Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya

Küresel Sistemin Barbar Yüzü… – Bercan Tutar

Batılı yaptırımlar 51 yılda 38 milyon insanı öldürdü… Lancet’ten ezber

Batılı yaptırımlar 51 yılda

38 milyon insanı öldürdü…

Lancet’ten ezber bozan tarihi araştırma…

 

Bercan TUTAR – 09 Eylül 2025

 

1823’te İngiltere’de yayın hayatın başlayan ve türünün en eski hakemli tıp dergilerinden olan The Lancet Global Health’in Ağustos 2025 sayısında çok önemli bir araştırma yayınlandı. “Uluslararası yaptırımların yaşa özgü ölüm oranlarına etkileri: Uluslararası bir veri analizi” başlıklı 48 sayfalık incelemede ABD ile Avrupa Birliği ülkelerinin çoğunlukla Batı dışı toplumlara ve devletlere yönelik son 51 yılda devreye soktuğu ekonomik yaptırımların çoğu bebek, çocuk ve yaşlı 38 milyon insanın ölümüne yol açtığı kanıtlanıyor. Yaptırımların adeta bir küresel soykırım ve etnik temizlik silahı işlevi gördüğü ortaya çıkıyor. Araştırmada on milyonlarca insanın ölümüne yol açan Batılı yaptırımların yol açtığı toplumsal ve ekonomik yıkım şüpheye ve tartışmaya yer bırakmayan bilimsel verilerle ispatlanıyor.

Profesör Francisco Rodríguez liderliğindeki araştırmada Silvio Rendón ile Mark Weisbrot’un da imzaları var. Alanlarında yetkin üç profesörün vardığı sonuçlara göre Batı’nın 1970’ten bu yana uyguladığı ekonomik yaptırılmalar lanse edildiği gibi barışçıl amaçlardan çok uzak. ABD, İngiltere ve Avrupa’nın hegemonyasını yaymak ve güçlendirmek için başvurduğu yaptırımlar adeta bir kitle imha silahına dönüşmüş. Açlık, yoksulluk ve yoksunluğu masum sivillere karşı ölümcül bir silah olarak kullanan Batılı ülkeler, devreye soktukları genel ve ekonomik yaptırımlarla daha çok beş yaş altı çocuklar ile yaşlıların hayatını cehenneme çevirmiş. Araştırmaya göre, her biri birer insanlık ve savaş suçu sayılan Batılı yaptırımlar 1970’den bu yana 38 milyon masumun ölümüne yol açtı.

Ambargoların Yıkıcı Sosyo-Ekonomik Etkileri

Oldukça teknik bir yaklaşımla hazırlanan raporu yorumlayan Jason Hickel, Dylan Sullivan ve Omer Tayyab, 3 Eylül 2025’te El Cezire’de yayımladıkları makalede yaptırmaları ‘emperyal güç aracı’ diye niteleniyor. Oysa ölenlerin sayısı yanında yaptırmaların hedef alınan ülkelerde yol açtığı endüstriyel gerileme, siyasi kriz, sosyo kültürel kaos, ekonomik bunalım ve negatif büyüme gibi faktörler de göz önüne alındığında ambargolar için ‘emperyal soykırım silahı’ tanımı çok daha uygun olacaktır.

Bu bağlamda her Batılı yaptırım, masum sivillere yönelik jeo-ekonomik ve sosyo-politik açıdan düpedüz birer nükleer saldırıdır. Etnik temizlik ve soykırımın askeri olmayan yollarla ve araçlarla sürdürülmesidir.

Peki amaç ne? Amaç kuşku yok ki Batılı efendilerin konforu ve rahatı. Sömürgeci vesayet sistemlerinin bozulmaması. Bu nedenle ABD ve Avrupa, kendilerine başkaldıran herkesi boyunduruk altına alıp disipline etmek için önce açlık ve şiddetle terbiye ediyor. Batı egemenliğinden tek kurtuluş yolunun sadece açlıktan işkenceyle ölmekten geçtiğini, bunun dışında bir kurtuluş yolu bulunmadığını dünyaya bu yaptırımlarla gösteriyorlar.

“Ya köleleşip boyun eğer ya da açlık ve hastalıklardan kıvranıp işkence çekerek yok olursunuz” diyorlar. Batı araştırmadan da açıkça görüldüğü üzere tek taraflı yaptırımların hem dozunu hem de maruz kalan ülkelerin sayısını giderek artırıyor. Çünkü Batı dışı dünya bu sadist ve ilkel küresel sisteme her yıl bir milyona yakın insanı kurban vermek istemiyor. Bir kurtuluş yolu, bir umut ışığı arıyor. Daha adil bir dünya istiyor.

Ancak Batı, Gazze’deki soykırımla dünyaya gözdağı vererek kendisine biatten başka bir alternatif olmadığını göstermeye çalışıyor. Gazze’de devreye sokulan vahşetin bir amacı da bu! Ancak ne yapsa da insanlara boyun eğdiremiyor. Küresel vicdan isyanda.

Yaptırımların Artan Şiddeti ve Yaygınlığı

Küresel direniş arttıkça Batı’nın şiddeti ve mezalimi de artıyor. Batı dünyası 1970’lerde yılda ortalama 15 ülkeye yaptırım uygulardı. Batı’nın tek taraflı yaptırım ve müdahalelerine maruz kalan ülkelerin sayısı 1990’larda 30’a ulaşırken 2000’lerden sonra ise bu rakam 60 ülkeye kadar vardı.

ABD ve Avrupa yaptırımlarıyla önce hedef alınan ülkenin finans ve uluslararası ticarete erişimini engelliyor. Bu yolla ekonomik büyümesini baltalıyor. Endüstrisini geriletiyor. Etnik, mezhebi, ideolojik ve sosyo-ekonomik çatışmaları alevlendirerek devleti ve rejimi felç ediyorlar.

Bunun en bariz örnekleri Irak, Libya, Yemen, Afganistan, Şili, Kuzey Kore, Venezuela ve diğer ülkeler. Sosyalist lider Salvador Allende 1970’de Şili’de veya Bolivarcı Hugo Chavez 1999’da Venezuela’da iktidara gelince panikleyen ABD ve Avrupa, bu ülkelere acımasız yaptırımlara başvurdu. Şili’de amaçlarına ulaştılar ama Venezuela’da bunu başaramadılar. Fakat yaptırımlar nedeniyle Venezuela’da 2017 ila 2018’de 40 bin çocuk hayatını kaybetti. Milyonlarca insan başka ülkelere göç etmek zorunda kaldı. Yani iktidarı deviremeyen Batılı ülkeler yine de yaptırımlarla bir ülkeye maksimum zararı verebiliyor. Küba, İran, Honduras, Guatemala, Yemen, Libya, Kongo, Haiti, Kuzey Kore ve daha nicesi bunun en somut örneği konumunda.

Saddam Hüseyin de ABD’ye hizmetinin karşılığını almayıp isyan ettiğinde ülkesi Irak işgal ve ölümcül yaptırımlarla karşılaştı. Saddam’ın Ağustos 1990’da iki gün süren askeri harekâtla Kuveyt’i ilhakı, ABD öncülüğündeki koalisyonun 1991’de Irak’a düzenlediği Çöl Fırtınası Operasyonu ile son buldu. ABD, sonra çeşitli gerekçelerle Irak’taki Baas rejimi lideri Saddam’ı devirmek için ambargo silahını devreye soktu. 1991’den 2003’teki işgale kadar tam 13 yıllık bir ambargoya maruz kaldı Irak halkı. Yaptırım nedeniyle ülke hem ekonomik hem de yaşam standartları açısından ağır bedeller ödedi. Yaptırımlar nedeniyle Irak’ta 1991’den 20023’e kadar en az 1,5 milyon çocuk hayatını kaybetti. Diğer tahribatlarla birlikte düşünülünce yaptırımın sistemli bir soykırım ve etnik temizlik silahı, en kirli ve en vahşi bir insanlık suçu olduğunu görüyoruz. Buna rağmen Saddam’ı devirip ülkeyi ele geçiremeyen ABD, 2003’te sözde bahanelerle bu kez ülkeyi toptan işgale girişti. Hâsılı kelam, Irak’taki süreç hedef alınan hemen her ülkede aynı aşamalarla tekrarlandı, tekrarlanıyor.

İktidar değişip ülke ve devlet çökertilene kadar yaptırım, darbe ve işgal süreci durmuyor. Nitekim Latin Amerika, Afrika, Asya ve Ortadoğu’daki çoğu ülke ABD Başkanı Richard Nixon’ın 1970’de Şili’ye ve ardından Bill Clinton ile Baba ve Oğul George Bushlar’ın 1991’de Irak’a karşı devreye soktuğu yaptırımların benzerleriyle boğuştu, hâlâ da boğuşuyoruz.

Nixon, Clinton ve Bush gibi başkanlar, ABD’nin devreye soktuğu ölümcül yaptırım menüsünü şöyle formüle ediyorlar: “Öncelikli amaç ekonomiyi ele geçirip çökertmek. Ardından hedef ülkeyi yalnızlaştırmak, dünyadan izole etmek. Sonra ülke içindeki toplumsal huzursuzluk ve iç çatışmaları körükleyerek muhalefeti ve orduyu seçilmiş hükümetlere karşı darbeye yönlendirmek. Ve en nihayetinde ABD’ye karşı çıkan lideri devirip yerine kendi taşeronlarını getirmek… Bu da sonuç vermezse doğrudan işgalle ülkeyi boyunduruk altına alarak sorunu kökten çözmek”

Görünmez Abluka: Darbe ve İşgalin Ön Adımı

Peter Kornbluh gibi tarihçiler acımasız yaptırımlarla desteklenen Batı yanlısı darbeleri ve bu sonuca giden süreci, “görünmez abluka” diye niteliyor. Görünmez abluka çoğunlukla sonuç veriyor. Doğrudan işgale fazla ihtiyaç kalmıyor.

Çünkü yaptırımlar çok etkili oluyor. Sosyal ve toplumsal açıdan ambargolara maruz kalan ülkeler genellikle büyük bir insani bedel ödüyor. Lancet’teki araştırma yaptırımlar nedeniyle yılda çoğu bebek, çocuk ve yaşlı olmak üzere yaklaşık 1 milyon insanın öldüğünü istatistiki verilerle kanıtlıyor. Bu bağlamda The Lancet Global Health dergisinde yayınlanan araştırma bize küresel bir tarihi ve aktüel bakış açısı da sunuyor.

ABD’nin Colorado eyaletinin başkenti Denver’daki Denver Üniversitesi’nden ekonomist Francisco Rodriguez liderliğindeki çalışma, 1970’ten 2021’e kadar savaşlardaki kayıpları bile aşan uluslararası yaptırımlarla ilişkili aşırı ölüm sayısını 38 milyon olarak hesaplamış. Çünkü savaşlarda yılda ortalama 100 bin kişi ölürken araştırmanın sonuçlarına göre yaptırımlar nedeniyle 1990’larda bazı yıllarda bir milyondan fazla insanın hayatını kaybettiğini görüyoruz. Verilerin en güncel yılı olan 2021’de ise yaptırımlar 800 binden fazla ölüme neden olmuş. Bu sonuçlara göre yaptırımlar nedeniyle her yıl öldürülen insan sayısı savaşların doğrudan kurbanı olanlardan bazı yıllarda bazen 8 veya 10 kat daha fazla. Bu sonuçlar, son iki yıldır Gazze’de gördüğümüzü aratmayan korkunç bir soykırımın küresel çaptaki itirafıdır.

Lancet’te çıkan araştırmada kurbanların yarısından fazlasının yetersiz beslenmeye karşı en savunmasız kişiler olan bebek, çocuk ve yaşlılar olduğu söyleniyor. Çalışma, yalnızca 2012-2021 yılları arasında yani 9 yıllık yaptırımlar nedeniyle bir milyondan fazla çocuğun hayatını kaybettiğini ortaya koyuyor. Bu da bize açlık ve yoksunluğun Batı yaptırımlarının tesadüfi bir yan ürünü değil tam aksine en temel siyasi ve askeri hedefi olduğunu gösteriyor.

Nitekim ABD Dışişleri Bakanlığı, Nisan 1960’ta Küba’ya uygulanan yaptırımların amacını şöyle açıklamıştı: “Küba lideri Fidel Castro ve genel olarak devrimin öncü kadroları ülkede çok yaygın bir popülariteye sahip. Küba’ya para, malzeme, gıda ve ilaç akışı engellenirse bu reel ücretleri düşürerek sosyo-ekonomik krize, açlığa, çaresizliğe ve en nihayetinde hükümetin devrilmesine yol açacaktır. Bu nedenle Küba’nın ekonomik ve sosyal hayatını zayıflatmak için mümkün olan her türlü yola derhal başvurulması gerekiyor…”

Görüldüğü üzere açlık ve kıtlık şiddetinden dolayı bebek ve çocukların ölme ihtimali Brüksel, Londra ve Washington’daki monşerleri pek ilgilendirmiyor. Tek amaçları var. Saddamların, Maduroların ve Castroların devrilmesi. Bunun için gerekirse bütün Irak’ı, Venezuela ve Küba’yı içindekilerle birlikte yok etmeyi hem meşru hem de gerekli görüyorlar. Soykırımcı mantık işte böyle bir şey! Ayırım yapmaz. Bebek ve çocukların açlık ve hastalıktan işkence çekerek ölmesi stratejik hedefleri için sadece önemsiz birer istatistiki veriden ibaret. Ana hedef için hepsi harcanabilir birer rakamdır.

Yaptırımları Güçlü Kılan Üç Silah: Dolar, SWIFT ve Teknoloji

Batı dünyasının yaptırımlarının bu kadar etkili olması ve adeta birer nükleer ve biyolojik kitle imha silahı işlevi görmesinin üç ana nedeni var. İlki ABD ve Avrupa’nın dünya rezerv para birimleri olan Dolar ve Euro üzerindeki kontrol ve gücü. İkincisi ABD’nin bankacılık sistemi ve uluslararası ödeme sistemi olan SWIFT üzerindeki tekeli. Üçüncüsü de Batı dünyasının uydular, bilişim, yazılım, ulaşım ve internet teknolojisi üzerindeki hegemonyası.

Bu üç gücü aynı anda devreye sokan Batı dünyası hedef seçilen ülkeyi her açıdan felç edebiliyor. Çünkü Batı dışı dünya Batı’ya finansal ve teknolojik açıdan bağımlı. Bu nedenle bağımsız yol izlemek isteyen ülkeleri hizaya sokmak Batı için çok kolaydı.

‘Kolaydı’ diyoruz çünkü Batı’nın finansal ve teknolojik üstünlüğü de askeri üstünlüğü gibi artık erozyona uğruyor, zayıflıyor. Çin ve Rusya’nın son deneyimleri Batı’nın askeri hegemonyası gibi finansal ve teknolojik üstünlüklerinin de aşılabileceğini gösteriyor. Batı dışı dünya Çin, Rusya ve Türkiye gibi aktörlerin öncülüğünde Batı’nın kontrolü ve denetimi dışında bir dünyanın mümkün olabileceğini artık tasavvur edebiliyor. Bu ülkeler ve onlara katılan diğerleri Dolar ve Euro dışındaki ulusal para birimleriyle ticaret yaparak ya da yeni takas hatları kurarak, yeni ödeme sistemleri ve teknolojilerini devreye sokarak mali ve teknolojik bağımsızlığa doğru atmaya başladı. Böylece Batı’nın yaptırım silahını işlevsizleştirebileceklerinin işaretlerini verdiler.

Nitekim Çin’de uluslararası ödemeler için geliştirilen CIPS, uydular için BeiDou ve telekomünikasyon için Huawei gibi alternatif sistemler Küresel Güney ülkelerine Batı bağımlılığından ve yaptırım ağından çıkış için bir alternatif sunuyor.

Çünkü insanlık Gazze’de Batı’nın soykırımcı yüzünü bütün çıplaklığıyla bu kez çok yakından gördü. Her yıl Batılı efendilerin konforu ve rahatı için dünyanın geri kalanının bir milyona yakın bebek ve çocuğunu kurban verdiği o eski çağlardan farksız olan şu anki Batılı sadist ve ilkel sistem artık sürdürülebilir değil. Küresel vicdan ayakta. Batılı halklar bile artık bebek ve çocukları sistematik şekilde katleden sisteme isyan ediyor.

Zira dünya halkları artık Gazze’deki etnik temizliğin 1970’lerden beri devam eden ve her yıl 60 kadar farklı ülkeye reva görülen küresel çaptaki soykırımın sadece farklı bir halkası ve devamı olduğunu da anlamış durumda.

Böylesine sadist bir soykırım düzenine dayalı uluslararası sistem artık Batılı halklar tarafından bile reddediliyor. Çünkü bu barbar yapının sürdürülmesi çok zor. Acilen daha adil ve yeni bir küresel sisteme geçilmesi gerekiyor. Zaten reel politik gelişmeler de vahşi küresel statükodaki tıkanmalar da bu deterministik değişimi her açıdan zorunlu kılıyor.