Terörist Tövbe Eder mi? – Prof. Dr. Faruk Taşçı

Prof. Dr. Faruk TAŞÇI – 16 Ekim 2024

 

Bilindiği gibi cinayet yeni bir durum değil; anlık veya kalıcı bir şekilde insanlıktan çıkma durumu tıpkı ilk katil Kabil gibi. Türkiye’de de geçtiğimiz günlerde İstanbul’da iki genç kız, bir cinayete kurban gittiler; sonrasında da katil intihar etti! Katilin babasının “16 yaşına gelmeden önce imanlı biriydi. Namazını da kılıyordu. Hatta bana ‘neden namaz kılmıyorsun, cehennemde yanacaksın’ da demişti.” şeklindeki ifadelerinde ise ister istemez “namaz” vurgusu dikkat çekti.

İyinin Yani Ahlâkın Ölçüsü Ne Ola ki?

Cinayet işlemek kötü olduğuna göre, ortada iyi-kötü meselesi var demektir. İyi-kötü meselesi varsa, mesele ahlâk ile ilgili demektir.

“İyi” dendiğinde insanı insan yapan değerler ve insanlığa faydalı kılan özellikler denmiş oluyor ve doğuştan (yaratılıştan) gelen bir özellikler bütünü kastediliyor. “Kötü” ise insanda doğuştan gelen saf ve güzel özelliklerin bozulması ile ortaya çıkan hastalıklı haller olarak görülebilir. Bu nedenle kötülük, bir nevi noksanlık demek oluyor. İyi olanlar “güzel ahlâklı” veya “ahlâklı” olmuş oluyor, kötü olanlar da “kötü ahlâklı” veya “ahlâksız” olmuş oluyor.

Ahlâklı olmak, öyle göründüğü gibi kolay bir şey de değil ama. Ahlâklı olmak, iyi hallerin süreklilik arz etmesini gerektiriyor; iyiliklerin kişide huy, karakter ve mizaç olarak kazınmış olması yani bir nevi doğal davranış haline gelmesi lazım ki ne güzel (ahlâklı) insan denilebilsin. Dolayısıyla “kırk yılda bir iyilik yapmak” ahlâklı olmak için yetmiyor; tutarlı olmak şart. Bugün bir konuda sergilenen güzel davranış (mesela siyasette veya iş dünyasında), yarın başka bir yerde de aynı şekilde ortaya konabiliyorsa ahlâklılık söz konusu oluyor. Bunlar insanda yoksa, o insana mutlak kötü denemezse de güzel ahlâklı da denemiyor. Ortada riskli bir durum var demektir; insanın her an bozulabilir (nefsine uyabilir) yönü dolayısıyla da basit bir meseleden bile işin ucu ta cinayete kadar varabiliyor.

İyi Olanların Namaz ile İlişkisi

Böyle bir zeminde “16 yaşına gelmeden önce imanlı biriydi. Namazını da kılıyordu.” şeklinde katilin babasının ifadelerini, Platon’un erdem ahlâkı, Aristo’nun mutçuluk ahlâkı, Aristippos ve Epikür kökenli haz ahlâkı ve onların uzantıları faydacı ahlâk, David Hume ve Adam Smith’in veya A. J. Ayer ve C. L. Stevenson’un duygular üzerinden ahlâkları, Kant’ın akla dayalı ödev ahlâkı ve Moore’un sezgici ahlâkı değil de elbette “namaz ile ilgili olan İslam ahlâkı” bağlamında ele almak daha isabetli olur.

Öncelikle not edilmeli ki İslam ahlâkının en önemli özelliği, tek başına ele alınmak yerine bütüncül bir çerçevede değerlendirilmekte olması; bu anlamda teori ve pratiğin birlikte bulunduğu bir bağlama sahip bulunması ve özellikle kendisine has bir yapısının varlığıdır. Yani İslam ahlâkını konuşmak, İslam’la ilgili her şeyi konuşmak gibi (çok meşakkatli) bir şey demek aslında.

Bu derinliğe girmeden, “katilin geçmişinde namaz ile ilişkisini” anlamak adına özetlemek gerekirse; en temel ilke olarak hiçbir şeyin Allah’ın iradesine aykırı olmadığını not etmek gerekiyor. Ancak Allah, insanların yaptıkları sebebiyle suçlanamaz veya sorumlu tutulamaz çünkü Allah insana özgürce seçip yapmaya niyet ettiği bir akıl (irade) vermiştir. Allah, insanı “iyi” ile “kötü” arasında seçim yapmak ve uygulamakta serbest bırakmıştır; ama Allah insanın seçeceğini “bilmek”te ve rızası olmadığı halde “kötü” bile olsa seçtiğini murad edip yaratmaktadır. Yani insan iyi-kötü ayrımını bilip iyi veya kötüyle ilgili iradesini kullanabilme yeteneğine sahip; insan, ahlâklı veya ahlâksız olmayı kendisi seçer!

Başka bir deyişle; Allah âlim ve adil olduğu için, daima kötülükten men etmektedir; kötüyü istememektedir ama insana vermiş olduğu özgürlük gereği kötülük isteyen insanın kötü fiillerini yaratmaktadır. Bu anlamda kötülükler, “Allah’ın muradına uygundur ama hâkimiyet, emir, arzu veya hidayetine aykırıdır” denmiştir. Allah’ın emir, arzu veya hidayetine uygun olanlardan biri ve en önemlisi (direği) ise namazdır.

Namazın, çirkin işlerden ve kötülüklerden insanı “alıkoyduğu” ilahi ilkesi var. Alıkoymaksa, otomatik bir durum değil yani insanların çirkin ve kötü işleri işleme “iradesinin elinden alınması” demek değil elbette; aksi halde iradesiz olanın namaz kılma iradesinin de anlamı olmaz idi. Bu nedenle “kötülüklerden alıkoyan namaz”ın varlığı, ancak namaz ahlâkının bir bütün olarak varlığını gerektiriyor; yani bir kere veya ara sıra namaz kılmak namaz ahlâkı olmadığı için namazın ara sıra kılanı kötülüklerden alıkoyması da pek mümkün olmuyor. Ayrıca namaz kılan, namazı fitne fesat çıkarmak için kılıyor ve ona göre bir yapılanmanın içine giriyorsa (örneğin Mescid-i Dırar), namaz görünümlü o fitne başına yıkılıyor, onun sonu oluyor. Namaz kılan yetim malı yiyorsa, “vay haline” oluyor ve “amelleri iptal olunan” kesime giriyor görüntüde namaz kılanın ama gerçekte gaspçının ve müflisin hali.

Özetle; sahte bal olduğu gibi namazın da sahtesi oluyor ve sahte namaz kılanın kötülüklerden alıkonması mümkün olmadığı gibi daha da kötülüklerin içine giriyor. Bu nedenle her namaz kılan iyi olmuyor maalesef çünkü görüntüde/sahte namaz kılanlardan olabiliyor, ama iyi insanlarda sahtelik olmadığı için iyilerin hepsi namazlarını kılıyorlar!

Bir Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.