Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
reklam
reklam
fatih ünlü logo
Fatih Ünlü

Yerli Üretimi Artırmak İçin Bir Yatırım Fonu Önerisi – Fatih Ünlü

Fatih ÜNLÜ – 17 Haziran 2025

 

Bir önceki yazımızda ekonomimizde mevcut sorunları aşabilmek için klasik ve genel geçer  formüllerin yeterli olmayacağını, bunların ötesinde  fark edilmemişi fark eden yenilikçi yaklaşımlara da ihtiyaç duyulduğunu anlatmaya çalışmıştık.

Bugün bu çerçevede, yenilikçi olarak niteleyebileceğimiz bir fikir üzerinde durmak istiyoruz.

Ülkemiz tarihi, kaynakları ve konumuyla büyük bir ülke olma potansiyeline fazlasıyla sahip. Bazı alanlarda bu potansiyelin harekete geçtiği de görülüyor.

Fakat yeterli ve yetkin insan kaynağı olmadan büyük ülke olunması zor. Ekonomi boyutu ihmal edilerek te büyük ülke olunması zor. İmkansıza yakın derecede zor. Olunsa da başarılar kısa sürer, sürdürülebilir olamaz.

Bir brifingte Rahmetli Turgut Özal’dan dinlemiştik: Sovyetler Birliği, üretim altyapısı çok iyi olmasına rağmen ticarete ve rekabete gereken önemi veremediği için özellikle ürün geliştirmede zayıf kaldı, tüketiciye hitap edemedi ve neticede çöktü. Rahmetli Özal orada Hadis-i Şerife de atıfta bulunarak girişimciliğin önemini de vurgulamıştı.

Evet, uzay yarışı dahil bazı alanlarda ABD’yi ara geçen SSCB, önemli sebeplerden birisi olarak ekonomide müspet rekabetin gücünden faydalanamadığı için de çöktü. İyi bir ekonomi yönetiminiz, üretim ve ürün geliştirme sisteminiz yoksa ya da zayıfladıysa, ürünlerinizi kendi vatandaşınıza bile beğendiremeyebilirsiniz.  Bu da çöküşün en önemli alametlerindendir.

Batıda da gizli tekelleşme, oligopolleşme vs. çok görülse de rekabet ve girişimcilik belirli alanlarda mevcut. Bunlar da ekonomiye bir dinamizm kazandırıyor.

Sovyetler örneğinden şu sonuç çıkarılabilir: Askeri açıdan güçlü olsanız bile diğer hayati unsurlara önem vermezseniz yarı yolda kalabilirsiniz. Ekonomi de bu unsurların en önemlilerinden birisi hiç şüphesiz.

Kamu Projeleri İçin Stratejik Yatırım Fonu   

Gelelim bizim yenilikçi sayılabilecek ve ekonomiye ciddi katkılar sağlayacağını düşündüğümüz önerimize.

Önerinin özü şu: Türkiye’de kamu projelerinin fizibilitesine azami önemin verilmesi ve bu projelerin finansmanı için de özellikle iç kaynakların harekete geçirecek büyük bir Fon kurulması ve finansmanın yerli sanayi ve yerli üretimin geliştirilmesi için bir fırsata dönüştürülmesi. Ayrıca bu Fonun bir kısmıyla potansiyeli olan yenilikçi fikir ve projelerin desteklenmesi. Kamu projelerinin fizibilitesi derken ölçüt olarak ilk başta ekonomik ve sosyal kalkınmaya yapabileceği kısa, orta ve uzun vadeli katkılar geliyor.

Bu önerinin kaynağı nedir, öncelikle onu arz edelim:

Ben acizane 2004 yılından beri Merkez Bankası rezervlerinin ekonomide daha etkin değerlendirilmesi gerektiğini ara ara dile getiriyordum.  O dönem ve daha sonra detaylı araştırınca ve bilenlere sorunca gördük ki Merkez Bankası rezervlerinin önemli bir kısmı ABD devlet tahvilleri vs. gibi yurtdışı kağıtlarda tutuluyor.

Ben öncesinde ama özellikle de bu detayı teyit ettikten sonra, bu kaynakların tam bir disiplinle asla çarçur edilmeden Türkiye’de değerlendirilmesi gerektiğini ara ara dile getiriyordum. Çünkü bence biz bir yandan kamu veya özel sektör üzerinden düzenli borçlanırken bir yandan da kendi paramızın, rezervimizin önemli bir bölümünü dışarıda bir anlamda “atıl” bir şekilde tutuyorduk.

Merkez Bankası’nın sadece ABD devlet tahvillerinde tuttuğu para bir ara 70 milyar doları geçmişti. Sonra bir öndeki yazımızda değindiğimiz üzere  bu paranın önemli bir bölümü Berat Bey zamanında Türkiye’ye getirildi. Bu da kendi başına önemli bir adımdı. Bunun ikincisi daha önemli olmak üzere iki önemli sebebini şu şekilde arz edebilirim:

1-Restleşme veya çatışma ortamında bu paranın bize dönüp dönmeyeceğine dair bir garantimiz yoktu. Normal zamanlarda böyle bir risk yoktur ama çatışma ortamlarında bir punduna getirilip ülkelerin kaynaklarına nasıl el konulabildiğine dair de yakın tarihte de birçok örnek vardır. Hatırlarsınız, biz de o dönem çeşitli konularda ara ara restleşiyorduk.

2-İkincisi ve fiiliyatta daha önemli olan sebep: Siz yüz milyar dolara yakın paranızı başta ABD devlet tahvilleri olmak üzere yurtdışında tutunca, üstten bakışta görünen tablo özetle şu:

O kâğıtların reel bir getirisi yok gibi. Ve kağıtlarını aldığımız o ülkeler ve Merkez Bankaları da bu neredeyse maliyetsiz parayı kendi bankalarına ve diğer mali kurumlarına kullandırıyorlar. Biz de kamu veya özel sektör olarak  kronik bir finansman açığımız olduğu için gidip yurtdışından da para bulmaya çalışıyoruz ve onlardan -dolaylı olarak da olsa- kendi paramızı borç alıyoruz. Sonra da kendi paramıza toplamda çok büyük faizler ödüyoruz.

İş burada da kalmıyor. Yap İşlet Devret gibi asıl maliyetini verdiği garantilerle kamunun üstlendiği projelerde rezervimizi kendilerinde tuttuğumuz ülkeler dâhil mali imkânı olan diğer ülkeler uzun vadeli uygun kredi verirken, o finansmanı alan  firmalara projede kullanacakları ürünleri kendi ülkelerinden almalarını da şart koşuyorlar.

“Parayı Veren Düdüğü Çalıyor”: Kredi ve Ürün Bağlantısı

Tabiri caizse “Parayı veren düdüğü çalıyor”. Ben kredi veriyorsam, o ürünü de benden almanız gerekir diyor.

Dolayısıyla, konuyu makro düzeyde değerlendirdiğimizde, biz kendi paramızla kendi üretimimizi artırabileceğimiz ve istihdama katkı sağlayabileceğimiz yerde dışarıdaki üretimi desteklemiş oluyoruz. Oysa bunların   çoğunu üretebilecek kapasiteye de sahibiz. Biraz önce bahsettiğimiz aslında bizim olan paraya ödediğimiz toplamda inanılmaz faiz maliyetleri ve bunların ekonomiye olumsuz etkileri de cabası.

Rezervin cüzi bir kısmının çeşitli sebeplerde orada tutulması gibi ekonomi yönetiminin fayda gördüğü durumlar olabilir, bu ayrı fakat bizim için bu kadar yüksek meblağları  oralarda tutmamızın  izah edilebilir hiç bir yönü yoktu.

Bence devam edegelen bir alışkanlık olmanın dışında bu durumun anlaşılabilir bir yönü yoktu: Çünkü biz Çin gibi mali imkânlarda fazlası olan bir ülke değil, finansmana ve dövize ihtiyacı sürekli olan bir ülkeyiz. Dolayısıyla kısa bir süre sonra oraya emanet ettiğimiz parayı geri almak durumundayız. Bunu da ya kamu borçlanarak yapabilir ya da ülkede finansmana ihtiyaç duyan özel kesim ve kamu projelerini alan firmalar uluslararası piyasalardan borçlanarak yapabilir.

Bu gibi sebeplerle, Merkez Bankası kaynaklarının ekonomiye girdi olacak şekilde daha etkin değerlendirilmesini ben acizane 20 yılı aşkın bir süredir savunuyordum fakat bu tür kaynaklar da değerlendirilerek Büyük bir Yatırım Fonu kurulması ve kendi projelerimizi ekonomik ve sosyal kalkınma ve istihdam perspektifiyle  kendimizin finanse etmemiz önerisini  ilk 2013 yılı başında dile getirdim.

Bu Fon ve kaynaklarının hiçbir kayırmacılığa meydan vermeden liyakatle yönetilmesi ve kullanılan paranın da tam bir disiplinle geri ödenmesi şüphesiz en kritik konulardandı. Çünkü liyakat olmayınca isabetli kararlar alınması ve bunların neticesi büyük faydalara ve berekete ulaşılması da o derece zor olacaktır.

Kamu alımlarının milli üretimi artırmada bir katalizör olarak nasıl değerlendirilebileceğine dair literatüre birçok çalışma var. Bunların arasında, OSTİM Teknik Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Sn. Murat Yülek’in hem kendi yazdığı makaleleri ve kitapları hem de editörlüğünü yaptığı kitaplar  önemli bir yer tutuyor.  Bu yayınlar incelenebilirse, konuyla ilgili birimlerimize bu açıdan çok önemli ipuçları verecektir diye düşünüyorum. Ben de önerinin bir kısmında Murat Hocamızın kıymetli fikirlerinden de yararlandım.

Güçlü Bir Ekonomi İçin Stratejik Devlet Müdahalesi Gerekli

Ekonomisiyle de büyük bir ülke olmak istiyorsak, bu bence bir şekilde hâlâ uygulanması gereken bir fikir. Kamunun ancak elzem olan projelere girmesi ve bunların da ekonomik kalkınmaya yüksek katkı verecek şekilde tasarlanması ve finansman da sağlanarak uygulamanın da istihdam ve üretimi artıracak şekilde yürütülmesi bu aşamada büyük bir ekonomi olmamızın olmazsa olmazlarından gibi görünüyor.

Bu öneri DPT, SBB gibi uzmanlık kurumlarından da azami faydalanılmasını gerekli kılıyor. Böylesi bir kurumun detaylı incelemesinden sonra Kamunun kendi projelerini ekonomik ve sosyal kalkınma perspektifiyle finanse etmesi fikrine karşı “Türkiye’nin finans açığı var, kendi projelerini nasıl finanse etsin?” denilebilir. Açığımız var ama bu, sınırlı kaynağımızı daha iyi değerlendirmemize de mani değil. Zaten bu öneri    kullanılmayan bir potansiyelin harekete geçirilmesine yönelik. Güçlü ve iyi yönetilen bir üst  yapı kurulduğunda da, ilave finansman ihtiyacı olsa da uygun finansman bulmada bu yapının pazarlık gücü ve katkıları da çok yüksek olacaktır.

Ayıca, bu Fonun bir kısmı da riskli ama innovatif projeleri fonlamak için de kullanılabilir. Çok güzel fikri olan ve ticari potansiyeli olabilecek projelere daha çok sahip çıkılabilir, ortaklıklar kurulabilir. Ülkemizde üretilen her bir fikrin burada kalması zor olsa da önemli bir bölümünün burada kalması kolaylıkla temin edilebilir. Zaten yeni  ve uygulanabilir projelerimize sahip çıkamazsak, fikirleri heba edersek veya kaçırırsak biz nasıl kalkınacağız? İyi yönetilen bir Fon bu açıdan da en önemli yardımcılarımızdan birisi olacaktır.

Tekrarda mahzur yok, bu tür büyük yapılar oluşturulurken de, yönetilirken de  en önemli unsurlar yönetimde liyakatin gözetilmesinin yanı sıra kuralları iyi belirlenmiş dinamik bir yapının ve geleneğin teşkilidir.

Allah’a emanet olun.

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER