kamaştırır çünkü hâlâ karanlıkta duran yanlarımız vardır. Bu, utanılacak bir şey değil, hatta doğru yorumlandığında bir tür pusula işlevi görerek bizlere hizmet eder.
Peki Bu Pusulayı Nasıl Okuyabiliriz?
Hikayeyi Yeniden Yazmak: “O yetenekli, ben değilim” yerine, “O kendi yolunda ilerledi, ben de kendi yolumda ilerliyorum” demeyi öğrenmek iyi bir başlangıç noktasıdır.
Sayılara Değil Niyetlere Bakmak: Bir şeyi kaç kez yaptığımız değil, hangi ruh hâliyle yaptığımız önemlidir. Ürettiğimiz her şeyin arkasında görünmeyen bir hikâye vardır ve çoğu zaman işte o hikâye bizi büyütür.
İlhamı Tehditten Ayırmak: Birinin ışığı sizin gölgeniz değildir. Başkasının parlaması sizin sönmeniz anlamına gelmez. Rekabetin değil, insanlığın dünyasında yaşıyoruz. Hayatta hem zorluklar hem kolaylıklar vardır.
Küçük İlerlemelerimizi Fark Etmek: Başarı, dev sıçramalarla değil, kimsenin görmediği küçük adımlarla oluşur. Bugün bir paragraf yazmak, bir danışanla daha derin çalışmak, bir yeni fikir düşünmek bir ilerlemedir.
Başka Bir Soru: Ben Ne Arıyorum?
Belki de tüm bu karşılaştırmaların ardında daha gerçek bir soru vardır: Ben gerçekten ne istiyorum?
Çoğu zaman başkalarının elde ettiklerini istemeyiz; sadece onların hissettiği tatmini, tamamlanmışlık duygusunu isteriz. Birinin elde ettiği şey bizim aradığımız anlamla uyuşmuyorsa, o başarı ne kadar büyüleyici olursa olsun bize tesir etmez. Bu nedenle insan ancak kendi değerlerine uygun bir yaşam kurduğunda, başkalarının başarılarını bir tehdit değil, varoluşun çeşitliliğini gösteren bir tablo olarak görmeye başlar.
Fark Sayıda Değil, Hikayede Gizli
Kendimizden daha ileride olduğunu düşündüğümüz insanları bir tehdit olarak görmek yerine kendi hedeflerimize uyan örnekler olarak bakabilsek hayat gerçekten bambaşka olurdu. Belki de en huzur veren gerçek şudur: Her insan kendine özgü bir ritimde gelişir. Başkalarının başarısını izlerken hissettiğimiz her duygu; hayranlık, kıskançlık, umut, hüzün bize tek bir şeyi hatırlatır: Biz de büyümek istiyoruz.
İşte bu, insan olmanın en güzel tarafıdır.

YORUMLAR