Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
celalettin yavuz logo
Celalettin Yavuz

FETÖ Kalkışması Askeri Darbe Girişimi Değildir – Prof. Dr. Celalettin Yavuz

Prof. Dr. Celalettin Yavuz – Güvenlik Politikaları Uzmanı, 15 Temmuz 2025

 

15 Temmuz 2016 tarihli, Türkiye’yi cemaat odaklı bir darbe girişiminin üzerinden 9 yıl geçti. Bu darbe girişimi, sözde İslam dinini kullanarak bir şeyhin beyinlerini ele geçirmiş olduğu ve oldukça büyük sayılara ulaşan meczupların bir hareketi iken, ne yazık ki hala devletin ve iktidara yakın Tv kanallarında “askeri darbe girişimi” olarak sunulmaktadır.

Oysa bu kalkışma kesinlikle bir askeri darbe girişimi değildir. Tam aksine bizzat askerler tarafından engellenen bu hain FETÖ darbe girişimini bu yönüyle açıklama ihtiyacı üzerine bu konu ele alındı.

İktidar Ortaklığına Yürüyen Cemaatçilerin TSK’de Yuvalanması

Türk Silahlı Kuvvetlerinin (TSK) ülkede en önemli güç olduğunu fark eden Gülen Cemaati, ülkeyi siyasi yolla ve devamında gerekirse de komuta kademesinde çörekleneceği TSK vasıtasıyla ele geçirmeyi planlamış. Tabii ki bu konuda yabancı istihbarat birimleri ile işbirliği de esas alınmış.

Siyasi yol için “iktidar ortaklığı”, tam da DSP-MHP-ANAP üçlü koalisyon hükümetinin ekonomik bunalımlar yaşattığı, yerleşmemiş bir koalisyon hükümeti kültürünün yönetim zafiyeti yaşattığı dönemin ardından ortaya çıktı.

Ülke yönetimini ele geçirmek isteyen meczuplar, TSK’yı ele geçirmek maksadıyla askeri lise ve harp okulu sınavlarına müritlerini hazırlayarak başladılar. 1980’li yılların ortalarında yürürlüğe konulan bu sinsi planla geleceğin komutanları, beyinlerini bir kişinin iradesine teslim eden gençler arasından çıkacaktı.

Bu maksatla giriş sınavlarının soruları bu gençlere verilmiş, öğrencilerin geçmişi hakkında biyografik istihbarat temin eden MİT’in ilgili bölümü ele geçirilmiş, sınava girecek öğrenciler özel olarak çalıştırılmışlar, askeri okullarda önce öğretim kademesi, ardından komuta kademeleri ele geçirilmeye başlanmıştı.

Dahası var. Kuvvet komutanlıkları ve Genelkurmay Başkanlığı’nın personel atama birimlerine de bu ahtapotun kolları uzanmış. Atama ve terfi dönemlerinde o dönemin “kripto” cemaatçilerinin önü bu yolla ardına kadar açılmaya başlanmıştı.

Harp Akademileri giriş sınavının soruları bile bir şekilde ele geçirildiği gibi, bu kurumda yuvalanan cemaatçiler vasıtasıyla “geleceğin komutanları” diye düşünülen haramzadeler dereceye sokularak ödüllendirildiler. Hele de iktidar ortağı olunan Ak Parti iktidarının ilk yıllarından itibaren cumhurbaşkanı ve başbakan tarafından ödüllendirilen parlak subaylar ve kurmay subaylar aslında “iktidar ortağı” cemaatin kripto müritleriydi.

TSK’de “insan istihbaratı” o dönemde yoktu. Çünkü her askeri personelin sıralı sicil amirleri tarafından doldurulan “sicil dosyaları” yeterli görülmekteydi. Ancak personel atama birimleri de cemaatçilerin eline geçtiği için, bu dosyalarda değişiklikler kolaylıkla yapılmaya başlanmıştı.

Öte yandan, iktidar ortağı olarak devletin MİT’ten Yargısı’na, Emniyet’ten Milli Eğitim’e kadar sızan cemaatçiler, genelde cemaat medyasına ait gazeteleri okuyarak veya yanında taşıyarak “rengini” belli ederken, TSK’de bu tür bir uygulama kesinlikle mevcut olmayıp, tam anlamıyla kamuflaj mevcuttu. İşte bu sebepledir ki 15 Temmuz hain darbe girişimi gerçekleştiği sırada Genelkurmay Başkanı’nın emir subayı bile “FETÖCÜ” idi. Hatta Cumhurbaşkanı başyaveri bile…

TSK’nin komutanlarının en yakınındaki yardımcılarının bile “FETÖ’cü” olmasının anlaşılamamasını eleştirenler, aslında başbakanın evine yerleştirilen böcekleri, CHP Genel Başkanı merhum Baykal ile MHP’nin 9 divan üyesine düzenlenen kaset operasyonlarının nasıl fark edilemediğini de dikkate almalıdırlar!

Cemaatçiler Nasıl İktidar Ortağı Oldular?

Hatırlanacağı üzere Cumhurbaşkanı Erdoğan, İstanbul Belediye Başkanı olduğu dönemde askerlerin de etkisiyle “şiir okuduğu” gerekçesiyle kısa süreli de olsa cezaevine alınmıştı.

28 Şubat Süreci’nde “Cuma namazı” kıldığı gerekçesiyle TSK mensuplarının fişlenmesi, Genelkurmay’da yapılan “İrtica brifingleri”, Erbakan’ın REFAH-YOL koalisyon Hükümeti üzerinde yaratılmak istenen baskı ve nihayet seçilmiş başbakanın “istifa” ettirilmesi gibi hususlar kamuoyunun muhafazakar  kesiminde ve “Batı demokrasisi”nin hayranı entelektüel kesim tarafından oldukça yadırganmıştı.

Bu arada Ecevit’in 1999-2002 dönemindeki üçlü koalisyon hükümetinin çözemediği ekonomik sorunlar ile iktidar içerisindeki büyük çatlaklar sırasında kurulan Ak Parti içerisinde “Gülen Cemaati”nin müritleri de oldukça fazlaydı.

Kasım 2002’de iktidarı oluşturan üç siyasi parti (DSP, MHP, ANAP) barajın altında kalarak Meclis dışında kalırken, henüz milletvekili ve başbakan değil iken ABD’de Beyaz Saray’a kırmızı halılar serilerek kabul edilen Erdoğan’ın genel başkanlığındaki Ak Parti “tek başına” iktidar oldu. Aslında tek başına yerine Cemaat ile birlikte demek daha doğru olacaktır.

1999 yılında ABD’ye sığınan Gülen Cemaati’nin Lideri “Fetullah Gülen” (daha sonra FETÖ) ya da Cemaatçilerin “Hoca Efendisi”, iktidar olmanın nimetlerinden istifadeyle kurduğu ahtapot düzenini daha da geliştirdi. Yurtlar, özel dersaneler, özel okullar, holdingler vb ile akıl almaz bir maddi kaynak akışı da sağlanmaya başladı.

Siyasi partisi olmadığı halde Ak Parti içerisinde kendisine ayırttığı kontenjanlar vasıtasıyla belirli yerlerden milletvekili seçtirdi. Tabii etkili ve yetkili yerlerde bakanlar da atandı…

Bakan demişken, FETÖ’cülerin Yargı içerisinde adeta at koştururcasına hareket ettiği dikkate alınırsa, “Adalet Bakanlığı”na atananlar içerisinde Cemaatçilerin yer almış olabileceği de unutulmamalıdır. İçişleri Bakanlığı da bir diğeri…

İşin içinde geleceğin yöneticileri varsa Milli Eğitim Bakanlığı da… Zaten Üniversite sorularının hazırlanışı, YÖK vb etkili yerlerde de yuvalanmışlardı.

Her şeyden haberdar olacak ve gerektiğinde müdahale edecek bir kudret için devletin kulağının (yani MİT ve Emniyet istihbarat) ele geçirilmesi de planlanmıştı…Nerelerde yoklardı ki?

Şayet darbe girişimi 2016’da gerçekleştirilmeyip 5-6 yıl daha beklenmiş olsaydı, muhtemeldir ki TSK’nin komuta kademesini de işgal ederek olası bir darbeyi başarabileceklerdi.

FETÖ’cü ‘Üniformalılar’ ile Gerçek Harbiyeliler Arasındaki Fark

Cemaatin yayın organlarından bir dergi TSK’nin komuta kademesine ait “Darbe Günlükleri”ni hortlattı. Ak Parti ile birlikte “Batı demokrasisi”ne kavuşulduğunu zanneden “demokrat” medya mensupları en başta olmak üzere konuya hemen eğildiler. Daha bir kaç sene önce 28 Şubat Süreci sırasında sesini çıkartmayanlar, bu kez askere “Tu kaka” demeye başladılar.

Bu arada Cemaatin “Abant Toplantıları” vasıtasıyla demokratikleşme girişimleri, yabancı ülkelerde Cemaat’in kurduğu okulların öğrencilerinin Türkiye’de katıldığı “Türkçe Olimpiyatları”, Ak Parti iktidarının en iyi yaptığı “algı yönetimi” faaliyetleri ile şölen gibi kutlanıyordu.

Cemaatin medya gücü daha sonra TSK mensuplarını hemen her fırsatta yermeye, bu alanda bir kamuoyu yaratmaya çalıştı. Ardından da Ergenekon, Balyoz, Fuhuş ve Casusluk vb akıl almaz kumpas davalarıyla suçlanan TSK’nın en güzide  komutan ve subayları Cemaatin yerleştirdiği savcılar tarafından sorguya çekilip, “suçlu olmadıkları” halde tutuklanmaya, ardından da düzmece delillerle cezaevlerine atılmaya başladılar.

Artık hemen her gün Cemaate ilaveten ona uyan Ak Parti’ye yakın medya da TSK’ye veryansın ediyordu. Sanırsınız ki TSK’nin komutanları ve subayları bu ülkenin yoksul ya da en fazla orta halli bir ailesinden çıkmamış, Türkiye’ye hasım ülkelerden ithal edilmişlerdi… Yani tam bir akıl tutulması!

Ne kadar hazindir ki, tüm bunlar gerçekleşirken dönemin Başbakanı bu kumpas davalarının “savcısı” olduğunu bile söylemişti…

Ama keser döndü, sap döndü, iktidar ortağı Cemaat’in Pensilvanya’daki Lideri, kendisine medya önünde Türkiye’ye dönmesini rica eden iktidar ortağı ve başbakanına da kancayı taktı. Önce Şubat 2012’de dönemin MİT Müsteşarı sorgulanmak üzere Savcılığa çağırıldı. Giderse Balyoz ve Ergenekon davalarındaki gibi tutuklanacağı açıktı. Çünkü iktidar ortaklığı çatırdamaya başlamıştı. Başbakan Erdoğan devreye girerek savcılığa göndermedi ve ardından da jet hızıyla MİT müsteşarı başkanlık seviyesine çıkartılırken, Yargı’nın MİT’in üst düzey çalışanlarına karşı koruyucu hukuki ve idari düzenlemeleri de Meclis’ten geçirtti.

İktidar ortağı iken Frankeştayn’ın yarattığı canavara dönen Cemaatçiler 17-25 2013 tarihli operasyonlarla bazı bakanlara ve Halk Bankası Genel Müdürüne baskınlar düzenleyerek Türk siyasi tarihine “Ayakkabı kutularında ABD Doları ve evde para sayma makinaları”nı kazandırdı. Hatta Başbakan Erdoğan’a kadar uzanmak istedi…

Burada en ilginç husus, gerçek Harbiyeli komutan ve subaylar, “Türk Yargısı’na güvendiği” için soruşturmaya gitmekten imtina etmemişti. Bu yurt ve millet sevgisiyle yoğrulmuş komutan ve subaylar yurt dışında çok önemli görevlerdeyken “Nasıl olsa masumum!” diyerek gelmiş, ancak hainlerce tutuklanmıştı.

17-25 Aralık olayı sonrası Erdoğan, Cemaatçilere “Paralel Yapı” adını verdi. Paralel yapıya karşı da amansız bir mücadele başladı. Bu kumpas yapının kimliği açığa çıkan savcıları ve hakimleri de birer ikişer ülkeden kaçışmaya başladılar. Bu kaçışlarla birlikte masumiyetleri iktidarın Ak Parti kanadı tarafından daha rahat görülmeye başlanan TSK komutan ve subaylarına kurulan kumpas davaları için açıkça söylenmese de “savcılık” görevinden vaz geçildi.

Anayasa Mahkemesi de kumpas davalarında yargılanan masum komutan ve subayların suçsuzluğunu zaman içerisinde teyit etti. Ama TSK çok büyük ölçüde kan kaybetti.

15 Temmuz 2016’da ağırlıklı olarak TSK içerisinde yuvalanan Paralel Yapı mensupları ülkeyi ele geçirmek maksadıyla darbe girişiminde bulundular. Ancak TSK’nin üst düzey komutanları (Genelkurmay Başkanı, kuvvet komutanları ve bazı ordu/kolordu komutanları) darbeye onay vermediler. Darbe girişimi sırasında bazı kentlerde halkın darbeye karşı dik duruşu yanında, kumpas davalarından yargılanmış pek çok komutan ve subay da özellikle Ankara’da emekli oldukları kuruma koşarak, darbecilerin emirlerini uygulayan bazı rütbeli personeli uyarmaya çalıştılar.

Halkın duyarlılığı, emekli TSK mensuplarının çabaları, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın uçağında iken havada direnişi, Meclis’in dik duruşu vb hususlar darbenin gerçekleşmesini önlemede en azından moral bağlamında katkı sağlamışsa da, darbeyi önleyen esas güç kalkışmaya katılmayan, aksine onlara karşı ülkeyi savunan TSK’nın gerçek unsurları idi.

Öte yandan 15 Temmuz 2016’da darbe girişiminde bulunan FETÖ’cü meczup “üniformalılar” da tıpkı FETÖ’cü yargı mensupları gibi yaptılar. Yani Harbiyeli gibi savcılığa gelmek bir yana, kaçacak delik ve ülke aradılar. Burada Türk kamuoyunun gözünden kaçan bir gerçek var:Gerçek Harbiyeli, asla kaçmaz!”

Sonuç

Cemaat Lideri veya Hoca Efendi iken Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) elebaşısı haline gelen kişi ve müritlerine, iktidar ve ikbal için yol verenlerin bu olaydan ders çıkarmış olmalarını dileriz. Burada “Söz konusu iktidar ise gerisi teferruattır!” yerine, “Söz konusu vatan ise, gerisi teferruattır!” denmiş olması tercih edilmelidir.

Adı “FETÖ Darbe Girişimi” iken, sırf üniformaları var diye FETÖ’nün beyinlerini esir aldığı TSK’deki müritlerinin darbe girişimin “askeri darbe” ile karıştırmak, kahraman Türk Silahlı Kuvvetlerine yapılabilecek en büyük haksızlık ve hakarettir.

Türkiye’de 1960’ta başlayarak 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat Süreci gibi “ara dönemlerin” veya demokrasiye aykırı hareketlerin ülke ve milletimiz adına yarar getirmediğini bizzat yaşayarak öğrenenlerden biriyim. Ancak TSK, hemen her ara dönem sonunda iktidara çöreklenmek yerine, “düzen getirildikten sonra geri çekilme” prensibini benimsemişti. FETÖ ise küresel gücün maşası olarak Türkiye’yi tamamen ele geçirmeyi planlamıştı. En azından bu fark da görülebilmelidir.

Bu vesileyle FETÖ kalkışması sırasında şehadete erişen kahramanlarımızı rahmet ve minnetle anarken, Türkiye’mizin şeyhler, dervişler ve müridler ülkesi olmamasını diliyorum.

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER