Adem KILIÇ – 23 Haziran 2025
Geçtiğimiz hafta İsrail’in İran’a yönelik başlattığı savaş ve ardından ABD’nin nükleer tesislere saldırısı ile sürece müdahil olması, durumun yalnızca iki ülkenin karşı karşıya geldiği bir kriz değil olmadığını net bir şekilde gösterdi.
İsrail’in bir hafta boyunca İran’a yönelik art arda düzenlediği hava saldırıları, yalnızca Tahran’ın nükleer altyapısını hedef almakla kalmadı ve gerek bölgesel gerekse de küresel güç dengelerini sarsan bir hal almaya başladı.
Özellikle de ABD’nin bu süreçte İsrail’in yanında açıkça pozisyon alarak doğrudan İran’daki hedefleri vurması ise krizin bölgesel bir çatışma olmaktan çıkıp küresel bir fay hattına dönüşmesine neden oldu.
İran, bu saldırılara elindeki tüm kapasiteyle karşılık vermeye çalıştı. Balistik füzeler, kamikaze insansız hava araçları ve çeşitli hibrit saldırı yöntemleriyle İsrail’e misilleme yapılırken, aynı zamanda da yaptığı ve yapacağı saldırılara dair yaptığı propagandalar ile psikolojik üstünlüğü de elinde tutmaya çalıştı.
Ancak bu süreçte İran için dikkat çeken en önemli unsur, İran’ın “doğal müttefikleri” olarak tanımlanan ülkelerin, yani Rusya, Çin ve Kuzey Kore’nin, hatta Direniş Ekseni gruplarının sahada İran’ın yanında net bir pozisyon almaktan imtina etmesiydi.
Uluslararası literatürde “Yeni Soğuk Savaş bloğu” olarak tanımlanan bu eksen, söylem olarak İran’a destek verirken, pratikte ise İsrail’in “doğal müttefiki” ABD’nin aksine mesafeli kaldı.
Eksen Neden Sessiz Kaldı?
Bu durumu yalnızca diplomatik bir çekince olarak değerlendirmek eksik olacaktır. Zira; her bir ülkenin kendi stratejik çıkarları bu pozisyon alışında etkili oldu.
Örnek olarak Çin, İran ile ilişkilerini ağırlıklı olarak enerji ve ticaret ekseninde yürütüyor. Ancak Tahran ile yapılan milyarlarca dolarlık enerji anlaşmalarına rağmen Pekin, genel olarak askeri düzeyde İran’a doğrudan bir destek sunmayı tercih etmiyor.
Çünkü Çin için küresel enerji arz güvenliği ve özellikle Basra Körfezi’nin istikrarı, mevcut ABD karşıtlığından çok daha önemli görünüyor.
Aynı şekilde Rusya da İran’ı uzun süredir sahada, özellikle Suriye’de, bir partner olarak görse de İsrail’le olan karmaşık ilişkileri ve Batı ile yürüttüğü dengeli satranç hamleleri nedeniyle bu krize doğrudan müdahil olmaktan kaçınıyor.
Rusya, Ukrayna’da 3 yılı aşkın süredir yürüttüğü savaş nedeniyle kendisini “Batı’nın çıkarlarını esas alan dünya düzenine” meydan okuyan bir aktör olarak tanımlıyor. İran’la da bu hedef doğrultusunda yakın ilişkiler yürüttüğü aşikar.
Kuzey Kore ise askeri destek kapasitesi açısından zayıf bir ülke ve sembolik dayanışma açıklamaları dışında elini taşın altına koyabilecek geniş çaplı bir altyapıya sahip değil. Şüphesiz olarak özellikle nükleer güce sahip olması nedeniyle kendi toprakları üzerinde güçlü bir aktör olarak tanımlanıyor. Ancak küresel arenada herhangi bir aktörle sahaya inmesi söz konusu olduğunda bunun için yeterli kapasiteye sahip olmadığı biliniyor.
Tüm bunlar da gösteriyor ki; bu ekseni bir araya getiren şey, bir “askeri ittifak ruhundan” çok, ortak bir düşman algısı ve Batı çıkarlarına hizmet eden küresel düzenin sona ermesini sağlayacak stratejik politikalar etrafında birlikte hareket etmek olarak şekilleniyor.
Trump’ın Gerçekleştirdiği Saldırı Neye Hizmet Etti?
Trump, “dünyadaki savaşları bitirme” vaadi ile geldiği başkanlık döneminin daha ilk yılında, ABD’nin Ortadoğu’daki en büyük saldırılarından birisine imza attı.
Peki Donald Trump’ın gerçekleştirdiği saldırı neye hizmet etti?
Gerçekleşen bu saldırı, ne İsrail ile İran arasındaki çatışmayı durdurdu ne Orta Doğu’ya barış getirecek bir etki uyandırdı ne de Gazze’de yaşanan soykırım savaşını sona erdirdi.
Hatta bu saldırı tam aksine, ABD ile İran arasında 1979’daki Hümeyni devriminden bu yana yaşanan düşmanlığı bitirmekten ziyade, sorunları daha da derinleştirdi ve İran’ın nükleer konusundaki kararlılığını artırdı.
Diğer bir ifade ile; Ortadoğu’daki zaten 2 yıla yakın zamandır İsrail’in saldırganlığı nedeniyle yaşanan kaos, ABD gibi bir aktörün de fiili olarak savaşa müdahil olması ile birlikte, uzun sürecek yeni bir çatışma döneminin kapılarını açtı.
Trump, Netanyahu’nun Senaryosunun Figüranı Haline Geldi
İsrail Başbakanı Netanyahu, yıllar boyunca İran’ın nükleer tehdit oluşturduğunu etti. Hatta otuz yıl öncesine kadar uzanıyor.
Zira Netanyahu, 1996 yılında ilk olarak İsrail’de başbakanlık koltuğuna oturduğunda, “İran’ın birkaç yıl içerisinde nükleer silaha ulaşacağını” iddia etmişti ve aradan geçen yaklaşık 30 yılın ardından Netanyahu, geçtiğimiz haftaki saldırıları da yine aynı cümleler üzerinden başlattı.
Oysa bu iddia, ne Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı tarafından ne de ABD ve Avrupa istihbaratları tarafından asla doğrulanmadı.
Dolayısıyla Trump ABD’yi, 30 yıldır söylem düzeyinde kalan ve asla ispatlanmayan bir iddia ile Ortadoğu’daki yeni bir savaşın içine sokmuş oldu. Bunun müsebbibi ise şüphesiz olarak hem teolojik hem de iktidarını koruma hedefi ile hareket eden Netanyahu’ydu.
Yani Trump, Netanyahu’nun kurguladığı bir senaryoda hem kendisini hem de ülkesini, bir figüran olarak konumlandırdı.
Sonuç
ABD artık, İsrail’in savaşına angaje oldu ve bu çizgiden dönmesi hiç kolay olmayacak.
Ancak bu gerçeklik, şüphesiz olarak orta ve uzun vadede, daha büyük stratejik felaketleri de beraberinde getirecek.
Zira; ABD’nin bölgede çok sayıda askeri üssünün hedef olabileceği gerçeği ile Rusya ve Çin’in şimdilik itidalli olsalar da, ulusal çıkarlarını etkileyecek gelişmelerin yaşanması durumunda risk alma eğiliminde olmaları gözardı edilemez gerçekler.
İşte tüm bu dengeler ile birlikte, aslında yalnızca Ortadoğu’nun değil küresel arenanın da yeni bir döneme girdiği görülüyor.
Bu güne kadar stratejik işbirliği yapan aktörlerin ve eksenlerin, artık olası 3. Dünya savaşı için askeri olarak da hizalanacağı yeni bir dönem resmen başladı.
YORUMLAR