Prof. Dr. Celalettin Yavuz Güvenlik Politikaları Uzmanı, 19 Eylül 2025
AK Parti iktidarının “algı yönetimi”ne verdiği ağırlık konusuna daha önceleri de değinilmişti. Son yıllarda etkili silahlı mücadele sonucunda Gabar Dağı PKK terör örgütünden temizlenince bölgede yapılan araştırmalarda petrol bulundu. Halen Türkiye’nin yıllık petrol ihtiyacının %8-10’unu karşılayabilecek bu keşif de diğerlerine eklenince, özellikle Ak Parti iktidarının medyası “Türkiye enerji merkezi oluyor!” diye başlık atmaya başlayınca enerji konusu ele alındı.
Türkiye’de Yıllar İçerisinde Yoğunlaşan Enerji Hatları
Türkiye, büyük ölçüde petrol ve doğalgaz gibi enerji hammaddeleri tedarikinde yurtdışına bağımlıdır. Türkiye’ye yurt dışından boru hatlarıyla petrol ve doğalgaz transferi 1977’de Kerkük-Yumurtalık ham petrol boru hattı ile başladı. Hattın ikincisi 1987’de hizmete girdi. Ardından önce Bakü-Ceyhan (Yumurtalık) petrol boru hattı tamamlandı. Üzerinden çok fazla geçmeden yıllık 16 milyar m3 kapasiteli Mavi Akım doğalgaz hattı tamamlandı.
Bu hatları takiben 2010 yılı öncesinde “NABUCCO” doğalgaz boru hattının gündeme gelmesiyle de Türkiye’nin “Enerji Merkezi” olacağı pompalanmaya başlandı. Katar gazı başta olmak üzere, İran üzerinden Türkmenistan gazı, İran gazı, hatta o dönemde İsrail-Lübnan üzerinden Mısır gazı da bu hatta bağlanacaktı. Dönemin Suriye Cumhurbaşkanı Beşşar Esad ile dönemin Başbakanı Erdoğan ile Cumhurbaşkanı Gül’ün “kanka” olduğu o dönemlerde Suriye’nin bir miktar gazı da bu hat üzerinden Avrupa’ya ulaştırılacaktı.
Başlangıçta 30-32 milyar m3 olarak düşünülen bu hattan yılda 63 milyar m3 doğalgazın transferi planlanmaktaydı. Ancak Arap Baharı ile birlikte bu proje rafa kaldırıldı. Zaten Avrupalı girişimciler tarafından da maliyeti oldukça yüksek bulunmuştu.
Ancak 2006 yılından itibaren Rusya-Ukrayna ilişkilerinin bozulmasına paralel olarak Ukrayna üzerinden Avrupa’ya doğalgaz ulaştırılmasında sorunlar da yaşanmaya başlandı. Oldukça kazançlı bu pazarı kaybetmek istemeyen Rusya, Baltık Denizi tabanından Almanya’ya “Kuzey Akım” adıyla bilinen doğalgaz hattını inşa etmeye başladı. Bir diğer seçenek de “Güney Akım” projesi olup, Rusya’nın Karadeniz kıyısındaki Anapa kasabasından, Karadeniz tabanı üzerinden Trakya’daki Kıyıköy’e ve karayolu ile Yunanistan ile Avrupa ülkelerine bağlandı.
Keza Doğu Anadolu’nun doğalgaz ihtiyacını sağlamak maksadıyla, Bakü-Tiflis-Ceyhan hattına paralel olarak TANAP adı verilen doğalgaz boru hattı da öncekileri izledi. Türkiye üzerinden Yunanistan’a ve devamında Adriyatik tabanı vasıtasıyla İtalya’ya bağlandı.
İran üzerinden Türkmenistan çıkışlı doğalgaz ile İran gazının birleştirilerek Doğu Anadolu’ya bağlanan doğalgaz hattı da Mavi Akım ve Güney Akım’la birlikte entegre hale getirildi.
Rusya’nın Ukrayna saldırısının ardından Kuzey Akım hattı kullanım dışı kalınca Rusya Devlet Başkanı Putin, “Trakya’nın enerji merkezi” yapılması teklifinde bulundu.
Gene aynı dönemde, Türkiye’nin özellikle Doğu Akdeniz’in GKRY ve Yunanistan’la tartışmalı deniz yetki alanları tabanında sondaj ve arama yapmak üzere güçlü bir araştırma/sondaj filosu oluşturuldu. Doğu Akdeniz’de umduğunu bulamayan bu gemiler Karadeniz’in batısında, “Sakarya” sahasında doğalgaz buldular. Resmi bilgilere göre bu rezerv 600 milyar m3 civarında olup, Türkiye’nin 8-10 yıllık doğalgaz ihtiyacını karşılayabilecek kadardır. Ancak iktidar medyası, 2023 yılında yaklaşan genel seçimleri de dikkate alarak bu keşfi sanki Türkiye doğalgaz zengini bir ülke haline gelmiş gibi parlatmıştı.
Bu özetlenen boru hatlarına ilaveten ithal edilen sıvılaştırılmış doğalgaz (LNG) da belirli limanlarda boşaltılarak doğalgaz dağıtım sistemine entegre edildi. Trakya’da inşa edilen doğalgaz deposu yanında Tuz Gölü’nün altına da doğalgaz deposu inşa edildi. Bunlar aslında gerekli, ancak gecikmiş önlemlerdi. Türkiye’nin herhangi bir küresel enerji krizi halinde en az 3 aylık doğalgaz ve petrol (ve petrol ürünleri) stoğunun bulunmasına ihtiyaç vardır.
Bu özetlenen hususlardan güncele dönülecek olursa; başkanlık sistemine geçişle birlikte “atanan” diğer bakanlar gibi Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Alparslan Bayraktar’ın da selefi gibi Türkiye’nin enerji üretiminde olağanüstü hedeflere eriştiğini göstermek için hemen her yolu denemekte olduğu görülmektedir..
13 Eylül 2025’te AK Parti iktidarına yakın bir TV kuruluşu “Türkiye doğal gazda ithalattan ihracata geçiyor” başlıklı bir yazı yayınladı. Buna göre BP’den 4.8, ENI’den 1.5, Shell’den 2.4, SEFE’den 1.8 ve Equinor adlı firmadan da 1.5 milyar m³ LNG satın almak üzere anlaşma yapılmış. Ayrıca Hartree’den 2 yıl boyunca 600 milyon, ABD’li Cheniere’den 1.2 milyar ve ve Japon JERA’dan da 600 milyon m³ LNG temin edilecekmiş. Her ne hikmetse yıllık 60 milyar m³’lük doğalgaz ihtiyacı olan Türkiye bu aldığı LNG’lerin bir kısmını ihraç edecekmiş! İşte bu “bir kısmı” ihraç edilecek LNG üzerine müthiş bir algı yönetimi daha…
Oysa bizzat Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Bayraktar’ın ifadesine göre enerji kaynaklı maddelerin ithalatı için yılda 70-90 milyar dolar harcamak mecburiyetinde kalan Türkiye’ye bu haliyle “Enerji Merkezi” ve/veya “doğalgaz ihracatçısı” denilebilir mi?
Karadeniz’de doğalgaz bulunmuş olsa da yeterli değildir. İklim değişikliği ile birlikte suları iyice çekilen barajlar artık elektrik üretimine katkıyı iyice düşürdüler. Bakan Bayraktar Mayıs 2025 ortalarında Sakarya sahasındaki Göktepe-3 kuyusunda 75 milyar metreküplük ve ekonomik değeri 30 milyar dolar olan, “Türkiye’deki bütün hanelere 3,5 yıl boyunca doğal gaz sağlayabilecek büyük bir rezervin keşfedildiğini” açıkladı. Oysa bu gaz, Türkiye’nin bir yıllık ihtiyacının çok az üzerindedir.
Kaynak: B.C. Şafak, “Türkiye’nin Bölgesel Enerji Merkezi Olma Hedefi Doğrultusundaki Gelişmeler”, Analiz No: 2025/4, https://avim.org.tr/tr/Analiz/TURKIYE-NIN-BOLGESEL-ENERJI-MERKEZI-OLMA-HEDEFI-DOGRULTUSUNDAKI-GELISMELER
Nükleer, Güneş ve Rüzgar Enerjisi Üretimindeki Gelişmeler
Bir de yılan hikayesine dönen Akkuyu Nükleer Güç Santralı (NGS) var. Her biri 1200 megavatlık 4 reaktörden oluşacak Akkuyu NGS, aslında 2023 yılında genel seçimler öncesinde devreye girecekti ancak hala ilk ünite bile devreye alınamadı. Buna karşılık devletin TRT Haber sitesi 6 Eylül 2025’te “Bakan Bayraktar: Türkiye nükleer enerjide çığır açtı!” başlığı altında bir yazı yayınladı. Henüz santral devreye alınamamış iken Bakan Bayraktar Kasım 2024 ayında “2050 yılına kadar 20 gigavat nükleer kurulu gücümüzü devreye alarak net sıfır emisyon hedefine katkı sunacağımıza inanıyoruz!” ifadeleriyle adeta “doğmamış çocuğa don biçer!”, gibi konuştu.
Bir diğer yenilebilir enerji kaynağı da güneş enerjisi santralları (GES)’dır. 2014’te 40 MW olan Türkiye’nin elektrik kurulu gücündeki güneş enerjisinin payı Mart 2025 itibariyle %9,41’e ulaştı. Anadolu Ajansı’nın Haziran 2025 başlarındaki haberine göre 1 Haziran 2024 itibarıyla Türkiye’deki 23 bin 812 GES’in kurulu gücü 15 bin 101 megavat iken, 1 Haziran 2025 tarihinde %50 artışla 22 bin 483 megavata, santral sayısı da %42 artışla 33 bin 917’ye yükselmiş.
Buna karşılık Ocak-Haziran 2025 döneminde küresel ölçekte güneş enerjisi santrallarının toplam gücüne 380 gigavat (GW)’lık kapasite eklendi. Geçen yılın aynı dönemine göre %64’lük artış yaşanırken, bu gelişmede Çin 256 GW’lık kapasite artışı ile küresel kurulumların %67’sini tek başına sırtladı. Hindistan 24 GW ile ikinci, ABD ise 21 GW ile üçüncü sıraya yerleştiler.
Bu rakamlara bakıldığı zaman Türkiye’nin güneş enerji santralı kapasitesinin “çağ atladığı” söylenebilir mi? Çin 380 GW’lık kapasiteyi 6 ayda sağlarken, Türkiye ise bir yıllık sürede yaklaşık 7380 megavatlık güç artışı sağlayabildi. Üstelik Türkiye’de güneş enerjisi için alabildiğine boş alanlar var iken…
Yenilebilir enerji alanında gelişmelerin devam ettiği bir diğer alan da rüzgar enerjisi santralları (RES)’dır. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın Şubat 2025 ayı verilerine göre Türkiye’de yatırımların devam ettiği rüzgar santrallarının gücü 13 GW’ı aşmıştır. Bu kapasitenin 1.3 GW’lık kısmı 2024’te eklenmiş olup, Avrupa’da karasal rüzgar enerjisi kapasite artışında üçüncü sıradadır. Ancak üç tarafı denizlerle çevrili Türkiye deniz yüzeyinde rüzgar santralı kurma konusunda çağın gerisinde kalmış gibidir…
Sonuç
Enerji hammaddeleri ithali için yılda 70 ila 90 milyar dolar harcamak zorunda kalan Türkiye, tüm algı yönetimlerine rağmen petrol, doğalgaz yanında nükleer enerji için gerekli “zenginleştirilmiş” uranyum/plütonyum tedarikinde dışarıya muhtaçtır. Keşke 15 yılda bitirilemeyen Akkuyu NGS’i devreye alınabilmiş olsaydı.
Doğu Akdeniz’de iddia edilen deniz tabanında doğalgaz araması/sondajı ve araştırması yapmak üzere temin edilen milyar dolarlık sondaj/araştırma filosu, en azından Karadeniz’de keşfedilen doğalgaz rezervi ile rüştünü ispatlamıştır. Libya ve Somali gibi denizaşırı ülkeler için arama faaliyetlerine yönlendirilen bu filonun Doğu Akdeniz’de neden kullanılmadığının kamuoyu ile paylaşılmasında yarar vardır.
Karadeniz’de Sakarya havzasında Türkiye’nin sadece bir kaç yıllık ihtiyacını karşılayabilecek doğalgaz rezervi keşfedilince “Doğalgaz zengini olduk!” şeklinde bir algı yaratılmaya çalışılmıştır. Oysa 20 Nisan 2023’te karaya ulaştırılan ve günlük 9,5 milyon m3 üretilebilen bu doğalgazdan Ağustos 2025 ortalarına kadar yaklaşık 4 milyar m3’lık kullanım gerçekleştirilebildi. Yani 2.5 yılda, Türkiye’nin yıllık ihtiyacının 15’te biri kadar…
Keza Gabar dağında bulunan ve Türkiye’nin yıllık ihtiyacının %8-10 kadarını karşılayabilecek ham petrol için de algı yönetimi devreye girdi.
Maksadımız enerji alanındaki gelişmeleri eleştirmek değil, aksine Türkiye’nin enerjide bağımsız hale gelmesidir. Ancak, milletin algı yönetimiyle “kandırılıyor” olmasını da kabul edebilmek de mümkün değildir. Zaten enerjide atılım yapılmış olsa ücretliler ve emekliler de feryat etmezlerdi…
Anlaşılan o ki, enerjide bağımsız olabilmenin yolu güneş, rüzgar ve nükleer enerjiden geçiyor. O halde Çin kadar olunmasa da, özellikle güneş enerjisi üretimini katlamak için mevzuatlar üzerine kafa yorarak üreticiler daha da rahatlatılmalıdır.
Öte yandan konunun bir de güvenlik politikası boyutu mevcuttur. Eskiler “Şayet balkonun camdan ise, başkasının balkonuna taş atma!” derlerdi. Ortadoğu-Kafkaslar ve Karadeniz havzası ile Avrupa arasında enerji hatlarının “terminal limanı” konumundaki Türkiye, bu hatlar sebebiyle adeta çok sayıda nükleer silah üzerinde oturmaktadır. Asimetrik tehditlere ilaveten hava ve füze saldırılarına son derece açık hedef şeklindeki bu enerji hatlarının bir kaç noktasına aynı anda yapılabilecek saldırı, güzel ülkemizi orman yangınlarının çok ötesinde cehennem yangınlarına çevirebilir.
Saddam Hüseyin’in kuvvetleri Kuveyt’ten çekilirken ateşe verdiği petrol kuyularının aylarca söndürülemediği unutulmamalı, “hasım olduğu” gözünün içine baka baka başka devletlere taş atmaktan imtina edilmelidir. Çünkü enerji hatlarıyla örüldüğü için avantaj gibi görülse de, bu hatlar sebebiyle “Türkiye’nin balkonu camdan daha kırılgan!” hale gelmiştir. Bunu sadece bizim gibi meraklı turşucu “güvenlik politikası alanında çalışanlar” değil, “düşman” diye bellenen ülkelerin uzmanlarının da gördüğü ve bildiği akıldan çıkarılmamalıdır!