Bercan TUTAR – 03 Kasım 2025
‘Russia in Global Affairs’ dergisinin genel yayın yönetmeni Fyodor Lukyanov’un da ifade ettiği gibi küreselleşme furyası yerini medeniyetlerin geri dönüş çağına bırakıyor. Lukyanov’un ‘medeniyetler çağı’ vurgusu Amerikalı akademisyen ve analist Samuel Humtington’ın 1990’larda dünyanın geleceğine dair öngörüyle ilgili dile getirdiği ünlü ‘medeniyetler savaşı’ tezinden biraz farklı.
Huntington ABD’nin Soğuk Savaş sonrası izleyeceği savaş ve işgal politikalarının akademik düzeyde propagandasını yapan bir isimdi. Nitekim İslam dünyasını askeri müdahale ve işgallerle yeniden dizayn etmeyi öngören ‘terörle savaş’ konsepti her açıdan medeniyetler arası çatışma tezine dayanan bir stratejiydi. Sağlam bir Küresel Güney savunucusu olan Lukyanov’un ana tezi ise farklı uygarlıkların çatışmasından ziyade devletlerin barışçıl bir şekilde küresel sahneye dönüşünden, Batı merkezli tek tipçi evrenselliğe ve tepeden inme küreselleşmeye dayanan Amerikan hegemonyasının çöküşünden bahsediyor. Bir bakıma tek kutuplu dünya yerine çok katmanlı, çok kutuplu ve çok merkezli yeni bir dünyanın doğuşunu dile getiriyor.
Kaba Gücün Geri Dönüşü
Çünkü küresel sahnedeki güç rekabetine baktığımızda artık liberal tandanslı Batılı piyasa kapitalizmini savunan kimse yok. ABD’nin bizzat kendisi kendi uygarlığına savaş açmış durumda. Barışçıl veya ortak rekabet diye pazarlanan küreselleşme dönemi sona erdi. Artık kaba güce ve jeo-politik çıkarlara dayalı bir tarihi irade ve kimlik mücadelesi öne çıkıyor.
Sadece ekonomik çıkarlar değil, jeo-politik kaldıraçlarla desteklenen bir ideoloji savaşı da var. Farklı dünya görüşleri söz konusu. Terörle savaş adı altında dünyaya kendi değerlerini zorla evrensel normlar, uluslararası değerler, ahlaki ve insani erdemler diye dayatan ABD ve Avrupa’nın vahşi yüzü Ukrayna savaşı ile Gazze soykırımında bütün çıplaklığıyla ortaya çıktı. Venezzuela’ya yönelik işgal ve darbe hazırlıkları yapan ABD’nin bu kirli yüzü bir kez daha deşifre oluyor. Artık değerler değil barbar çıkarlar ön sırada.
Henry Kissenger’ın sık sık vurguladığı üzere küreselleşme de ABD’nin hegemonya araçlarından biriydi. Fakat küreselleşme projesi, ‘medeniyetler çatışması’ adı altında ‘terörle savaş’ stratejisiyle yürütülen proje gibi başarısız oldu. Neo-liberal küresel sistem anlayışı Donald Trump’ın 2016’da ilk kez başkan seçilmesiyle aslında rafa kaldırıldı. Orman kanunlarıyla ve ilke tanımayan haydut devlet refleksleriyle hareket eden yeni Amerikan yönetimin tek pusulası artık ‘kaba güç’. Trump’ın yeni doktrini bu! Güçle barış veya zorlayıcı diplomasi.
Her ne kadar çok kutuplu dünyadan bahsetsek de jeo-politk anlayışın da vazettiği gibi bu dünya öyle çok fazla aktörden oluşmayacak. Zira dünya kurulduğundan beri güçlülerin dünyası olmuştur. Uluslararası normları ve ilkeleri her zaman büyük devletler belirlemiştir. Geçmişte de böyleydi, bugün de öyle. Geçmiş ve günümüzdeki tarih aslında büyük imparatorlukların dünyaya dayattığı ilke ve kanunlardan ibarettir.
Şimdi de zaten Rusya, ABD, Çin ve Türkiye gibi birkaç aktörün egemen olacağı bir geleceğe doğru ilerliyoruz. Tek gücün hâkimiyeti yerine güçler birliği veya güçler uzlaşısı oluşmak zorunda. Burada aralarında Lukyanov’un da bulunduğu çoğu analizci en belirleyici faktörün Çin ve ABD arasındaki rekabetin seyri ve mahiyeti olacağına inanıyor.
*
Asıl Belirleyici: Askeri Gücüyle Rusya
Ben aynı kanaatte değilim. Bana göre en belirleyici faktör askeri teknolojide ABD’den daha güçlü görünen Rusya olacak. Burada gözler ister istemez Çin ve Türkiye’ye çevriliyor. Rusya-ABD rekabetinde bu iki ülkenin tavrı geleceğin dünyasının belirlenmesinde kritik bir rol oynayacak. Zira Çin’in ekonomik ağırlığı ile Türkiye’nin stratejik ve jeo-politik avantajlarını yanına çekebilen aktör bir adım öne geçecek.
Bu bağlamda Rusya ve ABD, Çin ve Türkiye’ye uzun yıllardır yakın markaja almış durumdalar. Özellikle Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in NATO kompleksini aşarak Türkiye ile kurduğu ve geliştirdiği stratejik ilişkiler Atlantik’in her iki yakasında da siyasi tsunamilere yol açtı/açıyor.
ABD’nin bütün müttefikleri için ‘yasak elma’ diye nitelediği Rusya, son dönemlerde Türkiye ve Macaristan gibi Batı ittifakı içindeki ülkelerle çok yakın ilişkiler kurdu. Silah anlaşmaları yaptı. Nükleer ve enerji alanında stratejik yatırımlarda bulundu. Rusya benzer bir stratejiyi Küresel Güney için de devreye soktu. Çin, Suudi Arabistan, Hindistan, İran ve Brezilya başta olmak üzere Batı dışı dünya ile de derin bağlar kurdu. Afrika ve Latin Amerika’ya açıldı. Libya, Irak ve Afganistan’daki hatalarından dersler çıkaran Rusya, Batı dışı dünya ile sağlam ilişkiler geliştiriyor.
Bu nedenle Rusya’yı yalnızlaştırmada ve izole etmede Batı istediği başarıyı elde edemiyor. Rusya’nın Batı’nın güç tekelini kırması aslında çok kutuplu dünyanın da önünü açan, önündeki engelleri birer birer ortadan kaldıran bir manivela işlevi görüyor. Bunu en çok bilenler de Türkiye ve Çin. Bu nedenle Avrupa ve ABD ile taktiksel anlamda bazı yakın ilişkiler kurulsa da Türkiye ve Çin’in bu saatten sonra Rusya karşıtı bir kampa destek vermesi çok zor görünüyor. Rusya karşıtlığı noktasına gelince Türkiye de Çin de Batı ile olan ilişkilerini ayrıştırma siyaseti izliyor. Batı da artık bunu kabul ediyor. Fakat yine de akıntıya karşı kürek çekmeye devam ediyorlar. Sopa tehdidi işe yaramadığı için bu kez havuç ve teşvik siyaseti ile Türkiye ve Çin’i yanlarına çekmeye çalışıyorlar. Kuşku yok ki Pekin ve Ankara’yı yeniden batı kampına çekebilirler. Fakat bu iki aktörü Rusya karşıtı cepheye sürme dönemi artık geride kaldı.
Çünkü Rus lider Putin, 15 Ağustos 2025’te Alaska’nın Anchorage kentinde yapılan zirvede Küresel Güney’i yalnız bırakıp ABD ile ‘uzlaşı’ tercihini benimsemedi. Bir bakıma çok kutuplu dünya ve Küresel Güney ile kurduğu ilişkilerin arkasında durdu.
*
Budapeşte Zirvesi Öncesi Caracas Hamlesi
Macaristan’ın başkenti Budapeşte’te yapılması öngörülen zirveye dair Putin ve Trump, 16 Ekim’de yılın sekizinci ve en uzun telefon görüşmesini gerçekleştirdi. Her şey tamamdı. Ancak Putin’in Trump ile Budapeşte’de görüşmesine dair taslağın kabul edilmesine birkaç saat kala Kremlin’den gelen Caracas hamlesi tabloyu alt üst etti. Trump’ın Venezuela’da darbe, işgal ve müdahale çağrılarını en üst seviyeye tırmandırdığı ve aynı zamanda Putin ile Budapeşte’de ikinci bir zirve ilan etme hazırlıkları yaptığı sırada Rusya, ABD’nin boy hedefindeki Venezuela ile daha önce imzaladığı Stratejik Ortaklık ve İş Birliği Anlaşması’nı yürürlüğe koydu.
Rusya Devlet Başkanı Putin’in imza atmasıyla Rusya ve Venezuela arasında 7 Mayıs 2025’te imzalanan stratejik ortaklık anlaşması 27 Ekim 2025’ten itibaren resmen yürürlüğe girdi. Anlaşma kapsamında, iki ülkenin siyaset ve ekonomi alanındaki işbirliğinin güçlendirilmesi öngörülürken, enerji, madencilik, taşımacılık gibi alanlarda da ortak faaliyetler artırılacak. Güvenlik, terör ve aşırılıkçılarla mücadele gibi alanlarda da iki ülkenin işbirliğini genişletecek anlaşmayla, mevcut işbirliklerinin güçlendirilmesi planlanıyor.
Rusya ve Venezuela gibi dünyanın en çok petrol rezervine sahip iki ülkesi arasında aylar önce imzalanan anlaşmanın bu dönemde Putin tarafından onaylanıp hemen yürürlüğe girmesi Amerikan yönetiminde adeta soğuk duş etkisi yaptı. Hayal kırıklığına uğrayan Trump, peşpeşe üç önemli hamlede bulundu. İlk olarak Budapeşte zirvesinin askıya alındığını açıkladı. İkincisi Rusya karşıtı yeni bir yaptırım paketine imza attı. Lukoil ve Rosneft şirketlerinin kara listeye alındığını ve bu şirketlerden enerji alan ülkelere de yaptırım uygulanacağını duyurdu. Üçüncüsü de Putin’e nispet edercesine Çin lideri Şİ Cinping ile APEC zirvesinde görüşme kararı aldı. Gerginliğin tırmanmasından cesaret alan Avrupa ülkeleri de hemen dondurulan Rus varlıklarının akıbetini görüşerek 19. yaptırım paketini açıkladı.
Rusya ise ABD ve Avrupa’nın şantaj politikasına nükleer tatbikatlar, testler ve Venezuela’ya yardım göndererek karşılık verdi. 21 Ekim’de de yeni Burevestnik güdümlü füzesini test eden Rusya 22 Ekim’de nükleer fırlatma tatbikatları yaptı. Önce Plesetsk Uzay Üssü’nden bir Yars kıtalararası balistik füzesi fırlatıldı, Barents Denizi’ndeki Bryansk denizaltısından Sineva füzesi test atışları gerçekleştirildi ve bir Tu-95MS bombardıman uçağına seyir füzeleri konuşlandırıldı. Ardından Putin 29 Ekim’de nükleer enerjili Poseidon adı verilen bir süper torpido denemesini başarıyla gerçekleştirdiklerini açıkladı. Askeri uzmanların ‘kıyamet silahı olarak tanımladığı Poseidon torpidosunun büyük radyoaktif dalgalar tetikleyerek kıyı bölgelerinde tsunamilere ve yıkıma neden olabileceğini söylüyor.
*
Venezuela Dosyasında Yeni Dönem
Ardından ABD’nin Venezuela’ya saldırı hazırlığında olduğuna dair iddialar gündemdeyken Rusya’ya ait bir İl-76 tipi askeri nakliye uçağı dün (2 Eylül 2025) başkent Caracas’a indi. Defence News’e göre uçak, iki gün süren bir yolculuğun ardından Ermenistan, Cezayir, Fas, Senegal ve Moritanya üzerinden Venezuela’ya ulaştı. Habere göre uçakta askeri malzeme bulunuyor olabilir. İl-76 tipi uçaklar 50 tona kadar yük veya 200 kişiye kadar personel taşıyabiliyor. Rusya Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Maria Zaharova da Venezuela’nın ulusal egemenliğini koruma çabalarını desteklediklerini belirterek ABD’nin Karayipler’deki askeri provokasyonlarını kınadıklarını vurguladı.
Yani Rusya’nın hâlâ Batı’ya güvenmediği ve tedbiri elden bırakmadığı görülüyor. Hatta Venezuela ve İran gibi müttefiklerini çok şiddetli şekilde savunmasa da onları kaderine ve ABD’nin insafına terk etmeyeceğini de gösteriyor.
Hâsılı kelam, Putin’in Küresel Güney’e sahip çıkan ve Batı ile ilişkilerde egemenlik hakkından ve eşitlikten taviz vermeyen tavrı küresel sistemin çok kutuplu karakterini daha da güçlendiriyor. Bu da ABD ve Avrupa’nın artık başına buyruk, her istediğini yapan siyasetlerinin sonunu getiriyor. Yoksa Rusya ve Çin’in tamamen sessiz ve tepkisiz kaldığı bir Venezuela ve İran dosyasında Batı çok daha saldırgan bir strateji izleyecektir. Fakat Rusya’nın kararlı tutumu hem ABD’yi yeniden düşünmeye sevk ederek frenliyor hem de hedef alınan ülkelerin özgüvenlerini artırarak direnişlerini daha da güçlendiriyor.
Bu çerçeveden bakınca yeni dünyanın kaderi bir bakıma Putin’in takınacağı tutumla şekillenecek gibi görünüyor. Ama bu tutum sadece ABD ile ilişkileri içermiyor. Putin’in dünyayı kökten etkileyecek asıl tutumu, Türkiye ve Çin başta olmak üzere Küresel Güney ile Batı’nın hedefindeki Venezuela ve İran gibi ülkelerle kurduğu ilişkilerin seyri ve derinliği olacaktır. Dolayısıyla Putin liderliğindeki Rusya’nın Batı’ya karşı verdiği savaş yeni medeniyetlerin küresel siyaset sahnesine çıkmasına yardım ederek dünyanın geleceğini şekillendirecek bir mahiyete sahip görünüyor. Ve bunun test sahalarından biri de şu sıralar Venezuela olarak çıkıyor karşımıza. Bakalım gelişmeler nasıl olacak, neyle sonuçlanacak?
